“Kurtarıcı” aranıyor!
Deliliği “müseccel” birinin İstanbul’da “şeyh” geçindiğini, etrafına da bir sürü üniversite mezunu insan toplandığını duyunca, afallamıştım...
Doğrusu inanamadım. Gerçi bizim millet şimdiye kadar “fecr-i kâzib”i (yalancı aydınlık) “fecr-i sadık”la (gerçek aydınlık) çok karıştırmış, pek çok mum ışığını güneş zannedip pervane gibi etrafında dönmüş, bu yüzden yıllar boyu yanmıştı, ama bu kadarı da olmazdı herhalde.
“Deli”yi “veli” zannedecek kadar büyük bir gaflete düşmezdi.
Vakıa yıllardır o yatır senin, bu yatır benim dolaşır, rahmete muhtaç ölülerin türbelerine çaput filan bağlar, araba, ev ister, bunu da üstelik dini bir vecd içinde yapardı, ama artık bu kadarı da olmaz, tescilli bir “deli”nin arkasına takılmazdı.
İki cümle sonra saçmaladığını fark eder, sessizce çeker giderdi.
Çok iyimser düşündüğümü gidince anladım.
Kadınlı-erkekli bir sürü insan, bizim “Deli Dayı”yı huşu içinde dinliyor, her saçmalığına kafa sallıyorlardı.
Adam yanlışsız “fatiha” okuyamıyordu...
Adam dinden filan zerre kadar anlamıyordu...
Fakat Peygamber Efendimiz’le her gece “mânâ alemi”nde görüştüğünü, meclisinde bulunduğunu, kendisini sağına, Hz. Ebubekir’i soluna oturttuğunu, senli-benli konuştuğunu, ondan işaretler ve bazı direktifler aldığını iddia ediyor, pervasızca gelecekten haber veriyordu.
İnsanı çileden çıkaracak kadar saçmalıyordu, kısacası.
Dayanamayıp birkaç soru sordum, ama dayak yememe ramak kaldı. Kendimi zor kurtardım.
Bu nasıl bir boşluk, ne tür bir açlıktır ki, sevgili dostlarım, Kur’an hakikatleriyle dolmuyor, doymuyor da bir sürü ıvır-zıvıra yer kalıyor.
Şu kanaate vardım: Ben bile şu sakalsız halimle saçmalamaya başlasam, kendime “şeyh” filan süsü versem, bir sürü andavallı peşime takılır.
Allah her türlü sahtekârdan ve sahtekârlıklardan hepimizi korusun!
•
“Kurtarıcı” bekleyen kitleleri arkanızdan sürüklemeniz için, uzmanlık filan gerekmiyor...
İlim-fikir gerekmiyor...
Birikim gerekmiyor...
Başınıza siyah (beyaz da olur) bir sarık saracaksınız...
Saçlarınızı “sünnet” diye önden ayırıp öreceksiniz...
Cübbe giyeceksiniz...
İlle de bir “Alâmet-i farika”nız (belirleyici unsur) olsun istiyorsanız, elinize derme çatma uzun bir “Musa Âsası” (28 Şubat sürecinde birden bire ortaya çıkan aczimendileri hatırlayın) alabilirsiniz.
Etrafınıza birkaç on kişi toplandığı zaman da istediğiniz gibi saçmalayabilir, hatta saçmalamanın son kertesine varıp pervasızca “Mehdi” olduğunuzu dahi söyleyebilirsiniz.
Merak etmeyin, çok adam (!) bulursunuz.
Bulursunuz, çünkü din ve siyaset anlamında “kurtarıcı” bekleyen tembellerin sayısı, kendini bir şekilde kurtarmak için çabalayanlardan çok fazla...
Arz-talep kuralı burada da işliyor: Kandırılmak isteyenler kandırmak isteyenleri yüreklendiriyor. Sonuçta “sahtekâr”lar cirit atmaya başlıyor.
Kuraldır: Aldanmaya hazır insanlar olduğu müddetçe aldatanlar da olacaktır.
Gerçek hocalarımızı tenzih ederim, ama öyle bir “şeyh” ve “mehdi enflasyonu” var ki, artık bıkkınlık geldi.
Aynı gün Mehdi olduğunu söyleyen iki kişiyle karşılaşmam da bardağı taşırdı.
“Biz bu muyuz?” diye düşünmekten kendimi alamadım: Sahi, biz bu muyuz?
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT