1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Laiklik ve aptallık
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Laiklik ve aptallık

25 Temmuz 2010 Pazar 22:06A+A-

Referandumlar Türkiye gibi rejimle ilgili temel tercihini yapamamış ülkelerde daima plebisite dönüşme tehlikesi taşırlar. Çünkü her değişim hamlesi rejimin değişme ihtimalini gündeme getirir ve dolayısıyla da değişim paketinin içeriği anlamını yitirir. Şimdi artık oylanan, ucu açık olan bir değişim çizgisine girilip girilmemesidir. Türkiye’nin de önünde referanduma sunulacak bir paket var ve paketin hiçbir maddesine demokrasi açısından karşı çıkmak mümkün değil. En muvazaalı olan yargı konusunda bile toplumun yüzde 70’inin reformdan yana olduğunu anketler gösteriyor. Diğer maddelerde ise bu oranın yüzde 90’lara çıkması hiç şaşırtıcı olmaz. Kısacası tek tek ele alındığında hiçbir maddesinin reddedilmeyeceği bir paket var, ama toplumun kabaca yüzde 50’si aynı paketin toplamına ‘hayır’ demeye hazırlanıyor...

Bu bir plebisit halidir... Yani hayata geçecek değişikliğin önemli olmadığı, daha geniş bir tercihin söz konusu olduğu, insanların kendilerini bir kırılmanın eşiğinde hissettiği bir seçimle karşı karşıyayız. Nitekim muhalefet olayı plebisite dönüştürmek üzere meseleyi AKP yandaşlığı veya karşıtlığına indirgemeye çalışıyor. Hükümet ise ‘ben bu oyunu daha iyi oynarım’ dercesine konuyu daha da genişletip rejim yandaşlığı veya karşıtlığına getiriyor ve doğal olarak içinde yaşadığımız vesayetçi 12 Eylül rejimini muhatap alıyor.

Böylece referandum seçimi üst üste geçmiş birçok halkayı barındırıyor ve herkes meşrebine göre farklı bir halkayı referans alarak oy kullanma fırsatı yakalıyor. Ancak bu arada değişiklik maddelerinin kendisi güme gidiyor. Eğer sonuç ‘hayır’ olursa, ‘hayır’ diyenler bile ertesi gün daha bağnaz ve geri bir Türkiye’ye uyanacaklar. Rakibi yenmenin aldatıcı coşkusu geçtiğinde, herkes kendisini yenik ve enayi hissedecek... Buna karşılık ‘evet’ çıkarsa, oylamada ‘hayır’ demiş olanlar bile ‘aslında’ böyle daha iyi olduğunu itiraf edecekler.

Kısacası açık bir gerçek var: Referandumda ‘evet’ demeye hazırlananlar demokrasi, hak ve özgürlükler açısından daha ‘ilerici’ olan kesim. ‘Hayır’cılar ise esas olarak bu alanlarda muhafazakâr ve bağnaz bir pozisyonu savunuyorlar. Kimler hangi tarafta diye sorduğumuzda ise modern tahayyülün pek de beklemediği bir tabloyla karşılaşıyoruz: AKP, SP ve BBP paketi destekliyorlar... Her üçü de İslami duyarlılığa sahip partiler. Karşılarında ise CHP ve MHP var. Yani resmî ideolojinin laik/milliyetçi koalisyonu. Bu tablo plebisitin temelinin ‘sağlam’ olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle gerçekten de bir kırılmanın eşiğindeyiz ve tercihlerimizi bunu bilerek yapacağız. Referandumda ‘evet’ demek demokrasiye, çoğunluğun yönetim meşruiyetine, ama aynı anda da –paketin içeriğinin ortaya koyduğu üzere- azınlık hak ve özgürlüklerine ‘evet’ demek olacak. Diğer bir deyişle toplumun siyasete el koymasını ifade edecek... Karşı pozisyon ise vesayet rejimine, imtiyazlı toplumsal kesimlerle bürokrasinin ortak iktidarına ve –muhalefetin Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığı kanunların gösterdiği üzere- azınlıkların hak ve özgürlüklerinin budanmasına onay verecek. Bunun anlamı ise, siyasetin devlet tekeli altında tutulmaya devam edilmesi olacak.

Siyaseten durum açık. Ama bir de işin ideolojik yanı var: Acaba nasıl oluyor da bu ülkede İslami kesimden gelenler laikliği kimlik haline getirenlere kıyasla daha reformist ve demokrasi yanlısı olabiliyorlar? Modernleştikçe toplumların dinden uzaklaşacağını varsayan ve laikliği bu temelde tanımlayan arkaik bakış günümüzde artık gülünç bir önerme. Ama önemli bir kalıntısı var: Laik kesim başkalarının değişimini hâlâ kendisinden hareketle öngörme ve değerlendirme alışkanlığından kurtulabilmiş değil. Ne var ki kendinizi referans alarak dünyaya bakıyorsanız, kendinizi tanıma şansınız da kalmıyor. Nitekim laik kesimin günümüzdeki siyasi muhafazakârlığının temel nedeni, gerçekliğe uyum gösterme yeteneğini kaybetmiş olması.

Bu ise bireysel bakışı aşan bir duruma gönderme yapıyor. Modern insan aptallığı, bir miktarı eğitimle düzeltilebilecek ontolojik bir nitelik olarak algıladı. Oysa günümüzde aptallığın asıl kaynağı ideolojik ve eğitim de söz konusu aptallığı derinleştiren bir unsur olmaya aday. Gerçeklikle bağ kurmayı zorlaştıran, onu bulandıran ve değişimi algılamayı mümkün kılmayan ideolojiler ortak bir aptallık üretiyor. İyi eğitim almış, ‘iyi aile’ çocuğu, bireysel kapasite olarak akıllı birçok insan da bu aptallığı paylaşıyor ve kendi aklını söz konusu aptallığın içinde, o aptallığa uyarak kanıtlamaya çalışıyor.

Böyle bakıldığında Türkiye’deki laiklik anlayışının böylesi bir aptallıkla malul olduğunu görmemek zor. Çünkü bu anlayış laikliği bir kimliksel farklılaşma, ontolojik bir değişim olarak tanımlıyor. Yani laik olanların dinden uzaklaşması, artık dindar olmamaları bekleniyor... Ancak bu özcü yaklaşım çok kolaylıkla faşizan bir yönetim arzusu yaratmakla kalmıyor, dindar olmaya devam edene de yabancılaşıyor.

Oysa laiklik, sekülerlik kavramının çok daha iyi belirttiği üzere, epistemolojik bir adım. Yani zihinsel mesafe koymayı ifade ediyor ve sekülerleşmeyle birlikte din, inanç ve ideoloji ile siyaset arasındaki mesafenin açılmasını gerektiriyor. Dolayısıyla önemli olan kişinin daha az dindar olması değil, dindar olmasına karşın zihninde inancı ile siyaset arasına mesafe koyması...

Nitekim bu ülkede dindarlar hızla sekülerleşiyorlar. Ancak onların yaptığını laik kesim beceremiyor... Laik kesim hâlâ kendi zihninde inançlaşmış ideolojik konumlarla siyaset arasına mesafe koyamıyor. Dindarlar sekülerleştikçe, gerçeklik halleri arasındaki farklılıkları keşfediyor ve böylece bir ‘özne kırılması’ yaşıyorlar. Yani geçmişte olduğu gibi, din tüm hayatı kapsarken üretilen total özne artık yok... Dindar kişi parçalı bir özne olarak hayata tutunuyor ama her bir tutunma inancın içinde anlam kazandığı ölçüde, dindar olmaya da devam ediyor. Bunan karşılık laik kesim gerçekliğin farklılaşmasından ürküyor, bunu bir tehlike ve tehdit olarak algılıyor. Tedbir olarak da ‘özne kalıplaşması’ denebilecek bir içe kapanma ve yabancılaşma yaşıyor.

Bu nedenle de bu ülkede şu an için dindarlar reformist, laikler muhafazakâr siyasi konumdalar. Önümüzdeki plebisitin sonucunu belirleyecek olan ise muhtemelen laik kesim içindeki sekülerlerin oranı olacak...

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT