Kürtlerin 28 Şubatı
Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararının ‘sürpriz’ olmadığı söyleniyor. Ne var ki tartışma öyle bir noktaya gelmiş ve Mahkeme’den beklentiler üzerinde o kadar çok şey yazılıp çizilmişti ki tam ters yönde bir karar da sürpriz olmayacaktı. Türkiye siyaset eksiğini genellikle bu tür ‘yukardan gelme’ sağduyu beklentileriyle kapatmaya çalışıyor. Hükümetin ve Kürt siyasetinin birlikte beceremediğini bu kez de Anayasa Mahkemesi’nden bekledik. Bu açıdan DTP’nin kapatılmaması bir tür kolaycılığı ifade ediyordu. Bütün yanlışlara rağmen siyasi aktörlere bir şans daha verilmesi mantığının artık sonuna geliniyor. Burada sözünü ettiğim yanlışlar, DTP’nin PKK ile bağını kopartamamasından çok daha fazlasını, şiddete dokunulmadığı noktalarda alınan tutumlara gönderme yapıyor. DTP’nin Ergenekon davasına karşı aldığı ‘çekinceli’ tavır ve kinayeli dil bile sağduyu eksikliğinin boyutunu ortaya koymaya yeterli.
Türkiye’deki siyaset eksiği devlet desteğiyle değil, toplumu duyarak ve oradaki değişimi kamusal alana taşıyarak kapanacak. Dolayısıyla önemli olan devletin ne istediği veya ne yaptığı değil, toplumun buna nasıl tepki verdiğidir. Kısacası Anayasa Mahkemesi’nin kararını boş verin! Kısa vadede parlamento aritmetiği ve sokak dinamiği açısından sonuçlar yaratsa da, kritik olan Kürt toplumunun bu noktada ileriye baktığında ne yöne doğru hareketleneceğidir. Bu kapatma kararı, İslâmi kesimin 28 Şubat deneyimine benzer bir zihniyet kırılması yaratabilir. Çünkü aynen o dönemde İslâmi kesimde olduğu üzere, bugün Kürtler arasında bir zihniyet kırılması adım adım yaşanıyor, ancak siyasete tahvil olamıyor. 28 Şubat, kendilerini Müslüman kimlikle bağdaştıranların zaten yanlış olduklarını bildikleri ama razı geldikleri ilkel bir siyaset anlayışından kopmalarına neden olmuştu. Askerler Müslüman kimliği siyasetin dışına itmeye çalışırken, o kimliğin baş edilemeyecek bir zihniyetle geri dönüşüne de yol açmış oldular. Aynı şekilde Kürtlerin de önemli bir bölümü PKK’yı bir ‘yanlış siyaset’ olarak görüyor ama ona razı oluyorlar... DTP bu razı gelmenin kurumsal çatısını oluşturuyordu. Çünkü bir yandan barış güzellemeleri yapılıyor, öte yandan da siyasete avdet edildiğinde “İmralı’dan sonra açılım bitmiştir” türünden ahmakça bir sığlığa tutsak olunuyordu.
DTP’nin kapatılması bir fırsat... Kürtlerin bu kez gerçekten şiddete mesafe alan ve barışa layık olan bir siyaset üretmeleri, böylece toplumu kerhen değil gerçekten yanlarına çekmeleri için bir fırsat. PKK adam öldürebilir, hayatı herkese zindan edebilir... Ama bu ülkeyi yönetebilecek, hatta bu ülke üzerindeki tartışmanın tarafı olabilecek bir özne olamaz. Bunun nedeni ne devlet ne de ‘Türkler’, doğrudan ‘Kürtler’dir. Çünkü PKK bugün siyaseten Kürt toplumunun vasati algı ve beklentilerinin çok gerisinde kalmıştır. Müslümanlar geçmişteki ideolojik damarı mahkûm ettiler ve onun küllerinden bir demokratlık arayışı çıkardılar. Ne denli başarılı oldukları ayrı konu, ama kıymetli olan bu niyet, irade ve samimiyettir. O nedenle bugün AKP’nin yanlışlarının kıymeti harbiyesi yok. Zaten hep yanlış yapılmış bir ülkede doğruyu yapabilecek bir partiye sahip olmanın değerini biliyoruz. Aynı şekilde Kürt toplumu da artık kendi zihniyet kırılmasını siyaset sahnesine taşıyabilecek durumda. İhtiyaç duyulan şey niyet, irade, samimiyet ve ilave olarak da biraz cesaret.
