Laikler konuşabilir, dindarlar konuşamaz!
Önce bir haber: CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 30 yıl önce bakanlık yaptığı dönemde mazotu rüşvet vererek aldığını söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yanıt verirken, "Rüşvet alan da, veren de mel’undur" dedi. (Radikal: 13 Nisan 2008)
"Rüşvet alan da, veren de mel’undur" sözü, Hz. Peygamber'e aittir, dolayısıyla dinî bir metindir.
(Ebû Davûd: 3/300, hn: 3580, Tirmizî: 3/622, hn: 1335)
İki lider arasındaki polemiğin rengi ne olursa olsun, Türkiye’nin en katı laiklik anlayışının sahibi partinin, dindar kabul ettiği siyasi rakibini dinî nasslarla vurmaya çalışmasına ne demeli?..
Aslında laikliğin beşiği olan Batı ülkelerinde, siyasi liderler, zaman zaman toplumlarının dinî referanslarına gönderme yaparlar, kimse de bunu yadırgamaz. Bu meyanda Deniz Baykal’ın hem bu çıkışı, hem de daha öncelerde başörtüsü meselesinde olduğu gibi döktürdüğü fetvalar, konuda ehil olmadığı için yadırgansa da, toplumun sabit değerleri zemininde konuştuğu için sıradan bir olay gibi geçiştirilebilirdi. Ama meseleye Türkiye konjonktürü perspektifinden baktığımızda kazın ayağı öyle değil.
Öncelikle, aleyhinde esip gürlediği Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisi hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde “laikliğe aykırı fiillerin odağı hâline gelmiş” olması gerekçesiyle açtığı bir kapatma dâvası var.
Yetmedi.. Başbakan Erdoğan’ın çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda, Deniz Baykal’ınki kadar direk dinî metinlere dayalı olmasa da, halkın şuur altyapısının ifadesi olan dinî kavramları çeşitli vesilelerle kullanması gerekçe gösterilerek, “laik devletin başı olamaz” evhamınca, siyasetten men edilmek üzere aleyhinde açılmış dâva da, Anayasa Mahkemesi'nde. CHP ve Başkanı Baykal da bu durumdan gâyet memnun.
Sizce de ortada tuhaf bir durum yok mu? Muhalefet partisi lideri Baykal’a caiz olan dinî kavramları kullanmak, ülkenin Başbakanı'na yasak kabul ediliyor; bu çifte standart niye?..
Geçelim..
Şimdi de konuyla tersten ilintili bir başka meseleye gelelim. Zamanında okuduğumda hayli garipsediğimden olsa gerek, bir yere not etmiştim. İki yıl önce meydana gelmiş o olay, özetle şuydu:
Din görevlilerinin siyasi partiler lehine faaliyette bulunmasından rahatsız olan Diyanet İşleri Başkanlığı, tartışılacak bir karara imza atıyordu. Başbakanlık'a gönderilen Teşkilat Yasası'na göre, bir siyasi partinin toplantısına ya da yürüyüşüne katılan din görevlisi, herhangi bir uyarı ya da başka cezaya çarptırılmadan meslekten ihraç edilmek isteniyordu. Sendikalar, Diyanet'in ‘din adamı siyaset üstü olmalı’ gerekçesine dayandırarak aldığı karara ‘savunma hakkı’ eksik bırakıldığı için tepki göstermişlerdi.
O zaman en çok garipsediğim durum da, konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun, din adamlarının siyaset dışı olması gerektiği yönündeki hassasiyetini, “Din görevlisinin siyasi tercihini eşi bile bilmemelidir” cümlesiyle dile getirmiş olmasıydı. (Zaman: 22 Nisan 2006)
Din görevlisi, bu toplumun insanı değil miydi? Her vatandaşın siyasi bir görüşü olur da, din görevlisinin neden olmasın? Ülke meselelerine dair konular siyasete giriyor diye konuşamayacaksınız, böyle bir şey olabilir miydi?.. Ya da siyasetin değmediği hayatta hangi alan var ki?..
Tuhaf olan, din görevlisinin siyaset hakkında konuşması ittifakla dışlanırken, siyaseten din mühendisliğini birincil görevi addetmiş bir parti başkanının din adına konuşması ve fetvalar vermesinin bir fikir hürriyeti olarak görülmesidir. O zaman dindar bir Başbakan'ın fikir hürriyeti neden yok sayılıyor?
Meşhur slogandı; “Câmiye, kışlaya ve mektebe siyaset girmeyecek!” Bunun ne teorik, ne de pratik bir zemini yok; olmadı da bu ülkede.
Zira, kışlaları siyasete karıştırmayacağız demişlerdi, ama ülkede sivil siyasete, askeri darbe ve muhtıralardan geçilmiyor! Kimi siyasiler, medya ve iş dünyası mensupları en kritik siyasi meselelerde askerin ağzına bakmadan tavır belirlemiyor.
Üniversitelerde siyaset yasak demişlerdi; değil mi? Ama, ortalık bilim üretmeyi bir tarafa bırakmış, siyasi kriz çığırtkanlığı yapan üniversite hocalarından geçilmiyor.. Kimi rektörler, halkın seçtiği hükümete ultimatom vermeyi adet hâline getirmiş durumda. Sun’î öğrenci çatışmaları sivil siyaset alanını daraltmak için bir kaldıraç güç olarak kullanılıyor. Ama gelin görün ki; bunların sesleri câmiye, din görevlilerine, dindar insanlara çıkıyor.
Sözün özü, jakoben laikliğin temsilcileri, dinî nasslarla siyasi polemik yapabilir.. Zira onlara serbest, ama dindarlara yasak, kara mizaha bakar mısınız?!!
Hani; siyasiler, askerler, eğitim görevlileri, işadamları, din görevlileri, özetle tüm vatandaşlar, Anayasa karşısında eşitti! Yoksa, yasak sadece din görevlilerine, dindar insanlara mı?..
Vakit gazetesi
YAZIYA YORUM KAT