Kürtçe korkusu
Demokratik Toplum Kongresi'nin çalıştayında sunulan Demokratik Özerklik tebliği, neresinden bakılırsa bakılsın önemli.
Bir yanda gündemde olan iki dillilik meselesi, öte yandan PKK'nın son dönemde üzerinde durduğu özerklik tartışması, ilk defa somut bir metin etrafında tartışılıyor. Siyasetin doğası bu tartışmayı zorunlu kılıyor zaten. Zira ortada somut bir zemin olmadığında, konuşulanlar sloganların ve iyi niyet beyanlarının ötesine geçemiyor.
BDP'nin başlattığı tartışma, bu anlamda Kürt siyasetinin zeminini değiştireceğe benziyor. Çünkü bugüne kadar Kürt sorununun şiddet ekseninden uzaklaştırılması gerektiği konusunda hemfikir olan siyasal Kürtler, bu tartışmaya taraf olarak, PKK'nın önerdiği özerklik modelini olumlu ve olumsuz yönleriyle tartışıyorlar. BDP'nin önerisini olduğu haliyle destekleyen kişi ve gruplar olduğu gibi, karşı çıkan ve özerkliğin Kürtlerin gündeminde olmadığını söyleyen kişi ve gruplar da var. Dolayısıyla bu tartışma Kürt siyasetinin çoğulcu hale gelmesinin de ilk adımı sayılabilir.
Türkiye siyaseti açısından ise, özerklik tartışmasının seçimler arifesinde başlamış olmasından kaynaklanan doğal bir belirleyiciliği var. CHP ve MHP'nin sert çıkışı, iktidar partisini zorlayacak gibi görünüyor.
Yetkili ağızlardan sarf edilen 'bu provokatif bir tavırdır, bir suikast girişimidir' açıklamaları, AKP'nin Kürt sorununu çözmeye dönük takviminin, bu tartışma tarafından bozulduğunu gösteriyor.
Siyasi alandaki tartışma pozitif de olsa, toplumsal tabanda yerleşmiş korkuları tetikliyor. Belki BDP'den Türkiye kamuoyuna yönelik daha 'sorumlu' bir yaklaşım beklenebilir ama bu BDP'nin ilgi alanına girmiyor zaten. Tıpkı kutuplar gibi, talepleri dillendirenlerin de, talebin sertliği üzerinden politika yapması siyasetin doğası.
Toplumda yerleşen bölünüyoruz korkusunun dayandığı en önemli argüman dil argümanı. 'Ana dilde eğitim ve kamuda anadilin kullanımı hakkı verilirse bölünürüz' diye korkuyor büyük çoğunluk. Bizi birleştiren tek şeyin kullanılan resmî dil olduğu tezi.
Ben öteden bu yana bizi ayıran tek şeyin dil olduğunu söylüyorum. Dil dışında kültürel kodlarımızın kahir ekseriyeti aynı. Hatta buna ben sadece Türkleri ve Kürtleri değil, Ermenileri, Rumları, Yahudileri de katıyorum. Aynı coğrafyada olmanın, aynı tarihi yaşamış olmanın ortak zihniyet kodları var ve bu kodların pek çoğu hayatımızda duruyor. Siyaset söz konusu olduğunda ayrışan bu kodların, alternatif yapıcı siyasetlerle toparlanması zor değil.
Yani Türkçenin, Kürtçe karşısında korku yaşaması, güvensiz hissetmesinin reel bir zemini yok aslında. Ama kaygı ve korku, biraz da yapay dinamiklerle körükleniyor.
Aslında bu konuları düşünürken coğrafya odaklı düşünmekte fayda var. Ortadoğu'ya baktığınızda yanı başımızdaki Irak deneyimi en önemli model. Ama orada bile, fiilen devlet olduğu halde Kürdistan'ın gerek Türkçe, gerekse Arapça ile nasıl hayati bir ilişki içinde olduğunu görüyorsunuz. Özetle kültürü kim üretiyorsa pazarda o etkili oluyor. Bugün Erbil başta olmak üzere, Kürdistan Bölge Hükümeti'nin hemen her yerinde bariz bir Türkiye ve Türkçe etkisi var. Ve bu etki, imardan TV dizlerine hemen her alanda mevcut. Öyle ki Kürdistanlı yaşlı kadınlar bile dizilerden Türkçe öğreniyor. İyi ya da kötü değerlendirmelerinin ötesinde yorumlanması gereken sosyolojik bir vaka bu. Türkçenin bölgedeki hâkimiyeti Türkiye ekonomik olarak büyüdükçe, demokrasisi geliştikçe devam edecektir. Bu kaçınılmaz.
Gelelim demokrasinin gereği olan kültürlerin bastırılmaması, kendilerini yaşamalarına müsaade edilmesi olgusuna. Türkiye'nin gelecek hedefleri bundan kaçınamayacağını gösteriyor zaten. BDP yahut PKK, kim bayraktarlığını yaparsa yapsın, Türkiye'nin demokratik bir devlet olarak önümüzdeki yıllarda hedefinde eşit vatandaşlık hukukunu yerleştirmek zaten var. Bu olduğunda totaliter siyasetin marjinalleşmesi kaçınılmaz. O halde neden korkuyoruz? [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT