Laikleri bölen ne?
Başörtüsü tartışması batı ülkelerinden birinde yaşanıyor olsaydı beklenen şey muhafazakar kesimle laik kesim arasında bir tartışmanın ortaya çıkması olurdu. Her iki tarafın temsilcilerinin buluştuğu televizyon programları yapılır, gazeteler farklı cemaatlerin sesini duyurmaya çalışırdı. Ancak Türkiye’de öyle olmuyor... Muhafazakar kesimin sesi son derece cılız. Nasıl olsa iktidarda AKP olduğu için böyle pasif davrandıklarını düşünebilirsiniz. Ama AKP hükümetinin ilk 4 yılında da, İslami kesimden bu konuda önemli bir itiraz veya istek gelmemişti.
Buna karşılık laikler arasında giderek şiddetlenen bir tartışma yaşanıyor. Görünen o ki kurumsal boyutta laik kesim neredeyse ortadan ikiye bölünmüş durumda. Örneğin Barolar Birliği’nin başörtüsü yasağını desteklemek üzere Ankara’da düzenlediği toplantıya toplam 78 barodan 26’sı katılmayı reddetmişti. Yapılan tartışma sonucunda yazılan başörtüsü karşıtı metne ise 14 baro imza koymadıği gibi, birçoğu da çekimser kaldı. Öyle ki nihai basın bildirisini okumak üzere bir araya gelen baro sayısı sadece 23’dü... Benzer bir biçimde üniversiteler de ikiye bölünmüş durumdalar. Rektörlerin bir bölümü yasak kalktığı anda başörtülü kızların serbestçe üniversiteye girebileceklerini şimdiden ilan ederken, bazıları derslere girmemekten, okulu kapatmaktan söz edebiliyor. Öğretim üyeleri ise farklı gruplaşmalar halinde başörtüsü özgürlüğünü destekliyor veya karşı çıkıyorlar.
Esas tartışmanın laikler arasında olmasının temel bir nedeni var: Laik kesim bugüne kadar muhafazakarların taleplerini hiçbir zaman bir vatandaşlık hakkı veya özgürlük meselesi olarak ele almadı. Laikler için bu talepler ‘geri’ bir kimliğin direncini ve zararlı hayallerini temsil etmekteydi. Kısacası Türkiye’de laik kesim aynen dindarlar gibi bir cemaat oluşturmakla kalmadılar; kendi cemaatlerinin daha ‘ileri’ bir kimlik durumunu ifade ettiğini varsayarak devletin de doğal olarak bu kimlik lehine tavır alması gerektiğini düşündüler. Aynı bakışı sürdüren CHP lideri Baykal, bugün hükümete ‘gayri meşru’ muamelesi yapmaya çalışarak, onları idama gitmekle tehdit edebiliyor. Çünkü Baykal gibi laikler için ‘devlet’ hükümetten ve meclisten üstün bir varlık olmakla kalmıyor, laikliği de bir ‘kimlik’ olarak taşıyor. Yani laiklik farklı inançlar arasında bir hakemlik kurumu değil, bizzat yönetmesi gereken bir ideolojik özne...
Buradan anlaşılacağı gibi laiklerin hemen hepsinde bu ülkenin kendi kimliklerince yönetilmesi gerektiği inancı var. Bunun da altında dindarlıktan uzaklaşmanın ‘çağdaşlık’ olduğu savı yatıyor. Dolayısıyla laiklerin kendilerine tanıdıkları hak ve özgürlükleri dindarlara layık görmemek gibi bir alışkanlıkları bulunuyor. Tam da bu nedenle Türkiye’deki laiklik demokrasi ile bağdaşmakta zorlanıyor ve çoğu zaman tam tersi bir konumu ifade ediyor.
Bugün laiklerin böylesine bölünmesinin nedeni de demokrasinin gerekleri karşısında çaresiz duruma düşmeleri. Çünkü sırf laik olunduğu için kendini ‘demokrat’ sanma tavrı artık inandırıcı değil. Laik kesim gerçekte demokrat olmadığını idrak ettiği ölçüde, aralarındaki demokratlar da ayrışıyor. Böylece laik kesim içinde yaşanan bir tartışma doğuyor: Demokratlarla demokrat olmayanlar arasında bir tartışma... Ancak biraz daha temele inersek ahlakı siyasetin öncülü olarak alanlarla, ahlakı siyasetin aracı kılanlar arasında...
Öte yandan demokrat olmayanlara baktığımızda ise neredeyse bütün liberal ve sosyalist entellektüelleri bir arada buluyoruz. Modern siyasi yelpaze içinde birbirlerinden çok uzak varsayılan bu iki ideoloji, mesele demokratlık olduğunda aynı bağnazlık noktasında buluşmakta hiç de zorlanmıyor. Çünkü bu ideolojilerin ikisi de ‘modern’... Yani kendilerini aydınlanma sayesinde dinden uzaklaşarak ‘ilerlemiş’ sayan yaklaşımlar. .. Ne yazık ki modern tasavvur sadece laik kimliğin içindeki demokrasiyi anlıyor. Kendi dışındaki taleplerle yüz yüze geldiğinde ise demokratlıktan korkup içindeki otoriterliğe rehin düşüyor.
Gazetem.net
YAZIYA YORUM KAT