1. YAZARLAR

  2. ŞEFİK SEVİM

  3. Kürt Sorunu Üzerine Değerlendirmeler
ŞEFİK SEVİM

ŞEFİK SEVİM

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Sorunu Üzerine Değerlendirmeler

17 Ocak 2012 Salı 02:28A+A-

A-KÜRT SORUNU BAĞLAMINDA MÜSLÜMANLARIN ELEŞTİRİSİ

Kürt İslamcılar, Kürt Solu ve Liberal Çevrelerin Eleştirisi

1.Dünya/Emperyalist savaşı sonunda çok uluslu devletlerin parçalanması ile birçok ulus devlet ortaya çıkmıştır. İslam toprakları emperyalist güçler tarafından parçalanmış ve gasp edilmiştir. Bu arada Türkiye’nin Batılılar tarafından işgaline karşı Türk, Kürt, Laz, Çerkez demeden Müslüman halk bu işgale karşı ümmetçi bir ruhla mücadele vermiştir. Fakat bu mücadelenin neticeleri emperyalist devletlerle işbirliğine giren Batıcı ve Türkçü kadrolar tarafından devşirilerek sonuçta Anadolu’da laik ve ulusçu dinamikler üzerinde bir devlet kurulmuştur. Müslüman halka tamamen yabancı olan bu değerler gerek Anadolu’da gerekse de Doğu illerinde büyük bir tepkiyle karşılanmış, ne yazık ki bu tepkiler de şiddetle bastırılmıştır.

Sistemin laik ve batıcı karakterinden dolayı yaptığı zulümlerin yanında ulusçu niteliğinden dolayı sürekli olarak Türk olmayan her ulusu yıldırmaya, asimile etmeye dayalı bir politika izlemiştir. Bu politikalar neticesinde bütün yakıcılığını hissettiğimiz Kürt sorununun da müsebbibidir.

Bu sorunun gittikçe yakıcılığını hissettirmesine bağlı olarak bir çok sosyal ve kurumsal unsurun birbirlerini değişik değerlendirmelere tabi tutabilme gerçekliğini yaşıyoruz. Bu meyanda birçok çevrenin laik, liberal vs. müslümanlarla ilgili değerlendirme ve yaklaşımları gündemleştirmemiz içinde taşıdığı hassasiyetler açısından aciliyet kesp etmektedir.

 Öncelikle bu çevreler Müslüman kavramını genelleştirerek ve çok geniş tutarak çaba sahibi birçok kesimi bu kavramın içinde eritip yok saymaktadır. Var olan az da olsa nitelikli çabaları “muhafazakar müslüman” kavramı içinde görmezlikten gelmektedirler.

Bu üç çevrenin de “ümmet” kavramından duydukları rahatsızlıkları bu kavrama getirdikleri haksız eleştiriler ile anlaşılmaktadır. Ümmet kavramının tüm halkların kültürel kodlarını kendi içinde yok ettiğini iddia ederek ümmet bilincini mahkum etmektedirler.

Liberaller ise özellikle Kürt sorununun temsiliyet hakkını seküler paydada buluştukları PKK dışında kimseye vermemektedirler.

Genel olarak Türkiye müslümanlarının sağcı, devletçi, Türk İslamcı eğilimi bir vakıa iken bundan ayrışmaya çalışan tevhidi bilince sahip müslümanlar da aynı eğilimin içindeymiş gibi kabul edilerek tüm müslümanlar mahkum edilmektedir.

Genelde seküler tüm çevrelerde göze çarpan İslami tüm değer ve sembollere, İslam’ın kokusunun geldiği alanlara, şahıslara, spesifik yaklaşımın v bu alanlara duyulan önyargının yapılan eleştirilerdeki payı göz ardı edilmemelidir. Hükümetin tüm zaafiyetlerine rağmen iyi niyetli olduğuna inandığımız bazı açılımlarının özellikle laik Kürt ulusalcılarının ve kısmen de İslamcı kürtlerin anlaşılmaz bir refleksle şükretmemeleri ancak bu psikolojik arka plana hamledilebilir.

