Kurye...
Fatma Barbarosoğlu modern zamanların içinde bazı sorgulamalar gerçekleştiren hikayeler anlatmaya devam ediyor.
Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
Kurye
I-
Önce iki kişi idiler. Sonra sayıları beş oldu. Marketin yan duvarının önünde, park ettikleri motosikletlerin başında ne yaptıklarını ilk zamanlar kimseler anlamadı. Ama her birinin motosikletinin turuncu sepete sahip olması ve sırtlarında birbirinin aynısı turuncu logolu kıyafetlerin bulunması, mahallelinin gözünde onları tekinsizlik hüviyetinden kurtardı.
İlk başlayanlar Mert ile Ali idi. Bir haftada birbirleriyle iyice kaynaşmışlardı. O kadar ki, gruba yeni katılanlar onları çok eski iki okul arkadaşı zannedebilirdi. Ali’de aidiyet bilinci vardı. Öyle diyordu kendisi. İnsanlara, mekanlara, zamanlara hızlıca dahil olur, ayrılık gayrılık çizgisini ruhu ile silerdi. Bunlar Ali’nin cümleleri. Ali’yi sevenler bu cümlelere itiraz etmez. Evet esaslı arkadaştır diyerek bir onay cümlesi de ilave edebilirler. Ama Ali ile yıldızı barışmayanlar, iklimi tutmayanlar “Herif ajan mıdır nedir, bukalemun gibi her yere dalıyor, ben hayatımda bu kadar teklifsiz adam görmedim” diye isyan bayrağını çekebilirdi.
Mert konuşmayı sevmiyor. Ama kendisine sorulan soruları cevapsız bırakmaktan da hoşlanmıyor. “Sen ne cool adamsın” diyenlere “Hepimiz bir yerlerin kuluyuz işte. Kim kuru kafasını dağların doruğuna çıkarabiliyor ki!” deyip gülüyor.
Ali, bir baltaya sap olamamışlar üniversitesinin “Canım acayip sıkıldı, vurdum kapıya çıktım” fakültesinden mezun.
Mert İşletme Fakültesi mezunu. Niye kuryelik yaptığı sorusunun cevap hanesi boş. “Ölümlü dünya” deyip geçiyor. “İyi de paşam, en ölümlü dünya kuryelerin başında. Baksana, Karantina Günleri’nden bu yana kaç kurye trafikte can verdi.”
“Niye başka iş yapmıyorsun?” diye soranlara daha önce yaptığı işleri sıralıyor Mert. İyi de hepsi kuryelik. Firmalar değişmiş, Mert’in meslek hanesi değişmemiş.
“Artık bir filo olduk” diyor Ali, yeni gelenlerle kaynaşırken. Kaynaşma işini Mert’in yokluğunda Mert üzerinden yapıyor. Yeni katılan üç kişiyi bir kişi kabul ediyor. Adlarını öğrenmek yerine “üçüzler” diyor, Mert’e onlardan bahsedeceği zaman. Ali'ye göre üçüzler üç vakte kalmaz terk eder işi. Ne diye onlar için bir dosya açsın ki! “Hani filo olacaktık!” “Filo oluruz olmasına ama hep gelip geçici insanlarla. Bu üçü gider yerine başka bir üçü gelir.”
Ali, Mert’e hayran. Mert’in yokluğunda üçüzleri Mert’in fan sayfasına dahil etmek için elinden geleni yapıyor:
“Esasında işe ihtiyacı yok biliyor musunuz? Söylemez ama o bir Instagram fenomeni. Benim bildiğimi bilmiyor. Şehabettin diye bir hesabı var. İnsan ne diye kendine böyle bir profil adı seçer ki...”
“Abi onun o olduğunu nerden bildin ki?”
“Çok kolay. Mert fotoğraf çekmeyi çok seviyor. Bazen bana gösterir. En çok duvar yazılarının fotoğrafını çekiyor. İsterseniz siz de takip edebilirsiniz. Gizli hesap değil.”
