Kürt sorunu yeniden tanımlanmalı
Kürt sorunu dendiğinde toplumun farklı kesimlerinde farklı algı ve çağrışımların belirmesi anlaşılır bir durumdur. Üzerinde konuşulmadık söz, denenmedik yöntem kalmayan yüzyıllık bir sorun; süreç içerisinde büyük bir bagaj oluşturdu. Geldiğimiz noktada Kürt sorunu dolayımında sergilenen ketum tavır ve kayıtsızlık halinin sebebi budur. Kemalist ve ulusçu resmi ideolojinin inkâr ve asimilasyon politikaları neticesinde ortaya çıkan ve büyük acıların yaşanmasına yol açan Kürt sorunu, diğer pek çok ihtilaf ve sorun gibi ilk çıkış noktasından çok farklı bir mecraya sürüklenerek sosyolojik bir hüviyete büründü.
Hatırlanacağı üzere 2010-2015 yılları arasında Türkiye’de birçok STK, kanaat önderi, siyasetçi tarafından Kürt sorunu dolayımında bizzat ilgililerin talebi doğrultusunda veya ilgilisine iletilmek üzere sayısız rapor hazırlandı. Bu raporlar, bunu hazırlayan kişi ve çevrelerin ideolojik ve düşünsel yaklaşımlarından izler taşıdığı için bazı farklılıklar içerse bile genel anlamda üzerinde mutabık kalınarak çetelesi tutulan “sorun”lardan oluşuyordu. Çetelesi tutulan bu listede; devlete bağlı silahlı birimlerin yaygın bir şekilde sergiledikleri hukuk dışı uygulamalar, jitem, kontrgerilla vb. derin devletle iltisaklı yapıların varlığı, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, anadilde basın, yayın, eğitim imkânlarının sağlanması ve buna anayasal güvence sağlanması, anayasal vatandaşlık tanımındaki ayırımcı dil, ilkokullarda “andımız”ın okutulması, koruculuk sistemi, yeni bir sivil anayasanın hazırlanması, devlet veya PKK tarafından mağdur edilenlerin mağduriyetinin giderilmesi, ismi değiştirilen köy, kasaba ve yöre isimlerinin iadesi, faili meçhuller, yargısız infazlar, köy yakmalar…
Gelinen noktada kabul etmek gerekir ki listedeki bu sorunların önemli bir kısmı çözüme kavuştu, bazısında kısmi iyileşmeler sağlandı bir kısmı da örneğin anadilde eğitim, anayasal vatandaşlık tanımı gibi hususlarda hiçbir adım atılmadı. Peki, listenin eksik kalan maddeleri de tamamlansa Kürt sorunu çözülmüş olacak mı?
Kürt sorunu konusunda hükümetin çok samimi adımlar attığını, düzeltilmesi gereken boyutlar olmakla birlikte sorunun haklar ve özgürlükler kısmına belli oranda çözümler ürettiğini teslim etmekle beraber Kürtlerde yılların biriktirdiği negatif algının onarılmasında yetersiz kalındığını görmemiz lazım. Sorunun sosyolojik bir soruna dönüştüğü noktasındaki ısrarlı vurgularımız bu sebepledir. Bölge insanı memnuniyetsizliğinin tüm faturasını sisteme yükleyerek keskin bir ayrışma psikozu içerisinde.
Ak Parti ve Erdoğan en temelde otoriter nitelikli devletçi-milliyetçi anlayışa karşı bir itirazı temsil ederek siyaset sahnesinde var olmuşlardır. Buna karşın son dönemlerde devlet-vatan-milliyetçilik söylemlerinin yukarıdan aşağıya çok hızlı bir şekilde taşındığı görülmektedir. Bu söylem kısmen olağanüstü konjonktür gerekçe gösterilerek, kısmen de MHP’ye duyulan ihtiyaç nedeniyle çok yaygınlaştırılmış, derinleştirilmiştir. Devlet katında kullanılan dildeki etnik ve milliyetçi tonların artması, Kürtlerde aynı şekilde ve eş zamanlı olarak etnik hassasiyetlerin artmasına kapı aralayarak psikolojik ayrışmayı derinleştirmektedir. Türklük vurgusunun birleştirici ve bütünleştirici, Kürtlük vurgusunun ise bölücü ve ayrıştırıcı olduğu ön kabulü hiçbir gerçeğe dayanmadığı gibi kendi içerisinde gizli bir tahakküm ve çelişki barındırmaktadır.
Ak Parti’den adalet temelli ve özgürlükleri merkeze alan bir yaklaşımla hareket etmesi beklenirdi. Ak Parti’nin bölge siyasetçilerinin toplumla bağlarının zayıf olduğu, toplumu kuşatma noktasındaki gayretlerinin yetersiz olduğu ve Kürt sosyolojisine dokunmaktan imtina ettiklerini üzüntüyle müşahede ediyoruz.
Devletin resmi kurumları üzerinden yürüyen faaliyetler veya sadece belli STK temsilcileriyle irtibat kurup buradan verilen fotoğraflarla siyaset yaptığını zanneden bölge teşkilatları gerçek sosyolojik okumayı maalesef yapamamışlardır. Ak Parti’nin yereldeki siyasi aktörleri eylem ve söylemleri ile arayışta olan seçmene bir şey vaat etmemektedir. Bölgedeki STK’lar ile İslami hassasiyete sahip şahsiyet ve kurumların Ak Parti teşkilatlarına oranla HDP/PKK’ya ve onun ayrıştırıcı siyasetine verdikleri cevap çok daha etkilidir.
Kürt sorununun ortaya çıkmasının önemli sebeplerinden birini teşkil eden bölgedeki feodal yapı; geçmişte örneklerine çokça rastladığımız Ağa, Bey veya Şeyh çocuğu olmak dışında bir vasıfları olmayan kasaba siyasetçisi ayarındaki figürlere siyasi ve bürokratik köşe taşlarının teslim edilmesi; bu feodal yapının modern bir veche ile yeniden tahkim edilmesi ve toplumun geniş kesimleriyle Ak Parti arasına set çekilmesine neden olmaktadır.
Bu gün artık Kürt sorunu dendiğinde kimsenin aklına sadece Güneydoğu’da yaşayan vatandaşların sorunu veya yukarıda çetelesini tuttuğumuz listedeki eksik kalan maddeler gelmiyor. Evet, insanların adalet ve hakkaniyet ölçüleri içerisindeki beklenti ve taleplerinin tümü çok kıymetlidir ve hiç bir şekilde şart ve pazarlık konusu yapılmadan karşılanmalıdır. Ancak, Kürt sorununun tüm bunları aşarak sosyal ve siyasal bir krize dönüştüğünün farkında olmamız lazım. Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan tablo bu krizin tahmin ettiğimizden çok daha kapsamlı, derin ve muhtevası itibariyle ulus devlet temelli bir kriz olduğunu gösterdi. Ulus devlet mantığı ve yaklaşımıyla atılacak adımların bırakın çözüm getirmesi bizatihi bu sorunların kaynağı olduğunu görmek gerekiyor. Salt Kürt sorunu bağlamında değil, bölgedeki tüm farklı dini, mezhebi ve etnik unsurların sulh ve esenlik içerisinde ve kardeşçe bir arada yaşayabilecekleri yeni modeller inşa etmek gerekiyor.
YAZIYA YORUM KAT