“Lesvos Adası’nda büyük bir ihmal ve zenofobi (yabancı nefreti) ile karşılaştım”
Yunanistan’ın Lesvos Adası’ndaki mülteci kampında gönüllü hekimlik yapan Dr. Nabiha İslam, Lesvos Adası özelinde Avrupa’daki mülteci kamplarında yaşanan insandışılaştırma ve zenofobiyi (yabancı nefreti) kaleme aldı.
Dr. Nabiha İslam* / The New Humanitarian
Çev.: Sümeyye Tepetam / Haksöz-Haber
Covid insandışılaştırmanın gözetim altında ve belli etmeden devam etmesine bahane oldu.
Başıboş dolaşan köpekler bacaklarımı ısırdı. Rüzgar, sıkıca bağladığım örtümü adeta uçuruyor. Yanaklarımda hissettiğim acıyı yüzüm ele veriyor. Önümde hızlıca toplanan insanları görüyorum. Dari’de, Fransız Lingala’sı ve Somali’de bir doktor tarafından muayene edilmeyi bekleyen yüzlerindeki maskelerin ardındaki yüzlerce ses haykırıyor.
Bu insanlar savaş bölgelerinden kaçtılar, düşman sınırlarıyla karşılaştılar ve denize meydan okudular. Yoğun koronavirüs pandemisi esnasında AB’nin ırkçı, zenofobik (yabancı korkusu/nefreti) ve İslamofobik göçmen politikalarının olduğu Yunan Lesvos Adası’ndaki sona erişebilmek için miydi?
Geçen senenin Aralık ayında gönüllü bir hekim olarak çalışmaya gittim. Şubat 2020’deki son ziyaretimden beri, AB göçmen politikalarında başarısızlığın bir sembolü haline gelen Morio yanıp kül oldu. Şimdi yaklaşık 7 bin insan hızlıca inşa edilen, rüzgara açık alan üzerinde geçici bir kamp alanı olan, kirletilmiş ve bozulmuş, denizin yanında eğimli bir arazi olan Kara Tepe II’de yaşıyor.
Ardında daima kasveti barındıran Kara Tepe II’nin koşulları aşikar olarak Moria’dan çok daha kötü. Ve mülteciler üzerinde çok daha büyük engellemelerin yaşandığı bu bölgede, pandemi nedeniyle sağlık gibi temel hizmetler ciddi oranda kısıtlanmış durumda.
Kara Tepe II’de sağlık önlemleri yetersiz ve mültecilere günde sadece iki öğün ve bozulmuş, yenemeyecek durumdaki yiyecekler veriliyor. Mültecilerin çoğu az da olsa bir kumanya temini için kamp dışındaki marketlere yöneliyor. Ama pandemi bunu bile azalttı. Bu kısıtlı yiyecek temini bile güvenlik güçleri, sosyal mesafe kurallarını bahane ederek mültecilerin marketlere erişimini engellediği için çok zor.
Mülteci çevirmenim, Lesvos sokaklarında ırkçılık yapan ve Müslüman karşıtı hakaretlerde bulunan siviller ve Yunan polisi tarafından tehdit edildiklerini, tacize uğradıklarını ve bazen fiziksel saldırıya uğradıklarını söylemişti. Bu durum, covid esnasında benim hastalarımı da tehlikeye sokan Müslüman karşıtı kinin “sosyal pandemisi”nin arttığının kanıtıdır.
Lesvos’a kendi yaptığım yolculukta, havaalanı güvenliği defalarca başörtümü açtırmaya çalıştı. Bu gibi şeyleri önceden, Çin hükümetinin 1.5 milyon Uygur’u ve diğer Müslüman azınlıkları, anlatılanlara göre sistematik olarak işkencelerin yapıldığı ve kadınların ırzına geçildiği “yeniden eğitim kampları” denilen yerlerde tuttuğu Xinjiang şehrinde de tecrübe etmiştim. Ayrıca Lesvos’un merkezi Mytilini sokaklarında, çalıntı pasaportlu bir mülteci olmadığıma değil de, Kanada vatandaşı olduğuma inanmakta zorlanan polis tarafından birkaç kez durduruldum.
Triyaj
Bu ortamda, ben Kara Tepe II’nin yanında sahil şeridinde kabinlerden oluşan bir tıp kliniğinde triyajda çalıştım. Pandemi öncesinde de Moria’da çalışıyorduk. Şimdi, temel tıbbi malzemeye erişimde mülteciler, Yunan polisine acil müdahale gerektiren hastalıkları olduğunu kanıtlamak için birden fazla kontrol noktasından geçmek zorundaydılar.
Bizim klinikte, çeşitli tıbbi durumlar için özel ilaçlar ve stetoskoplarımızdan daha fazlası yoktu. Ben covid semptomlarını gösterenlerde hayati bir durum olup olmadığını kontrol ederim ve içerideki doktor ve hemşire arkadaşlarımın kimi görmesi gerektiğine karar vermeye çalışırım. Kimin tedaviyi hak edip etmediğine karar vermek zorunda olmak berbat bir durum.
Önümde insanlar uzunca kuyruk oluşturmuş. İçlerinden şanslı olan çok az kişiyi her gün diş bakımı ve uyuz tedavisi için kabul ediyoruz. Sırada kalanları da geri göndermek zorundayım.