II-
Yeni gelenlerin üçü de üniversite mezunu. Ali ile muhabbeti ilerlettikleri halde Mert ile bir selamdan öteye pek geçemediler. Ama Mert hakkında her türlü bilgiye aşinalar. Sanki Mert onların filosundan değil de rol icabı buradaymış, hani bir film çekiliyormuş da, daha iyi rol yapabilmek için, canlandırdığı kuryeye daha iyi ruh vermek için aralarına katılmış gibi.
Ali her defasında yeni bilgiler veriyor gençlere, Mert’e dair. Gençlerin en çok ilgisini çeken bilgi, Mert’in evliliğin eşiğinden dönmesi oluyor. Bir türlü inanamıyorlar Ali’nin anlattıklarına. En sonunda Ali’nin sabrı taşıyor.
“Bana inanmıyor musunuz? Kendisine sorun. Yalnız fazla meraklı bir şekilde sormayın. Konuşmaktan pek hoşlanmıyor. Karşısındaki meraklı olunca HİÇ hoşlanmıyor.”
“Üçüzler” günlerce plan yapıyor, konuyu evlenme-evlenememe hikayesine getirmek için. Yapılan plan her defasında boşa çıkıyor. En sonunda doğrudan sormaya karar veriyorlar.
“Ali bize bir şeyler anlattı ama... Biz inanamadık abi. Yani çok özelin olmayacak ise... Yani bize de şey olması bakımından... Yani mümkünse...”
Mert gençlerin yüzüne bakıyor uzun uzun. Evlen(E)meme hikayesini merak ettiklerinin farkında. “Başkasının hikâyesinden sizin payınıza ne düşecek!”
Bir şey öğrenemeyeceklerini düşünen gençlerin yüzü asılmışken birden anlatmaya başlıyor Mert:
“Evet Ali doğru söylüyor, evliliğin eşiğinden döndüm. Ruba ile biz... Adı Dilruba idi. Ama şu Fethi Paşa Korusu'ndaki mekanla aynı ismi paylaşmamak için adını Ruba yapmış. Resmi işler dışında Ruba. Ruba ile biz aynı okuldanız. O benden bir sınıf geride imiş. Almanya’ya gittiğim yıl kaydımı dondurunca, tekrar başladığımda Ruba ile aynı sınıfa düşmüş olduk. Bir gün sınıfta arkadaşlar Ruba’nın saklama kaplarında yemek taşımasını fena halde tiye alınca ben destek çıktım. Bütün Avrupa böyle, insanlar sürdürülebilir hayat için ellerinden geleni yapıyor dedim. Bir hafta sonra Ruba bana ‘Senin için de yemek getirdim, piknik yapalım mı?’ dedi. Piknik yapmak lafın gelişi. Kantine kareli peçetelerimizi yaydık, Ruba’nın getirdiklerini birlikte yedik.
“Anladım piknik yolu nişanlanmaya doğru gitmiş. Sonra neden eşikten döndünüz ki...”
“Ruba ile çok iyi anlaşıyorduk. Benim ileriye dönük hayallerim yoktu. Babadan kalma bir evim var. Minik bir bahçe katı. Bana yetiyor. Mevsimine göre çiçekler ekeyim. Mevsimine göre bir iki sebze. Mis. Kazandığım, faturalarımı ödüyor. Yeni bir ev, bir araba, çoluk çocuk hayalim yok. Dünyanın farklı yerlerinde geçici işçi olmayı seviyorum yazları. Geçen yaz Fransa’ya gittim bağ bozumunda mesela. Almanya doğumlu olduğum için vize sıkıntım yok. Akşamdan sabaha yurt dışına çıkma fikrim Ruba’ya çok iyi geliyordu. ‘Erteleye erteleye yaşamak kötü. İnsan kazandıkça kazandığının kölesi oluyor’ diyordu.”
“Çok merak ettim abi. Ne oldu? Ölüm yok inşallah!? ”
“Yok yok, ölüm yok. Ruba evlendi. İkizleri var galiba.”
