"Laylay lom" bir hayat yaşama arzusu
Ali Osman Aydın, apolitik tavır alışın yaygınlaştığı politik ortamın sebeplerini sorguluyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
“Lüküs hayat, lüküs hayat; bak keyfine, yan gel de yat!”
Geçenlerde, 19 yaşında, gezip tozmak yerine siyaset konuşmak zorunda bırakıldığı için sinirli olduğunu söyleyen bir gencin videosunu izledim. Videodaki bakış açısı bazılarınca son derece isabetli bulundu ve destek gördü. Bu yüzden bu sözlere biraz daha yakından bakmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Argo tabirle, laylay lom bir hayat yaşama arzusu son zamanlarda çok popülerleşti. Herkes, ama özellikle de gençler lüks arabalı, AVM’li, Starbucks’lı, bol internetli, gezmeli tozmalı ama düşünmemeli bir hayat yaşamanın en doğal hakları olduğunu varsayıyorlar.
Bunu doğal hakları varsayınca, mevcut şartlardan dolayı bunu elde edemeyince, hakları ellerinden alınmış gibi trip atıyorlar. Tabi ki oturdukları yerden!
Bunların oyuncu, şarkıcı versiyonları da var. O oyunculardan biri (Galiba 80’ler dizisinde oynuyordu) Amerika’ya gitmiş, “Bakın şu kadar paraya araba aldım, nasıl; Türkiye’de bunu şu kadar paraya alabilir misin?” diye soruyor çocuk çocuğa. 150 yıldır (1871’den beri) dünyanın en büyük ekonomisi olan bir ülkeyle Türkiye’yi mukayese ediyor.
“O da ülke, bu da ülke” diyor tezini sağlamlaştırmak için. Takipçi gençlerden hiçbiri, “Robert De Niro da oyuncu sen de… Avatar’da film, senin oynadığın o süpürüntüler de… Dünya sanatında adı geçen neden bir tane oyunculuk performansınız ya da filminiz yok o halde; mukayeseyse bu da mukayese” demiyorlar. Çünkü gözlerini arabanın ışıltısından alamıyorlar.
Zaten bütün mesele bu. Batı’lı bir beyaz, Afrika’nın elmaslarına gözünü nasıl diktiyse, Batı’nın zenginliklerine, yaldızlı hayatına, “Muhteşem Gatsby”deki gibi gösterişli partilerine de o şekilde gözlerini dikmiş durumda millet.
Almanya’yı zümrüt yeşili köylerden, Fransa’yı romantik Paris gezilerinden, Amerika’yı bahçeli, ahşap banliyö evlerden ibaret sanıyorlar.
Bu arkadaş da Batı’yı, gördüğü vitrinden ibaret sanıyor diğer modernistler gibi. Herkesin lüks arabalarla dolaştığı, partilerde çılgınlar gibi eğlendiği, “yan gelip yattığı” bir hayal coğrafyası!
****
Modernleşme anlayışımız en başından beri sorunluydu bizim. Batı’yı Batı yapan asıl nedenleri kavramaya gereksinim duymayan yöneticilerimiz tamamen dış çizgilerden, dekordan ve kostümden ibaret bir Batı tanımlaması yaptılar. Batının müreffeh, steril ve konforlu hayat tarzını, yani sonuçları, sebep zannettiler. Bu yüzden modernleşmemiz gardıropta yapılan bir dizi değişiklikten öteye geçemedi.
Bugün gördüğünüz Batı, kafasıyla ve vücuduyla 600 seneden az olmayan bir sürede aşama aşama meydana geldi. Bir gün Halil İnalcık Hoca Amerika’dan bahsederken, “Amerika demek, devasa kütüphaneler demektir” demişti.
Amerika ya da Batı sadece Kütüphaneler, köklü okullar değildir elbette. Bu gerçeğin bir kısmı. Tamam Batı emperyalizmini yerden yere vuruyoruz haklı olarak, onun zenginliğinin arkasında Afrika madenleri ve sömürü sistemi olduğunu, Batı’nın istila etmediği değerli toprak kalmadığını söylüyoruz, bunda haksız değiliz ama Sezar’ın hakkını da Sezar’a vermek zorundayız!
Batı demek ciddi bir düzen, disiplin, planlama, çalışma, sorumluluk, fedakarlık, bir gayeye adanma, kendini aşma arzusu ve dünyayı anlamaya dönük büyük bir gayret demektir. Klasik Batıyı var eden bu özelliklerdir.
Bakınız, 1970 ile 88 arasında sadece Amerika Birleşik Devletlerinde 4,7 milyondan fazla patent verilmiş. Bu, orada müteşebbis ruhun ne kadar canlı, üretkenliğin ne kadar teşvik gördüğünün göstergesidir. Karl Marks 1867’de İngiltere’nin Birmingham kentinde 500 farklı tip çekicin üretildiğini öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Çekiçlerin her biri, endüstri veya zanaat sektöründe özel bir işlevi yerine getirmek üzere imal edilmişti.
****
Batı insanının yeni ve en kaliteli şeyleri üretmek gibi bir hedefe sahip olduğunu söylemek zorundayız. Bugün hala bu bakış açısının sonucu olarak, onların ürettiği, dayanıklılık ve sağlamlığından yıllarca bir şey kaybetmeyen ürünleri kullanıyoruz.
“Bizimkiler niye zamanında üretmemişler” diyerek geçmişe kızmak kolay. Asıl soru “sen neden üretmiyorsun?”dur. Sen neden üretmiyor, kafanı patlatırcasına çalıştırmıyor, kendini geliştirmiyorsun da, sadece gezmenin-tozmanın peşine düşüyorsun?
Bilindiği üzere Almanya birinci dünya harbinden sonra ekonomik anlamda çöker. Ancak on beş sene geçmeden yeniden bir endüstri devi olarak dünya sahnesine çıkar. Bizim yüz senede alamadığımız yolu, çalışkanlık, disiplin, dakiklik ile on beş senede alır Almanlar.
Bugün bile çalışma neredeyse kutsal kabul edilir ve hemen herkes çalışır, çalışmayana saygı duyulmaz ve günlük hayat, işe göre tanzim edilir. Amerika’da okuyan öğrenciler şayet okul çıkışında çalışmazlarsa “neden çalışmadıkları” sorulur. Çünkü herkes birkaç saatliğine de olsa çalışmalı ve kendi hayatını kazanmalıdır onlara göre.
Terminatör filmlerinin yönetmeni James Cameron’un yaptığı Titanic ile Avatar arasında nereden baksanız 8-9 yıl var (1997-2009).
İlk Avatar 2009’da gösterime girmişti. İkincisi şuan gösterimde ve 2023’e girmek üzereyiz. Kabaca iki film arasında 13 yıl geçmiş. (Titanik için 1994’de çalışılmaya başlandığını düşünürsek 28 yılda sadece üç film yapmış Cameron)
Daha iyisini yapma arzusu, daha iyisini arama tutkusu, çabası olmasa 13 yılda Cameron en az 4 film çekebilirdi. Ama yapmadı. Bizde 2 ayda senaryosu yazılıp, 1 ayda çekilen ve en geç 6 ayda vizyona giren filmler düşünüldüğünde aradaki mantalite farkı anlaşılır.
Yönetmen Stanley Kubrick 1980 senesinde çektiği ve çekimleri 360 gün süren The Shining filmindeki bir sahne için Jack Nicholson’a 95 tekrar yaptırmış tanıkların söylediğine göre. Çünkü Kubrick her zamanki gibi en iyi, en doğal, en gerçekçi ifadeyi aramış. Bu Batı kafasıdır işte. Çalışarak en iyisini aramak…
Kızsak da, pek çok yönünün dünya için yıkıcı sonuçları olsa da kabul etmek; reddetmekle teslim olmak arasında bir yer bulup, Batının makul yanlarını örnek almak durumundayız. Bütün problemli yanlarına rağmen, Batı budur. Elbette blok halde yekpare bir Batı mevcut değil. Batı içinde de farklı kültürler, anlayışlar, disiplinler mevcut. Fakat genel anlamda Batı dediğimizde bizden daha dakik, daha düzenli, daha çalışkan, daha üretken, daha planlı, kişiler arası saygısı daha gelişmiş bir yeri kastediyoruz.
Fakat bizde sadece Batılının yüzyıllar içinde didinerek meydana getirdiği müreffeh yaşam tarzına bakılıyor genç adamın yaptığı gibi. Bu talep ediliyor. “Yan gelip yatmak” isteniyor.
Batının kendi için hazırladığı hayat standartlarına emek sarf etmeden konmak yerine, bakış açısını değiştirip çok çalışmak, üretmek, yani zora talip olmak gerekiyor.
HABERE YORUM KAT