Kürt sorununda son durum…
Sorun sıradan değil… Tanımı da, çözümü de en azından Baykal ve Türkeş'in sandığı ve iddia ettiği kadar basit ve kolay değil.
Dün her iki lider de hükümeti yeteri kadar sert olmamakla suçluyorlardı.
Muhalefette eleştiri kolaydır. Öfke, duygu ve şiddet siyaseti en çok muhalefette kolaydır. Bu, siyaset sorunlarını, varsayımlarla ve kağıt üzerinde, ideolojik reçetelerle çözmekten ibarettir çünkü.
Sokaktaki ruh hali de pek farklı değil.
Pek çok örnekten birisi, Konya'dan yazan bir okurun şu satırları:
“Ülkede ne zaman bir terör olayı olsa ilk yapılan açıklamalarda 'Demokratik Haklar” gündeme geliyor. Sizin yazınızda da genel olarak bu hakların genişletilmesi veya bu yapılamadığından bu çıkmazların yaşandığı konu ediliyor. Evet demokratik haklar bireylerin sağlık kadar, eğitim kadar önemli, yaşamsal haklarıdır. Ama ortada bir terör örgütü var, bir de onu açıkça destekleyen bir siyasal parti var…”
Okurun mantığına göre demokrasi iyidir ama, bu meselede sertlik, silah ve tepkiden başka çözüm yoktur.
Bu mantığa göre DTP gibi partilerin varlığına, konuşmasına imkan verdikleri, askerin elini kolunu bağladıkları oranda demokrasi ve demokratik haklar, terörü azdıran, besleyen bir işlev görürler…
Bu, bildik eski bir denklemdir…
Kanımız tam tersi…
Demokrasi ve siyaset, şiddeti, uzun vadede ama kalıcı bir şekilde çözer. Tecrit ederek asgariye indirir.
Türkiye'ye dikkatli bakın…
Son 10 yılın öyküsü ortada:
Demokrasi Kürtleri rahatlattığı oranda çoğulculaştırmakta, PKK'dan uzaklaştırmaktadır.
Tersten ifade edecek olursak, PKK gerilim, şiddet ve baskı ortamından beslenmekte, bu konuda hiç fırsatı kaçırmamakta, sıcak siyaset ve demokrasi hamlelerini kendisi için aşırı tehlike gördükçe şiddet ortamını intihar saldırılarıyla, kent olaylarıyla bizzat kendisi oluşturmaktadır. PKK'nın 2005'ten bu yana izlediği şiddeti azdırma politikasının arkasında temel olarak bu gerçek yatmaktadır.
Böyle bakıldığında görülür ki, PKK hedefinde hemen her zaman AB süreci ve demokrasi olmuştur
Kanıt pek çok…
Alper Görmüş dün Taraf'ta Öcalan'ın, yakalanmasının 6. yılında, 2004'te Gündem Gazetesi'nde takma adla yazdığı“Komplo ve Öcalan'a yaklaşım” başlıklı bir başyazıyı hatırlatıyordu.
“Kürt politik jargonunda 'komplo' sözcüğü Abdullah Öcalan'ın yakalanış sürecinin başlangıç tarihi sayılan 9 Ekim 1998'i hatırlatmak için kullanılır ve o nedenle her yıl 9 Ekim'de çeşitli protesto gösterileri düzenlenir” diyen Görmüş, o yazıdaki şu satırların, yani Öcalan'ın şu ifadelerinin altını çiziyordu:
'Kürt demokrasi güçleri komployu bilince çıkardığı ve gerekli örgütlü tepkiyi gösterebildiği oranda, demokratik çözümün asli, aktif unsurları olabilir. Bunun dışında hiçbir şey, hiçbir çalışma, anlayış ya da yaklaşım, asli unsur özelliğini kazandırmaz (...)
'6. yıldönümünde Kürtler, çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Özellikle Avrupa'da yaygın geçti. Ancak Türkiye'de aynı yoğunlukta geçmedi. Hatta belli alanlar dışında ciddi bir tepki, eylemlilik söz konusu olmadı... Çok sınırlı bazı etkinlikler gerçekleştirildi. Kürt demokrasi güçleri, özellikle kurumsal yapılar ve kadrolar, yıldönümünde komployu derinden hissetmedi... Bunun, Güney eksenli gelişme ve özellikle de AB süreciyle ilişkisi var mı? Bizce tartışılır. Bu iki olgunun, genelde Kürtler, özelde Kürt demokratik yapılarında sosyal, ruhsal ve düşünsel farklılıklar yaratıp yaratmadığı, soruna ve sürece bakış açılarını etkileyip etkilemediği önemli tartışma konusudur ve bizce tartışılmalıdır...”
Yazıda söylenen açık: Demokrasi rahatlatıyor, mücadeleden koparıyor, farklılıklar yaratıyor ve asıl tehlikeyi oluşturuyor…
Demokrasi sadece haklar ve özgürlükler düzeni değildir, aynı zamanda haklar ve özgürlükler şemsiyesi altında farklılıkların birlikte yaşamasıdır, farklıklar içindeki bireyleşmedir.
Bunun için gereklidir; bunun için teröre, Kürt sorununa yönelik türlü reçetelerin ana yöntemi, ortak dili olmalıdır demokrasi…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT