'Kurtarılmış Bölge' Metaforunda Şiddetin Yeri
Hopa’da meydana gelen olaylar ve sonrasında yapılan değerlendirmeler söylem ve ufuk açısından siyasi iddia sahiplerinin niteliğini gözler önüne sermekteydi. Kaldı ki Hopa’daki taşlı sopalı protesto ile Cizre’de meydana gelen molotoflu saldırı arasında düşünsel ve yöntemsel bir akrabalık olduğu da su götürmez bir gerçek.
“AKP Gericiliğini Hopa’ya sokmamak” ile “AKP Gericiliğini Kürdistan’a sokmamak” üzerine kurulan ikna değil zor ve şiddet yolunu acilleştiren mantalite hiç de yabancısı olmadığımız bir durum. Bir durum ama basit ve tekil bir durum değil. Tersine, TSK’nın Psikolojik Harekat Dairesi tarafından her dönem güncellenen, ulusalcı-Kemalist kesimler kadar sol-sosyalist kesimler ve Kürt ulusalcısı hareket tarafından da içselleştirilen sistematik bir propagandadan bahsediyoruz.
Mevcut propaganda etrafında konumlanan birbirinden farklı siyasi kadroların giriştiği her türlü saldırı bu çerçevede meşrulaşıyor. “Kurtarılmış bölge, kazanılmış statü” metaforu ile tüm siyasi girişim ve söylemler ciddi hiç bir tartışma yapılmaksızın derhal “gayrı meşru, kökü dışarıda” anlamına gelen bir dille gerici-karanlık olarak yaftalanıyor. Bu yafta bir kez yapıştırıldıktan sonra ortaya koyulacak protestoların şiddet içermesi kestirmeden gidilip devrimci duruşun gereği sayılacak.
Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır ve Hopa’da miting yapmasını engellemeye matuf çabalar işte bu “kurtarılmış bölge, kazanılmış statü” metaforuna dayanıyor. Molotof atarak, taşlayarak, kepenk kapattırarak ya da miting basmaya kalkışarak “kurtarılmış bölge ve kazanılmış statü” üzerinde bir tekel olduğu ve bu tekelin tartışma dışı olduğu ilan edilmiş oluyor. Bu bir güç gösterisi muhakkak ki ancak meşruiyeti ve makuliyeti son derece tartışmalıdır.
Dün gerçekleştirilen Diyarbakır mitingi öncesinde PKK-BDP çizgisi tarafından yayınlanan bildirilerde katılımı engellemek için “AKP elini kolunu sallayarak gelemez, mitinge izin verilmeyecek!” tehditlerine eşlik eden bir ifade son derece dikkat çekicidir: “AKP faşizmi il binasını işkencehane olarak halkımıza karşı kullanıyor.”
Bildiride kullanılan mantık silsilesine göre AK Parti=Faşizm ve AK Parti il binası= İşkencehane ise AK Partiye oy veren, mitingine katılan herkesin eli doğal olarak kana bulaşmıştır. Bu durumda faşizmi temsil eden, işkence üslerine ve işkencecilere karşı her türlü saldırı ve şiddet de zaruret kesbetmektedir. Peki, bu dil ve mantık silsilesi gerçeğe ne kadar tekabül ediyor? 2003 yılına kadar gerçekleştirilen faili meçhullerin, yakılan köylerin, gözaltında kaybedilenlerin faturasını el çabukluğuyla, göz boyayarak AK Parti’ye mal etmeye soyunmanın karşılığı var mı?
Kürt sorununun asıl müsebbibi Kemalist ideoloji ve kadrolarla hesaplaşmak bir tarafa onları da gözeterek AK Parti hükümetine karşı yürütülen “Topyekün Savaş”ın söylemleri tanıdık geliyor bize. Bu dil Kemalist ordu ve bürokrasinin, darbeye çanak tutan sermaye ve medyanın dilidir. Laiklik yani İslam karşıtlığı ortak paydasında paslaşan Türk ve Kürt ulusalcıları mevcut statülerini korumak hususunda tapındıkları şiddet ve güçten başka bir dil bilmiyorlar.
Hopa’da protesto gösterileri düzenleyen sol-sosyalist örgütlerin yazdıklarına ve yaptıklarına biraz dikkatle bakınca orada da benzer bir tablo göze çarpıyor. Başbakan Erdoğan’ın miting yapmak üzere geldiği Hopa’da taşlı-sopalı çatışmaya kadar varan olayların arka planı protesto sahiplerince şöyle anlatılıyor: “AKP’lileri ilçelerinde istemeyen Hopalıların mitingin yapılacağı meydana düzenlediği yürüyüşe polis gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdı.” Birilerinin Başbakan’ı bir yerlerde görmek istemediği belli. Ancak birilerinin görmek istemediği kimseyi üstelik de güç kullanarak oraya sokmama hakkı kime, kimler tarafından verildi?
“Gerici, faşist, halk düşmanı AKP!” ve ’AKP’ye ve imamın ordusuna teslim olmayacağız!’’ pankartları ile yürüyen sol-sosyalist kitle AK Parti il binası önüne gelince “İşte burası katil yuvası!” sloganını atıyorlar. Gerçek dışı bu dilin, öfkeden mantığa yer bırakmayan bu söylemin bir yerinde siyasal analiz veya sitem tahlili görüyor musunuz? İslam düşmanlığıyla her dönem Kemalizm’e, ahlak düşmanlığıyla her zaman lümpenliğe, toplumsal tabansızlık dolayısıyla her dönem “Ordu-gençlik el ele!” siyasetine bitişik nizam durmuş bir çizginin geleceği yer şimdikinden daha iyi bir yer olamazdı zaten.
Kemalistler, sol-sosyalistler, PKK-BDP vd. başka bir dil bilmedikleri için şiddet diline muhtaçlar. Bu dilin adaletin tesisinde olumlu hiç bir katkısı olamaz.
YAZIYA YORUM KAT