‘Lekelenmeme Hakkı’ Gerçekten Önemseniyor mu?
Ahmet Taşgetiren, Star gazetesindeki yazısında Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün son KHK’dan hareketle yaptığı “Yeni KHK ile Lekelenmeme Hakkı daha güçlü bir güvenceye kavuşturulmuştur.” Yorumunu değerlendirmiş.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, son KHK ile ilgili olarak “Yeni KHK ile Lekelenmeme Hakkı daha güçlü bir güvenceye kavuşturulmuştur. Soyut ve dayanaksız ya da konusu suç oluşturmayan şikâyetler için soruşturma öncesi ön değerlendirme süreci getirildi.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Abdulhamit Gül’ün konuyla ilgili değerlendirmelerini içeren haberimiz >>>
Star’daki köşesinde Abdulhamit Gül’ün bu sözlerini değerlendiren Ahmet Taşgetiren, FETÖ ile mücadele pratiği ve soruşturmalarda izlenen çarpık yöntemlere çok sayıda örnek vererek gerçeğin hiç de böyle olmadığını belirtmiş.
Konuyla ilgili “Aylarca tutukluluğu devam ediyorsa, ve siz son KHK ile devletin yeterli hakim ve savcısı bulunmadığı gerekçesiyle ve bir ihtimal suçlu ise cezasını tutuklulukta çeksin gibi bir mantıkla tutukluluk süresini 7 yıla çıkarıyorsanız ‘lekelenmeme hakkı’ boşta kalmıyor mu?” sorusunu soran Ahmet Taşgetiren, “Devlet birimlerinin ‘FETÖ'cü diye suçlanma’ kaygısıyla, adaletin kılıcını yanlış kullanmasının önü kesilmelidir. Devlet öfke ile hareket etmeyi bırakmalıdır. Ceza uygulamasını bile kinle yapmamak esastır.” demiş.
Ahmet Taşgetiren’in bugünkü Star’da (29 Ağustos 2017) yayınlanan “Lekelenmeme Hakkı Önemseniyorsa...” başlıklı yazısı şöyle:
Cumartesi günü. Bir düğün. Onu gördüm. Düğün davetlisi diye düşündüm. Doğu'da bir ilimizin üniversitesinde öğretim üyesi idi. Yanına vardım. “Hoş geldiniz” dedim. Hoş beşten sonra son KHK ile üniversiteden ihraç edildiğini söyledi. Zinhar, zinhar, zinhar alakası yoktu FETÖ ile. Hakkında soruşturma açıldığında bir çok kanaldan o yapı ile hiçbir ilgisinin olmadığı her yere bildirilmişti. Ama işte KHK ile ihraç gelmişti. Bir el onu ihraç listesine sokmuştu.
Lekelenmeme hakkı!
Son KHK ile o da gelmişti. Bir ihbarla insanlar “Şüpheli” hale gelmeyecek, dahası yanmayacaktı.
Ama işte bir profesör daha yanmıştı!
Şimdi, biliyorum ki, bir tanesinden bahsetsem, patlayacak, dosya dolacak önüm. Yazınca da yukarda rahatsızlık oluşuyor.
Ama adam tutuklanmış, 13 aydır tutuklu. Önüme gelen dosyaya bakıyorum, yok be kardeşim, bu dosya ile adam mahkum edilmez. Aylarca tutukluluğu devam ediyorsa, ve siz son KHK ile devletin yeterli hakim ve savcısı bulunmadığı gerekçesiyle ve bir ihtimal suçlu ise cezasını tutuklulukta çeksin gibi bir mantıkla tutukluluk süresini 7 yıla çıkarıyorsanız “lekelenmeme hakkı” boşta kalmıyor mu?
Bir Allah'ın kulu, mesela 15 Temmuz'da Şırnak Tümen Komutanı olan Tümgeneral Abdullah Baysar'ın dosyasına baksın. Adam o gece darbe girişimine karşı vali ile, emniyetle birlikte mücadele etmiş, bütün bilgiler, şahitlikler bu yönde... ama kendisinin haberi olmadan darbeciler tarafından sıkıyönetim komutanı olması öngörülmüş... Tutuklusun, tutuklusun, tutuklusun... 13 aydır.
Biliyorum ki, bir çok davanın kaynağı “ihbarlar.” Ah bu ihbar belası! Bir kısmı, etkin pişmanlık numarası. Adam kendisini kurtarmak için beş isim vermiş. O yırtmış, beş ismin kapısına sabah polis dayanmış. Gelsin tutuklama.
Görüyorum, devlet şu anda “FETÖ ile mücadelenin yargı ayağı”nı başarı ile yapmakla, mağduriyetlere yol açmamak arasında bir yerde sıkışmış bulunuyor. Sıkışma bir yandan sırf adalet hassasiyetinin sonucu, diğer yandan mağduriyetlerin yol açacağı siyasi sonuçları dikkate almanın.
Suçluluğu ayan - beyan olan birisine karşı tavır almak kolay. Ama iş sadece darbe süreci ile sınırlı olmayıp, bir yanı “Cemaat” olan bir toplumsal vakıa ile bağlantılı olunca ve o yapının her ailede uzantısı bulununca, mağduriyet dalga dalga toplumu sarsıyor.
“Adalet”i şiar olarak benimseyen bir siyasi yapı, adalet noktasından sorguya çekiliyor.
Daha ötesi, bu siyasi kadro, “Vicdan” gibi, “Zulme kapı aralamamak” gibi “Ahiret sorumluluğu” gibi bir değerler dünyası içinden geliyor.
Bir yerde de attığınız her yanlış adım, verilen her yanlış karar, kendi tabanınızı tırpanlıyor.
Hatırlıyorum, ilk KHK ile 50 bin civarında insanın görevine son verildiğinde ben, “Bunların her birinin FETÖ'cü olduğuna Tayyip bey kefil midir?” diye yazmış, “Oysa bütün bu ihraçlar onun kefaleti ile gerçekleşiyor” demiştim.
Savcı tutukluyor, rektör ihraç listesi hazırlıyor, vali, emniyet müdürü, HSK vs... listeler, listeler... Tabii ki Hükümetin bunları tek tek incelemesi mümkün değil. Birilerine güvenecek, ama ya o güvendiği kişi başka hesabın içinde ise... Mesela Perincek'in, falanca siyasi eğilimin adamı, hatta gerçekten FETÖ'cü olup, mağduriyeti çoğaltarak tepkiyi büyütme hesabında iseler...
İnsanlar mağdur oluyorsa, -ki oluyor- herkes emin olsun ki, bunun bir siyasi bedeli olur.
Bu bedelin en ağırı da, öyle seçimlerde oy kaybı değildir, siyasi iktidarın adalet duyarlılğına yönelik kuşkudur. İktidar kadrolarının “dindar hüviyeti” dikkate alındığında, böyle bir iktidarın adalet konusunda sorunlu hale gelmesinin açtığı yara, herkesi yıpratır. Nasıl ki darbe girişimi içine girmiş bir “Cemaat”in bütün cemaatlere bedel ödetmesi gibi.
Devlet birimlerinin “FETÖ'cü diye suçlanma” kaygısıyla, adaletin kılıcını yanlış kullanmasının önü kesilmelidir. Devlet öfke ile hareket etmeyi bırakmalıdır. Ceza uygulamasını bile kinle yapmamak esastır.
Bir de, darbeye katılan hainlerin yargı sürecindeki çarpık görüntüleri, başka alanlarda “öfke tavrı”na gerekçe yapılmamalıdır.
Haksız infazların yarası on yıllarca kapanmıyor.
HABERE YORUM KAT