***
Bu mahkeme kararı birçok açıdan öğretici oldu. Ama en önemli derslerden biri medyadaki demokrat yazarlara düştü. Geçmişte AKP’nin nasıl siyasi bir manevrayla kapatılmaktan kurtulduğunu emsal olarak alıp, Anayasa Mahkemesi’nin bu kez de benzer bir karar vermesi gerektiği konusunda baskı oluşturmaya çalıştılar. Aslında Ümit Özdağ gibi şahinlerin bile DTP’nin kapatılmayıp siyaset içinde tutulması gerektiğini yazdığı bir süreçteydik. Görünen tablo ‘siyaseten’ ne yapılması gerektiği konusunda herkesin hemfikir olduğu ve Mahkeme’nin de ‘aklın yolunda’ kalacağıydı. Ama anlaşılır nedenlerle Mahkeme DTP’yi kapattı... Çünkü Mahkeme bu denli ‘siyasi’ bir karara imza atmanın ve kamuoyunda oluşan siyaseti onaylamanın kendi sonu olacağını idrak etti. Eğer DTP kapatılmasaydı bundan böyle Anayasa Mahkemesi siyaseten bir tür ‘şamar oğlanına’ dönebilir, her olayda kararın ne olması gerektiği baskısı altında kalınırdı. Oybirliğinin de anlamı budur. Belki on bir üyenin hepsi de deliller üzerinde tam olarak görüş birliği içinde değillerdi, ama Mahkeme’nin imajı ve işlevi konusunda hemfikirdiler. Medyadaki özgürlükçü kalemlerin farklı bir ‘sağduyu’ da geliştirmeleri gerekiyor. Siyaseten doğru olanı savunmak yetmiyor... Siyasetten anlamak ve siyasi öznelerin değerlendirmelerini öngörmek gerekiyor. Böyle bakıldığında DTP’yi Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı gerçeğinin yanında, özgürlük savunucularının Mahkeme’ye hareket alanı bırakmayarak bu kapatmanın psikolojik zeminini hazırladıklarını da görmekte yarar var.
***
Doğrudan siyasi aktörlere gelince, bugünden itibaren PKK’nın giderek gayrımeşru hale geleceği ve Kürt toplumu içinde kırılmaların yaşanacağı açık. Tokat’taki saldırıyı üç günlük gecikmeden sonra üstlenmek, üç ihtimali akla getiriyor. Birincisi bu saldırının gerçekten de söylendiği gibi merkezin bilgisi dışında, küçük bire grubun inisiyatifi ile yapılması ve merkezin olayı mecburen üstlenmek durumunda kalması. Bu en olumlu ihtimal, çünkü PKK merkezinin en azından olaydan ‘utandığını’ veya siyaseten yanlış bulduğunu ima ediyor. Ama yine de kuru kuruya bir üstlenme mesajı verildiğine göre, PKK’nın giderek kendi marjinal uzantılarına yenik düşmekte olduğunu da gösteriyor. İkinci ihtimal, saldırının merkezden planlandığı ama kontrol dışı bir gruba yüklendiğidir. Bu durumda PKK kendi şiddet siyasetini yaygınlaştıracak ve bunu ‘tabana’ yükleyerek meşru göstermek isteyecek demektir. Bunun anlamı Kürtlerin taleplerinin değil, PKK’nın kurumsal bekasının önemsendiği bir sürecin apaçık hale gelmesidir. Üçüncü ihtimal ise saldırının başkalarınca yapılması ama PKK tarafından üstlenilmesidir ki, o durumda da PKK’nın Ergenekonlaşmasından söz etmek gerekecektir. Ancak bunların hangisi doğru olursa olsun, Kürt toplumu açısından sonuç fazla değişmiyor: PKK geçmişte kalmış ilkel bir zihniyetin ve siyaset anlayışının temsilcisidir ve bu nitelikleri artık onun ‘kimliği’ haline gelmiştir. Dolayısıyla PKK’ya ‘Kürt siyasetinin’ taşıyıcısı olarak bakmak artık pek kolay olmayacaktır.
***
Kürt siyaseti bir boşluğa doğru gidiyor... DTP kapandı, PKK ise siyasete damgasını vururken, ideolojik açıdan anlamsızlaşma yolunda hızla ilerliyor. Bu durum Kürt toplumu içinde yeni tomurcuklanmaların imkânını yaratıyor. Barış istemek, demokrasi savunuculuğu yapmak, bizleri niçin ilkelliğe ve ahmaklığa mahkûm etsin ki?
***
Böyle bir haftanın sonunda seçeceğimiz kişi de doğal olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç... Eleştirmek üzere değil, övmek üzere. Kapatma kararını açıkladıktan sonra yaptığı konuşmada Kılıç parlamentonun önemine ve siyasetin asıl orada olması gerektiğine değindi. Diğer bir deyişle Mahkeme’den siyasi karar bekleyenlere, çözümün gerçek adresini işaret etti. Ve bunu yaparken de iki hususu vurguladı: Birincisi anayasa ve yasa değişikliklerinin zorunluluğuydu. Anayasa Mahkemesi’nin parlamentonun koyduğu yasal çerçevede davranan bir kurum olduğunu ima ederken, Kılıç demokrasilerde asıl belirleyici olanın toplumsal tercihler olduğunun, yargının son kertede yasamanın üzerinde olmadığının da altını çizmiş oldu. İkinci olarak Kılıç parlamentoyu bir ‘konuşma ve ilişki kurma’ platformu olarak tanımladı. Böylece farklılıkların birarada olmasının yolunun da yine meclisten geçtiğini, Kürt meselesinin çözümünün de oradan çıkacağını hatırlattı.
Bu kararın Kürtler için bir 28 Şubat olabileceği ne denli doğruysa, galiba aynı kararın bizzat Anayasa Mahkemesi için de bir tür 28 Şubat olabilmesi mümkün...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT