Kusursuz Sekülerizmi Muhafaza ve Müdafaa Hattı
Kötülüğü ve çirkinliği müdafaa üzerine kurulmuş sorulara cevap yetiştirmeye çalışarak ne doğruya ne de güzele ulaşabiliriz. Üstelik bu sorular ahlaki ve siyasi açıdan tutarsız ve samimiyetsiz çevrelerden neşet ediyorsa.
Mesela Türkiye gibi resmi ideoloji ve iktidar sınıfları eliyle modernleşme adına bir asırdır din-ahlak dışı hayat tarzının dayatıldığı bir ülkede “ahlak polisi mi geliyor?” tarzı bir sorunun hakikatte zerre miktarı önemi yoktur. Yine “Hükümetin, devlet ve toplumu muhafazakârlaştırmasından endişeli misiniz?” gibi bir dizi sorunun da hakikati aydınlatmaya değil olsa olsa karartmaya hatta ortadan kaldırmaya matuf çabaların bir parçası olmaktan öteye bir değeri yoktur.
Size Dans Etmeyi Emrediyorum!
Başbakan Erdoğan’ın kız-erkek öğrencilerin aynı yurt ve evlerde barınmasını teşvik eden, mecbur bırakan ifsat edici sürece dikkat çekip itiraz etmesi beklendiği üzere ciddi bir gürültüye vesile oldu. Bu konunun paralelinde seyreden gelişmelerin laik-seküler yaşam tarzına yönelik tehditleri arttırdığı endişesi tavan yapmış durumda. Durumu izah sadedinde meseleye açıklık getirmek isteyen kimileri “muhafazakâr toplum mühendisliği”nden başlayıp “ahlakçı faşist kafanın cadı avı”na kadar götürme yarışında ısrarlılar.
Burada söz konusu olan laik-seküler bir hayat tarzını savunma değil bunun bir devlet politikası olarak sürdürülmek istenmemesidir. Devlet veya hükümete sorumluluk olarak yüklenen şey laik-seküler hayat tarzının sadece teminatı olması değil aynı zamanda teşvikçisi hatta kolaylaştırıcısı olmasıdır. Kemalist cumhuriyetin mana ve ehemmiyeti de zaten bu değil midir?
Müslüman bir toplumu İslami kimliğinden, ahlaki değerlerinden, kültür ve örfünden, ibadet ve kılık-kıyafetinden söküp koparan sanki gönüllü bir toplumsal iradeydi. Sanki makbul vatandaş yaratma süreci, adına Atatürk ilkeleri ve inkılapları denilen ve kolluk kuvvetleri marifetiyle ağır bedeller ödetilerek dayatılmamıştı. Sorun zannedildiği gibi sadece kadınların başının açılmasıyla sınırlı değil.
Resmi kurum ve törenlerde beden terbiyesi/eğitimi veya Medeni Bilgiler adına yaptırılanların temel hedefi neydi? Mustafa Kemal’in deyişiyle ilerlemeye/muasırlaşmaya engel addedilen “utanma duygusunu” ortadan kaldırmaktı, değil mi? Başta subayla ve diplomatlar olmak üzere bütün bir topluma “dans etmeyi” emreden Ulu Önder’in ahfadı durumdan vazife çıkarıp hedef büyültmüş ve alkolizmi, fuhşu hatta homoseksüaliteyi AB kriterleri ve liberal değerleri de arkasına alarak Müslüman bir topluma yeni bir kimlik olarak giydirmeye çalışmaktadır.
Üniformalı veya üniformasız devlet sınıfları açısından hayat-memat meselesi olan laikliğin-sekülerizm kriterleri neydi? Elbette namaz kılmak, başörtülü olmak, başörtülü bir hanımla evli olmak, alkol kullanmamak, davetlere eşli katılmamak, davetlerde dans etmemek, hanımlarla tokalaşmamak gibi kriterlerdi.
Karşımızda Kriterler Savaşı
Normal olanı anormal, anormal olanı normal yapmak üzere her daim devrede tutulmuş devlet imkânlarının sekteye uğramış olması şimdilerde birilerini fena halde telaşlandırmış vaziyette anlaşılan. Çünkü onlar sekülerizmi-laikliği değil her zaman ve mutlaka tepeden bakarak, buyurgan cümlelerle, alaycı sorularla İslami-ahlaki değerleri sanık sandalyesine oturtup sorgulamayı teamül edinmişlerdi. Zorunlu din dersini tartışıp tepeden tırnağa Kemalist-seküler ideolojiyle örülmüş eğitim öğretim sistemini sorgulamayı akledememek gibi hastalıklar da işte bu teamüllerin organik bir parçası olmaktan kaynaklanıyor.
Devlet gibi kimi ulusalcı, kimi sosyalist kimi de liberal aydınlar da İslami değerleri sadece kamusal alandan değil toplumsal hayattan da söküp atmayı kendilerine en temel misyon olarak belirlemişler. İslami-ahlaki değerlerin toplumsal hayattan kazınması veya en iyi ihtimalle uysallaştırılıp kullanıma hazır hale getirilmesi için her yolu denemekteler.
Kız-erkek yurtları ve evlerine ilişkin tartışmayı kürtaj veya alkol düzenlemesinden, törenlerin ve andımızın kaldırılmasından, okullara seçmeli Kur’an ve Siyer dersleri konulmasından bağımsız görmek mümkün değil. Resmi ideolojiye ve hedonizme/hazcılığa kul-köle edilmek istenen Müslüman bir topluma fıtratımızı, iyiliği, güzelliği, doğruluğu hatırlatıyor olmak en kestirmesinden otoriter ve totaliter olmak şeklinde yaftalanıyor.
Kim ne derse desin, mesele en temelde haram-helal sınırlarının yıkılması, utanma duygusunun imha edilmesi ve nihai manada Müslüman bir toplumu tamamen İslam dışı bir hayat tarzının yani bataklığın içinde boğulmak istenmesi sürecinden bağımsız değildir. Zinaya sevişme özgürlüğü, homoseksüelliğe trans birey, alkolizme neşeli hayat tarzı vd. gibi cilalı imajlarla meşruiyet ve imrendirici vasıflar kazandırmaya çalışıldığı ortada.
Konuyu Başbakan Erdoğan’ın beyanatlarından bağımsız olarak İslami kamuoyu tartışmak durumunda ve mecburiyetindedir. Zinaya, fuhuşa, homoseksüaliteye, alkolizme, teşhirciliğe, röntgenciliğe, Kemalist, ulusolcu veya liberal değer ve çevrelerin tasallutuna daha ne zamana kadar tahammül edilebileceğini tartışmak gerek. Başbakan Erdoğan konuşurken Müslüman toplumun suskun kalması hiç de hayra alamet değildir.
YAZIYA YORUM KAT