Latin Amerika’da İdeolojik Durum
“Bolivya’da yaşananlar karşısında Rusya’nın pasif kalması bu ülkelere ne kadar güvenilebileceğini ve Latin Amerika’daki etkilerini de tartışmalı hale getirdi. Muhtemelen Latin Amerika solu yeni bir yol haritası belirlemek zorunda kalacak.”
Analiz: Emrah Kaya / Karar
Avrupalılar, Amerika kıtasına ayak bastıktan sonra bölge ateş ve kanla yoğrulmaya başladı. 300 yıl sömürge, madenlerde ve tarım alanlarında çalıştırılmak için getirilen Afrikalılar, bağımsızlık hareketleri, tartışmalı siyasi ve ekonomik bağımsızlık, ABD’nin arka bahçesi olma süreci, yaşanan darbeler ve devlet terörünün hat safhaya çıkması, neoliberal politikalar... Kısaca yaşanan bu tarihsel süreçle birlikte toplumun çeşitli kesimlerinde protestolar, gerilla hareketleri, neoliberlizme ve ABD’ye karşı tepkiler ortaya çıktı. Çeşitli dönemlerde sol düşüncedeki isimler iktidara gelmeyi başarsa da komünizme karşı mücadelenin merkezi olan ABD, arka bahçesindeki bu yöneticileri ve kendisine karşı ortaya çıkan hareketleri en ağır biçimde bertaraf etti.
1990 sonrası dönemde dünya üzerinde artık komünist tehlikenin kalmaması göreceli bir özgürlük ortamı doğmasını sağlarken aynı zamanda ülkelerin demokratik değerleri benimsemesi Latin Amerika’da sol partilerin iktidara gelmesine imkan tanıdı. İlk önce Venezuela’da Hugo Chavez iktidara geçerken ortaya çıkan domino etkisiyle 14 Latin Amerika ülkesinde daha sol partiler iktidara geldi. Sol partilerin iktidara gelişi ABD’de ilk dönemlerden itibaren tepkiye neden olurken bu yönetimlerin devrilmesi için çeşitli yöntemler izlendi. Örnek olarak Hugo Chavez’in devrilmesi için ABD’nin desteğiyle darbe girişiminden halkın sokaklara dökülmesine kadar birçok yöntem denendi.
Latin Amerika’da sosyalist, merkez sol, sosyal demokrat veya halkçı politikaları benimseyen sol partilerin en önemli özelliklerinden biri ABD’ye ve neoliberal politikalara karşı öfke besleyen insanların çoğunlukla desteğini almış olmalarıdır. Bununla birlikte bu partiler merkez ülke ABD’ye aktarılan sermayenin engellenmesi, iç ve dış politikada daha bağımsız hareket edilmesi, ABD’ye olan bağımlılığın azaltılarak daha farklı ülkelerle ilişki kurulması, milli gelirin dengeli dağılımını sağlanması, çeşitli etnik grupların haklarının tanınması gibi politikaları savunuyor. Sağ partiler ise iç ve dış politikada ABD ile birlikte hareket edilmesi, sol örgütlerin etkisizleştirilmesi, neoliberal politikaların izlenmesi, gelirin büyük bir kısmını zenginler arasında ancak verginin büyük kısmının yoksul halk arasında paylaştırılması, Rusya ve Çin gibi ülkelerle mesafeli olunması ve beyazların ülke yönetimindeki varlığının devam etmesi gibi politikaları savunuyor.
