Laiklerimiz biraz din çalışsınlar!
Anayasa Mahkemesi'nin Ak Parti'yi kapatmasa da, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olma gerekçesiyle 1'e karşı 10 oyla cezalandırma yoluna gitmesi, bizim en temel sorunlarımızın başında; "laiklik algısı" ve "toplum-din ilişkisinin ne olacağı", konusunun geldiğini bir defa daha göstermiştir.
Bizim üzerimizden İslâm dünyası ve Batı da laikliği, dini ve demokrasiyi yeniden tartışmaya açtı. "Din ve demokrasi arasında biribirini dışlamadan bir sentez oluşturulamaz mı?" soruları, yeniden sorulmaya başlandı.
Geleceğin gündem konularının başında bahusus; "siyasi, iktisadî ve ictimaî anlamda dinin oynayacağı rol" konusu yer almaya devam edecektir. Bu durum dinî duyguların güçlü olduğu toplumlarla ilgili olduğu kadar modern toplumlarla da ilgilidir.
Modernitenin, dini, modern öncesi toplumlara has kılan yaklaşımı postmoderniteyle ve insan fıtratının gösterdiği tepkiyle yıkılmasından dolayı bu bir zarurettir.
Bu meyanda ülkemizin laik aydınlarına, inanmasalar dahi bu tartışmalarda sağlıklı bir şeyler ortaya koyabilmeleri, en azından tartışmaları doğru anlayabilmeleri için dinler tarihi ve teoloji çalışmalarının gerekliliğini hatırlatmak isterim. Toplumumuzun inandığı İslâm'ı ise, toplumun nereye gittiğini doğru okumak için önyargısız tanımaya çalışmaları sağduyu adına elzemdir.
Bahsettiğimiz gidişat hakkında gözlemlerimizi özetle aktaralım:
Batılı birçok banka, bugün, dindar sermayeyi kendine çekmek için alternatif sistemler üzerinde çalışıyor, çünkü mütedeyyin sermaye güçleniyor, her geçen gün dünya ekonomi pazarında gücünü daha fazla artırıyor. İnsanlar dine temâyül ettikçe inanç tarzları ekonomik yapıya da rengini vuruyor. Seküler dünyanın kapital peşindeki bankaları bu eğilimi iyi okuduklarından kendilerini buna hazırlıyorlar.
Küresel çapta yükselişte olan bu trendi iyi okumak ve konjonktüre uygun tavır geliştirebilmek için nesnel okumalara ihtiyaç var. Salt iktisadî gâyelerle bile olsa, toplumdaki bu dinamiğin gücünü anlamak laiklerimize ağır gelmemeli.
Kaldı ki; dindarlığı anlamadan Türkiye'yi anlamak da mümkün değil. Ülkemizde çok partili siyasi hayata geçildikten sonra siyasetçi kimliğine bakın, olayın ehemmiyeti ortaya çıkar.
Meselâ; Adnan Menderes, döneminin şartları içinde dindar kabul ediliyordu. Onun halefi Süleyman Demirel ondan daha dindar görülmüştü. Turgut Özal ise her ikisinden daha dindardı. Necmettin Erbakan'ın dindar kimliğini sanırım kimse tartışmaya açmaz bile. Derken mütedeyyin Tayyip Erdoğan ülkenin hâlihazırdaki en karizmatik lideri olarak başbakanlığa ve yine dindar Abdullah Gül cumhurbaşkanlığı makamına yükselerek, dindar kimliği olgusunu ülke ve dünya gündemine taşıdılar.
Laiklerimizin bundan rahatsız olduklarını elbette biliyorum.. Ancak, dindarlara küfretmek, onların inançlarını hafife almak yerine bu trendi anlamaya çalışsalar, bütün Türkiye bundan kazançlı çıkacaktır.
Bunların önünü keseceğiz diye sabî yaşındaki çocuklara başörtüsü yasağı dayatmaları, meslek okulların önünü kesmeleri, halkın iradesini görmezden gelen birçok zulme başvurmaları ülkeye enerji kaybettiriyor. Bu tutumun altında yatan cehâlet menşeyli nefret ve önyargıların önemi inkâr edilemez.
Laiklerimiz, eğer ülkeyi yönetmeyi, bu toplum adına fikir üretmeyi sürdürmek istiyorlarsa, mahallelerinin dışında yaşayan insanları, onların zihin atlasındaki dinin yerini iyi tanımaları şart.
Batı toplumlarında laik ve ateist aydınlar çok ciddi teoloji bilgisine sahipler. Bu da ne onları ne de sistemi dindar yapar. En azından sosyal bilimciliğin nesnel kurallarını hayata geçirmek adına. İncil'den âyetleri yazılarında ve konuşmalarında kullanmakta, bunlar üzerinde toplum algısını analiz etmede de bir beis görmüyorlar.
Bizim laik aydınlarımız İslâm'a dair bilgi sahibi olmayı, belki de ‘dindar eğilimleri var’ diye bilinirim korkusuyla istemiyor. Laik siyasetçilerimiz de öyle. Dinden bu kadar korkmak ve dolayısıyla bihaber olmak nesnel bilimselliğe de, kanaat önderi olma formasyonuna da aykırıdır!
Dinden ödü kopan pozitivist modernistlerin, bu korkularının yersiz olduğunu görmelerinin vakti çoktan geçti bile.
Dünyada; çevre sorunları, küresel açlık meselesi, uluslararası siyasi krizler gibi büyük sorunları çözmek için dinin önemi yeniden keşfediliyor. Din merkezli çatışmalar kurgulandığı gibi din merkezli barış arayışları da gündemi oluşturuyor. Bu realiteye Türkiye aydınları gözünü kapayabilir mi?
Laikliği totaliter bir yaşam tarzı olarak algılamış Anayasa Mahkemesi'nin 10 üyesi ve laikçi aydınlarımız, adına hareket ettikleri dünya görüşünün merkezindeki bu değişimi görmek zorunda değil mi?
Dindar câmiada, mütedeyyin kitleleri laikleştirip sisteme entegre ediyor diye eleştirilen Ak Parti'yi, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" görmek ancak 19. Yüzyılın pozitivist yanılgısı ve totaliter zihin yapısıyla açıklanabilir. Bu yanılgıyı terk etmeden de sorun çözülemez.
Konuya devam edeceğiz.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT