La Galibe İllallah
Çocuktum. Bandırma’nın 600 Evler mahallesinde bahçesinde 11 meyve ağacının olduğu kiralık bir evde otururduk. En çok avlunun ortasındaki dut ağacını severdim. Çünkü kardeşim ve benim için bir salıncak kurulmuştu dalına. İpten, üzerinde minik bir minderi olan, oturunca rahat vermeyen ama sallanırken hayallerimi uçurduğum basit bir düzenekti. İlk yazarlık düşlerimi kurduğum yerdi diyelim adına.
İkinci (canım) babam maden fabrikasında üç vardiya çalışan, eve ekmek getirmek için gecesini gündüzüne katan kasketli bir adamdı. Gelecekte ne olacağımızdan çok ayı nasıl çıkaracağını hesap eden bir gariban Anadolu insanı. Hiç unutmam. Küçük bir not defteri vardı. Hep oturduğu koltuğun önündeki sehpanın üstünde dururdu, yanında da hep aynı tükenmez kalem. Gerçekten de hiç tükenmezdi. Babam onunla her ay sonu evin kirasından başlayan ve bakkal borcu, pazar masrafı, elektrik- su faturası diye uzayıp giden bir aylık cetvelin çetelesini tutardı. Hepsini toplayıp altına yazdığında, çıkan meblağ genellikle maaşını aşar, öbür aya sarkmış borçla yine de bizi kimselere muhtaç etmeden geçindirmeyi başarır, ‘azıcık aşım, dertsiz başım’ bir hayat çizgisinde ilerlemeye çalışırdı.
Ebeveynlerimin ikisi de ilkokul mezunuydu. Bense çocukluğumdan beri büyük üniversiteler okumayı hayal ederdim . Ama annem hemşire olup bir an önce maaşa bağlanmamdan ve bu kıt kanaat hayattan sıyrılıp kendime bir yol tutmamdan bahsederdi iki lafından birinde. Annemin en doğruyu düşündüğüne inanan çocuklardandım pek çok akranım gibi. Dediği yoldan gittim. Onun hayaline saygı duydum. Orta sonda sınavlara girip kazandım bir hemşirelik okulunu.
Evde bir bayram havası… Uzak yollarda, soğuk ranzalarda, asık yüzlü öğretmenlerin hegemonyasında, mercimek ve nohut ağırlıklı, tatsız tutsuz karavanalarla geçti gençlik yılları. Okudum, mezun oldum, yetmedi üniversitesine gittim sağlık okulunun. Son sınıfta Allah nasip etti, İslam’la onurlandırdı Rabbim…
Sonrasında yasaklar, baskılar, işten atılmalara kadar varan bir garip muamma beni de buldu o dönemin yasaklarıyla çarpışmış pek çok kardeşim, dava arkadaşım gibi…
İşten ayrıldığımda en çok aileme mahcuptum. Hala aynı sehpanın üstünde aynı çeteleyi tutmakta olan babama devlet memuru maaşından vazgeçmiş olmayı izah etmem hiç kolay olmadı. Annemin hayallerine ise kökten ihanet etmiştim bildiğin. Anlaşılmak kimi zaman dünyanın en zor şeyidir.
Sonrasında evlilik, çocuklar ve hep küçükken söyleyip durduğum ‘ben yazar olacağım’ niyetinin peşinde geçen yıllar takip etti birbirini. Yasaklar son hız sürerken kitaplarla ve yazıyla hemhal olmak hem iyileştiriyordu baskılar altında bunalan ruhu, hem de Allah yeni yeni kapılar açıyordu. 28 Şubat’ta, şimdinin beğenilmeyen hidayet romanları derdimi- davamı anlatmanın avuntusu oldu. Biz beğenmedik, basit bulduk, edebi çizgisi dar falan dedik ama sistemin gözüne battı. Ali Kırca, ana haber bülteninde romanımdan kesitler okuyup bu dinciler kötü kitaplar yazıyor, hayatımız tehlikede diyerek camiayı hedef bile gösterdi. Kitabımı öğrencilerine okutan öğretmen işten atıldı. Kitaplar birer birer iade edildi yayınevine… Bize ne gam! Zaten kaybedecek dünyalık neyimiz vardı?! Pes etmeden sürdü yazı yolculuğu… Sonrasında onlarca öykü Haksöz’ün sayfalarında yayınlandı yıllar yılı… Haksöz hepimize okul oldu, yuva oldu, sesimize nefes oldu. En içten yazılan satırların adresiydi benim için…
Memlekette değişim rüzgârları esti zamanla… Hayal edilenin üstünde gelişmeler yaşadık. Çocuklara, gençlere yazdığım onlarca kitap hızla okullarda okunmaya başladı. Bir gün Esenler’deki bir okuldan davet aldım. Yazar olarak söyleşiye çağrılıyordum. Kulaklarıma inanamadım. Öğrencilerin karşısına çıkmam ve yazarlık serüvenimi anlatmam isteniyordu. Kaymakamlık davetiyle gidiyordum üstelik, Milli Eğitim Müdürü ve Kaymakam da gelecekti etkinliğe… Devlet erkanının da söyleşide hazır bulunduğu o ilk gün milatmış meğer. Ben sanmıştım ki giderim, başörtüm yine göze batar. Her şey bir günde olur biter. Yine kapanırız dört duvar arasına…
Öyle değilmiş. Türkiye’de artık yeni bir dönemin kapıları aralanmış. O günden sonra ardı arkası kesilmedi. 15 yıla yakın İstanbul ve Anadolu’nun hemen her köşesinde, bazen de Yurt dışında okullara, derneklere, vakıflara gittim, gidiyorum. Sayısız tecrübe ve anı birikti. Hepsi de güllük gülistanlık değildi tabii. Her çeşit eğitimci ve de insanla diyaloga girmek hem fazlasıyla yoruyor hem de olgunlaştırıyor insanı…
Birkaçını burada anlatsam ve bitirsem yazıyı… Bir gün bir ilkokula gittim. Sahnede söyleşiye başlamadan önce besmele çekmişim. (Besmele bizim ekmeğimiz suyumuz!) Çocuklarla güzel bir söyleşi olduğunu düşünüyordum. Çünkü salondan aldığım elektrik muazzamdı. Eve geldim. Sosyal medya hesabıma bir öğretmen yazmış. “Bugün okulumuza geldiniz. Söyleşiye başlarken besmele çektiniz. Burası bir ilkokul, İmam Hatip mi sandınız. Şovunuzu kınıyorum.” Öyle şaşırıp kaldım, diyemem. Çünkü memleketin bin bir türlü halini görmüş biri olarak bu makûs algının insanlık tarihiyle birlikte yol aldığını biliyorum. Uygun bir dille karşıladım mesajı… Daha da öğretmenin sesi soluğu çıkmadı.
Yine bir gün Anadolu’nun bir şehrinden çağırdılar. Ve 7 okul söyleşisi için 3-4 günlük bir zaman aralığı istediler. 3-4 günü bir şehre ayırmak, evden o kadar süre uzaklaşmak demek. Çocuklar, evin yükü vs. ciddi bir fedakarlık isteyen iş. Şartları zorlayıp gittim. Daha ilk gün beni karşılayan eleman, sadece fuar imzası olacağını, okulların hepsinin son anda söyleşileri iptal ettiğini belirtti. Sebep gösterilmesini istedim. Sebep, başörtülü bir yazarın çocukların karşısına çıkmasının istenmemesi. Okuldaki bazı öğretmenlerin olayı protesto etmesi, kısaca!
Yine başka bir ilde bir koleje gittim. Çocuklar kitaplarımı istekle okuyup bitirmişler. Merakla beklemişler. Söyleşiyi dinlemek için can atıyorlar. Fakat ön sıraya oturan 4 öğretmenin yüzü sanki bir mahkeme duvarı. Niye geldin ve ne anlatıyorsun diyerek sanki gözleriyle beni deviriyorlar. Söyleşinin sonunda kaçarcasına salonu terk ettiler. Sanki bir vebalıyım. Öğrencilere okuma sevgisini anlatmamışım da çağ kapatıp çağ açmışım.
Yine bir gün imza etkinliği için gün alan Ankara’da 6 okul, kitaplarımda ezan ve namaz bahsi geçiyor diye birbirleriyle paslaşarak teker teker imza günlerini iptal ettiler. Söyledikleri de “Biz çağdaş bir bilim yuvasıyız!”
Yine bir gün kitaplarımı alan bir okul, içinde Allah sevgisi ve Ramazan ayı anlatılıyor, çocuklar camide teravih kılıyor diye alınan kitapların hepsini yayıncıya iade!
Bu ve buna benzer nice olay ve tatsızlığın yanında kitaplarımı el üstünde tutan, gittiğimde kardeşi gelmiş gibi kıymet veren, baş üstünde tutan sayısız eğitimci ve ebeveynle güzel işler yaptık. Yapmaya devam ediyoruz.
Okullara gittiğimde “Ben sizi sarı saçlı, yeşil gözlü bir yazar sanıyordum”J diyen önyargılı miniklerle dakikalar içinde harika kaynaşmalarımız oldu. “İlk defa başörtülü bir yazar görüyorum, yazar mısın gerçekten?” diye soran çocuklarla oturup kalktık tebessüm ederek. Anneme benziyorsun, sizi çok sevdim, diyen nice küçük canla göz göze, gönül gönüle birbirimizi günlerce, aylarca, yıllarca anladık, dinledik.
Velhasılı bu günlere kadar geldik. Bunları anlatmak istedim çünkü, sürekli evrilen bir çağda yarın ne olacağımızı bilmeden azimle gayretle yol almaya çalışıyoruz. Yolumuza çıkan engeller çok ve gün geçtikçe işin zahmeti daha da artıyor. Kazanılan hakların, verilen mücadelenin değeri tam olarak anlaşılamıyor. Hatta umutsuzluğa düşer gibi oluyor insan. Tam bir ivme kazanılmışken neden geriye doğru gider olduk sorusu gelip saplanıyor insanın kalbine.
İşte bu noktada dönüp kendimize bakalım istiyorum. Çıktığımız yolda Allah’tan başka neye güvenip dayanmıştık ki! Dünya Müslümanlar için bir imtihan arenasıysa varlık da darlık da bizim için değil mi? Birileri çorbamıza toprak atıyor diye, çıktığımız yoldan geri dönecek değiliz ya!
Yozlaşma mı var, evet! Yeni nesiller bizi anlamıyor mu, sanki! Gördüklerimiz bizi fazlasıyla üzüyor mu, hem de çok! Öyleyse kendimize de paye çıkaralım mı biraz. Ve yola her zamankinden daha azimle koyulalım mı? Allah’ın samimi kulları için her çağda ve her durumda yapılacak işler vardır. Hem de sonsuz! Zaten bunun için buradayız. Onun için Dünyadayız. İmtihanı bitirip Ahirete doğduğumuzda dilerim ki bütün sıkıntıları biten kimselerden oluruz. O’dur bizi yaşatan ve öldüren! Öyleyse O’na güvenle ve imanla tazelensin günümüz. La galibe İllallah!
YAZIYA YORUM KAT