Yukarıdaki politikaları dile getiren sol partiler 2000 yılından itibaren yükselişe geçti ve 15 ülkede iktidara geldiler. Ancak solun popülist söylemleri, amaçlanan gelişmelerin kısa zamanda gerçekleşmemesi, karizmatik liderlerin siyasetten uzaklaş(tırıl)ması, sağcı liderlerin yeni söylemleri, yolsuzluk ve otoriteleşme iddiaları, Rusya ile Çin’in bölgede artan etkisine karşı ABD’nin Latin Amerika’da nüfuzunu yeniden tesis etme isteği ve son olarak ABD merkezli olduğu düşünülen siyasete ordu, yargı, yolsuzluk iddiaları gibi unsurlarla müdahale edilmesi neticesinde 2013’ten itibaren sol partiler iktidardan uzaklaşmaya ve yerlerine sağ partiler geçmeye başladı. Sol partilerin iktidarda bulunduğu ülkeler genel olarak ABD ile mesafeli ilişkiler izlerken Rusya ve Çin’le olan ilişkileri güçlendirmeye çalıştı. Dış politikada bağımsız kararlar alırken iç politikada sadece bir kesimin çıkarları yerine dengeli bir yapı kurulmaya ve ekonomik adımları da bu çerçevede atmaya çalışıldı. Ülkelerde yoksullukla mücadele, toprak reformu, eğitim ve sağlık imkanlarından her kesimin faydalanması gibi politikalar izlendi. Ekonomide her şey özel sektörün kontrolüne bırakılmak yerine kamulaştırmaya önem verildi. Ancak sol partilerin yerine sağ partiler geçtikçe eski politikalara dönülmeye başlandı. Brezilya örneğine bakıldığında 2002’de ilk önce İşçi Partisi’nden Lula da Silva seçimleri kazanarak iktidara geldi. 2010’da yerine yine aynı partiden Dilma Rousseff geçti. Rousseff, yolsuzluk suçlamasıyla 2016’da görevden uzaklaştırıldı ve yerine sağcı, ABD yanlısı Michel Temer geçti. Lula ve Dilma, haklarındaki suçlamaları reddederken Temer yaptığı bir konuşmada bütün bunları neoliberal politikalar için yaptıklarını söyledi. İki ismin siyasetten uzaklaştırılması ABD’nin bölgesel nüfuzuna ve çıkarlarına hizmet ederken 2018’de yapılan seçimi Jair Bolsonaro isimli aşırı sağcı bir isim kazandı.
Latin Amerika’da sol ve sağ ideolojiler arasında bir çatışma söz konusudur. Sol partiler ve liderler güç kaybederken 2013’den itibaren sağ partilerin ise yükselişe geçti. Arjantin, Brezilya, Honduras, Şili gibi ülkelerde sağcı yöneticiler iktidara gelirken Venezuela, Bolivya, Nikaragua gibi ülkelerde ise iç sorunlar yaşanmaktaydı. Bölgedeki ideolojik çatışmanın iç ve ülkeler arası olmak üzere iki boyutu bulunuyor. İlk olarak ülkelerin iç siyasetine bakıldığında örneğin Venezuela iç siyasetinde sağcı gruplar hükümete karşı sokağa dökülürken Nicolas Maduro taraftarları ise yönetimi desteklemek için sokaklara döküldü. Diğer yandan en sıcak örnek olarak gösterilebilecek ülke Bolivya’dır. 20 Ekim seçimlerinden sonra Evo Morales karşıtı isimler sokağa çıktığı gibi Morales destekçileri de sokağa döküldü ve taraflar arasında çatışmalar yaşandı.
Ülkeler arasındaki çatışmaya bakıldığında ise sağ partiler tarafından yönetilen ülkeler sol partiler tarafından yönetilen ülkeleri bölgedeki istikrarsızlığın ana kaynağı olarak görüyor. Örneğin, sağ partiler tarafından yönetilen Brezilya ve Kolombiya, ABD karşıtı ve solcu Maduro yönetimine karşı cephe aldı. Hatta bu iki ülkenin Maduro yöntemini devirmek için ABD ile beraber hareket ettiği iddia edildi.
Bölgedeki ideolojik rekabet ya da çatışma sürecine dışarıdan dahil olan aktörlere bakıldığında ise küresel sermaye, ABD ve Rusya öne çıkıyor. Meksika’da sol bir liderin seçilmesi sonrası Meksika pesosu değer kaybetmeye başlarken nefret söylemlerinde bulunan ancak neoliberal politikaları savunan Bolsonaro’nun ülkesi Brezilya’da Brezilya reali değer kazandı. Bu durum küresel sermayenin takındığı tutumu açıklamak için yeterlidir. Venezuela örneği üzerinden ABD ve Rusya’nın ideolojik çatışmaya olan tavırlarına bakıldığında ABD, sol liderleri ve partileri iktidardan uzaklaştırmaya çalışırken Rusya, bu grupları destekliyor. Ancak ABD, sağcı partileri desteklerken Rusya’nın Küba ve Venezuela dışında bir ülkeye açıkça destek verdiğini söylemek mümkün değil.