“Ne diyorsun! Üzüldün mü?”
“İnsan başkasının başından geçen olaylara isim takabiliyor da kendi başından geçince... Bilmiyorum. Ama sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlara bakınca iyi ki vaktinde sonlandırmışız diye şükrettiğim oluyor.”
“ Abi sonunu söylemedin bir türlü.”
“Ya öyle söylenecek son filan yok. İnsan evleneceği kişi ile aynı vakti yaşamalı.”
“Ne demek abi öyle...”
“Yani şöyle demek istiyorum. Ruba ile bizi birbirimize yaklaştıran şey, merkeze koyduğumuz şeylerin aynı olması idi.”
“Abi sen iyice işi yokuşa vurdun. Ne dediğini hiç anlamıyoruz valla.”
“Ali anlatsın. Başkasının hikayesi daha kolay anlatılıyor demek ki. Hadi ben gittim.”
“Abi böyle yarıda bırakmasan...Ali Abi bize anlatmaz şimdi.”
“Anlat Ali. Üzme çocukları. Sahibinden satılık I. el hikaye gibi anlatabilirsin. Hadi bana eyvallah!”
“Yolun açık olsun abi! Çok da anlatabileceğim bir şey yok gençler. Mert ile bir akşam onun evine gittik. İşte o gece ne anlattıysa. Sonra bir daha konuyu açmadık. O akşam Mert’e ‘Senin yerinde olsam şu eve ilave bir çivi çakmam. Ne güzel bir ev, eskimesin, halini hep muhafaza etsin diye her şeyi tamir ederim’ dedim. İşte o zaman Mert bu tamir bahsinden hareketle açtı konuyu: ‘Biliyor musun bunu daha önce Ruba da söylemişti. Bu evi ilk gördüğünde çok beğenmişti. Ama sonra nişanlanınca yapacağı değişiklikleri anlatmaya başladı. Nişanlı değilken insanların düğün işleri için hem kendilerini hem de bütün sosyal çevrelerini ne kadar yorduklarını konuşurduk. Ben o zaman nihayet benim gibi düşünen bir kız var diye sevinmiştim. Ama nişanlanınca Ruba kır düğünü diye tutturdu. Önce yakın arkadaşların katılacağı küçük bir gruptu. Yakın arkadaşlara yakın akraba, yakın akrabalara annesinin yakın arkadaşları diyerek davetli sayısı 100 kişiye çıktı.
Annesi ‘Çeyiz sermeye o kulübeye götüremem kimseyi’ diye tutturmuş. Geriye Ruba diye bir şey kalmadı.’ Mert’in bana anlattığı bu kadar. Merakınızı doyurabildim mi gençler?”
“Yok abi ya. Bende bir sürü boşluk kaldı.”
“Oğlum başkasının hayatındaki/hikayesindeki boşluklardan sana ne!”
III-
Ali, “üçüzlerin” üç vakte kadar işi bırakmasını beklerken işi bırakan Mert oldu.
“Bak bir sosyal medya kullanıcısı ne yazmış: ‘İstanbul’un yarısı öteki yarısına yiyecek taşıyor.’ Herkes yiyeceğini kendi taşısın. Benden buraya kadar.”
“Ne iş yapacaksın ? Seni motosikletin olmadan düşünemiyorum.”
“Düşünme zaten.”
“Ne yapacaksın? ”
“Bana daha anlamlı gelecek yeni bir iş buluncaya kadar bahçemde takılacağım biraz. Bak şu kitap bana çok ilham verdi. Çok severim ben bu adamı. Galiba onun ayak izinden gideceğim.”
“Ayak izinden derken....”
“Bu adam dünya çapında ünlü bir felsefeci. Berlin’de yaşıyor. Bahçesini anlatmış. Ben de bahçemi anlatırım belki.”(1)
“Belki derken...”
“Belki işte. Belki kelimesi ne anlatıyor ve sen ne anlıyorsan ...”
(1)Byung Chul-Han, Yeryüzüne Övgü.
HABERE YORUM KAT