Ahmet kuyruğun ön tarafında, kucağında dikkatlice battaniyeye sarılmış iki yaşındaki kızıyla seçilenlerdendi. Küçük kızın soluması tüm gece sıkıntılıydı. Ahmet’e kızının ve eşiyle kendisinin covid testi olması gerektiğini söyledim. Negatif sonuçlu test sonrasında onlar bir doktora görünebileceklerdi. Ama eğer test pozitif çıkarsa izolasyon merkezine gönderileceklerdi ki orası da bir dizi kordon altına alınmış çadırlardan oluşan dikenli tellerin ardında, gerekli bakımın olmadığı yerdi.
Takip etmem gereken bir protokol vardı. Ahmet’in bakışları korku doluydu ve arkasına dönüp; “Biz sana yardım etmen için geldik ve sen yardım etmiyorsun. Daha da kötüleştiriyorsun.” diyerek ağladı.
Acı dolu sözleri doğruydu.
Klinik
Klinikte çalıştığım günlerde Suriye’de siyasi mahkumlardan olan Muhammed ile karşılaştım. Endişeliydi ve cümleleri karmakarışıktı. Tepeden tırnağa büyük bir acı hissediyordu ve geceleri uyuyamıyordu.
Eğer o bir işkence mağduruysa, ona daha fazla özel psikiyatrik bakım sağlayabileceğimi biliyordum. Yeniden travmatize olmaktan kaçınarak, nazikçe ona sorularıma basitçe hayır ya da evet şeklinde cevap vermesini istedim. Onun yerine o, günlerce baş aşağı asılı tutulduğunu ve dövüldüğünü söyledi. Hapishane gardiyanları, onu yalnızca akan kanlardan boğulacak gibi hissettiğinde bırakıyorlardı.
Muhammed’in eşi onu rahatlatmak için kolundan tuttu. Bana bu kampta yaşamanın Suriye’deki işkenceden çok daha kötü olduğunu söyledi. Bir mülteciyseniz buradaki şartlar altında, insanlık dışı muamelelere maruz kalıyorsunuz. Bu düşünce onun ruhunu eziyordu.
Üzerimdeki koruyucu ekipmanların altından biraz su içmek için dışarı çıktığımda covid izolasyon merkezini klinikten ayıran dikenli tellerin ardında Afgan bir kadın gördüm. Kundakta sarılı henüz 4 aylık olan bebeğine sarılarak yardım için ağlıyordu.
Çocuk birkaç gündür ishal olmuştu. İzolasyon merkezi sorumluluğunda, Yunan ulusal sağlık sisteminden bir doktor bulmayı denedim. Fakat kabaca söylersek Yunan personelince bu acil bir durum değildi.
Kliniğe döndüğümde 25 yaşındaki Fatma’yla karşılaştım. O da ateşli halde, böbrek enfeksiyonu ve şiddetli su kaybı belirtisiyle tir tir titriyordu. Yunanistan’da, onu sımsıkı tutan bir arkadaşı dışında kimsesi yoktu. Somali’den birlikte kaçıp gelmişlerdi. Bu kadar zayıf, çelimsiz birinin o zorlu yolculukta nasıl hayatta kaldığını düşünemiyordum bile. Hemen biraz sıvı getirdim ve Yunan meslektaşlarımla onu bir hastaneye transfer etmek için konuştum. Onunla konuştuğumda, ihtiyacı olan testi yaptırmasının imkanı olmadığını gördüm. Adadaki kaynaklar covid yüzünden çok kısıtlıydı.
Fatma’nın ellerini ısıtmaya çalıştım, böylece nabız oksimetresi kanındaki oksijen seviyesini doğru bir şekilde okuyacaktı. Somalili tercümanımız Abdi de yanımıza geldi. O da bir mülteciydi ve bu kampta yaşıyordu. Hiçbir şey söylemeden dondurucu soğukta ceketini çıkardı ve Fatma’nın titreyen bedenini örttü.
İnsandışılaştırma
Covid karantinası başlandığından beri, Lesvos’daki mülteciler arasında kendine zarar verici davranışların ve intihar girişimlerinin oranları %66 artmıştı. Irkçı, zenofobik ve İslamofobik sınır politikalarının pandemiyle daha da kızıştığı açıktı. İnsan yerine konmayan mülteciler ihmal edilmişti, daha da kötüsü hedef haline gelmişti.
Bu insandışılaştırma tavrı pandemiden uzun süre önce başladı. Ama geçen yıldaki artan şiddette görüldüğü gibi, covid insandışılaştırmanın gözetim altında ve belli edilmeden devam etmesine neden oldu.
Eğer Avrupa ülkeleri bu politikaların altında yatan daha büyük kimlik krizlerini -beyaz olmayan ve Hristiyan olmayan mültecileri toplumlarının bir parçası olmalarını reddetmelerini- hesaba katmak istemezlerse Ahmet, Muhammed, Fatma gibi daha nice nesiller insanlıktan çıkarılmaya ve travmalar geçirmeye devam edecekler.
___________
*Dr. Nabiha İslam: Suriye-Ürdün sınırında, Venezuella-Kolombiya sınırında, Bangladeş Rohingya mülteci kamplarında, Bosna-Hırvatistan sınırında ve Yunan adası Lesvos’ta tıbbi bakım hizmeti sağlayan Kanadalı hekim.
HABERE YORUM KAT