Latin Amerika’nın yaşadığı acılı tarihsel süreç günümüzde hâlâ varlığını sürdürüyor. Özellikle ABD’nin yanı başında olması yeri geldiğinde bölgedeki demokratik seçimleri önemsiz kılıyor. Latin Amerika’da iktidar değişimi demokratik seçimlerle gerçekleştiğinde çatışmanın minimum düzeyde olduğu söylenebilir. Ancak dışarıdan yapılan müdahaleler ülkelerdeki ideolojik rekabetin protestolara ve çatışmalara dönüşmesine neden oluyor. Bu ise Latin Amerika’daki acının sürekliliğine neden oluyor. Ayrıca bölgede demokratik değerlerin benimsenmesini de zorlaştırıyor. Sağcı gruplar darbe yapmanın yollarını ararken solcu yönetimler ise ABD karşıtlığını kullanarak otoriteleşebiliyor. Bölgede 2018’den beridir yaşanan gelişmeler, aslında tekrardan bir sol yükselişin yaşanabileceğine dair ipuçları veriyor. Örnek olarak Meksika’da Andrés Manuel López Obrador’un, Arjantin’de eski başkan Cristina Fernandez de Kirchner’in desteklediği merkez solun adayı Alberto Fernandez’in, Kolombiya’nın başkenti Bogota’da solcu Claudia Lopez’in seçimleri kazanması aslında yeni bir sol yükselişin yaşanabileceği ihtimalini güçlendiren gelişmeler.
Solcu liderlerin yurtdışından yapılan müdahalelerle iktidardan uzaklaştırılması sadece belli bir dönem için solun önünü kesebileceği söylenebilir. Çeşitli ülkelerde yaşanan iktidar değişimi halkın siyasi yöneticileri cezalandırması yani bir sonraki seçimde iktidara getirmemesi şeklinde olmaması ülkelerdeki çatışmaların dozunu arttıracak ve bir sonraki seçimlerde tekrardan sol partilerin seçimleri kazanmasına yol açabilir. Örnek olarak Brezilya siyaseti incelendiğinde 2016’dan beri ülkeyi sağcı isimler yönetiyor. 2016’te ise Dilma, yolsuzluk suçlamasıyla başkanlıktan uzaklaştırıldı. Ancak bu tartışmalı iddialar solun güç kaybetmesini sağlayamadı. Kamuoyu araştırmaları Bolsonaro’nun kazandığı seçimlerde solcu Lula’nın aday olması durumunda Lula’nın seçimleri kazanabileceğini ortaya koydu. Ancak yüksek seçim mahkemesinin Lula’nın aday olamayacağına dair açıklamasından sonra Bolsonaro’nun önü açıldı. Kısa bir süre önce ise Lula serbest bırakıldı. Bu Brezilya’da solun etkisinin artmasına yol açabilir ve bir sonraki seçimlerde ise solcu bir aday iktidara geçebilir.
Yeni Soğuk Savaş’ın tartışıldığı günümüzde Latin Amerika’da sol yükseliş yaşanması ABD’nin bölgesel ve küresel nüfuzuna zarar verebilir. Bunun karşısında ise ABD’nin daha sert politikalar izlemesi muhtemeldir. Örnek olarak Venezuela’da iç karışıklığın yaşandığı dönemde ABD Başkanı Donald Trump, Venezuela’ya askeri müdahalede bulunabileceklerine dair bir açıklama yapmıştı. Tekrar bir sol yükselişin yaşanması, nüfuzu zarar gören ABD’nin askeri müdahalede bulunma ihtimalini artabilir. Diğer yandan ise iktidarda bulunan ya da iktidara geçecek olan sol partilerin önünde iki seçenek bulunuyor. Ya daha ılımlı politikalar izleyecekler ya da ABD karşısında Rusya ve Çin gibi güçlerin desteğini arayacaklar. Açıkçası Bolivya’da yaşananlar karşısında Rusya’nın pasif kalması bu ülkelere ne kadar güvenilebileceğini ve Latin Amerika’daki etkilerini de tartışmalı hale getirdi. Muhtemelen Latin Amerika solu yeni bir yol haritası belirlemek zorunda kalacak.
HABERE YORUM KAT