B-MÜSLÜMANLARIN KÜRT SORUNU KARŞISINDAKİ DURUMU

Kürt-İslamcı Eğiliminin Değerlendirilmesi:

-Öncelikle Kürt İslamcılarla ilgili masaya yatırılması gereken sorun özeleştiride ahlakilik sorunudur: Teslim edilmeli ki özeleştiri, kendinle yüzleşmek, mütavazilik ve doğru muhataba karşı hakkaniyetle yapıldığında ancak anlam dünyasını yakalayabilir.

28 Şubat sürecinde müslümanlarla ilgili üçüncü şahıs zamiriyle konuşmalar, başta bir özeleştiri gibi başlayan söylem, giderek kendini soyutlamak suretiyle kurtarma ve ispiyonlama suretine dönüştüğü unutulmamalıdır. Burada özeleştiri ile ilgili altı çizilmesi gereken en önemli husus, güçlü haksızın karşısındaki özeleştirinin haksızın zulmünü arttırma ihtimaline karşı dikkatli olmadır.

-Bu eğilimdeki Müslümanların laik Kürt ulusalcılarına karşı taşıdıkları komplekse bağlı olarak onların gündem ve söylemlerinden etkilendikleri gözlenmektedir.

-Bu soruna sahip çıkmaya yönelik gayretlerin, her an seküler Kürt hareketinden ve söyleminden etkilenebilme veyahut riskli bir zeminin içine çekilmelerine neden olabileceği unutulmamalı.

-Kürt İslamcıları Kürt sorununa yaklaşımlarıyla mevcut laik seküler hareketin yozlaştırıcı etkisine katkı mı sunuyorlar yoksa olumlu anlamda ıslah edici bir iradeye mi dönüşüyorlar?

-Kürt İslamcılarının özelde Kürt olmayan Müslümanlara karşı konuşma hakkı tanımayan önyargılı, incitici, kaba bir dil kullanmaları başlı başına bir problemdir. Bu dil yarınlarda Müslümanlar arasında kardeşliği zedeleyici bir vasata yol açacaktır.

Laik ve Kürt İslamcı grupları özelde bölge müslümanları ve genelde Türkiye’deki müslümanlara yönelik geliştirdikleri eleştiri ve sorgulama kampanyasının aynı dozunda Kürt sorunuyla ilgili verimli istismar alanlarının varlığında beslenen kayıt dışı iktidarlara yapabiliyorlar mı acaba?

Kürt sorunu Müslümanların sadece hak ve adalet kavramları itibariyle değil milliyetçilikle ilişkisi yönünden de onları bir imtihan gerçekliğiyle yüzleştirdiği bilinmelidir.

İslami kesimin Kürt sorunu algısıyla hesaplaşması bir gereklilik iken bunun reddi miras mantığıyla yapılması ahlaken ve vicdanen uygun değildir.

Tarihsel bir tecrübe olarak, Cumhuriyetin kuruluşunda İslamcılar (kürt ve türk bütün aydınlar) rol aldığı halde laik kurucu kadrolar eliyle ilk fırsatta tasfiye edildikleri gibi Kürt İslamcılar da seküler Kürt hareketinin inisiyatif kazanması durumunda kendilerinin de bu acı tecrübeyi yaşayacakları gerçeğini göz önünde bulundurmalıdırlar.

Türkiye’nin yakın siyasal ve düşünsel tarihi açısından saf ve sınıf değiştiren insanların ilk adımı maalesef kendini ispatlamak adına geçmişine sövmek olmaktadır. Müslümanların İslami kimlik ve kişiliği olgunlaştıramadan ve sosyal model oluşturmadan böyle sarsıcı bir kırılma ile yüzleşmeleri ciddi bir keyfiyet sorunu yaşattığı / yaşattıracağı bir vakıadır.

Yakın tarihte Alevilerde görülen “Stockholm Sendromu”nu son dönemde Kürt İslamcı kesimde de görmekteyiz. Daha düne kadar bütün İslami kesimlere kendi egemenliklerini dayatmaya çalışan, onlara yaşam hakkı tanımayan BDP- PKK’ye bugün aşık olmaları tam olarak katiline aşık olma halidir.

Kanaatimize göre kimi Kürt İslamcıların nezdinde PKK’nın tek meşruiyet kaynağı “Güç”tür. Bu da konjoktürel anlamda “Güc”e karşı kompleksli bir ruh halinin sonucudur.

Kürt İslamcıların, seküler Kürt hareketinin son dönemde dini sembolleri pragmatik bir şekilde kullanmalarını, duygusal bir basiretsizlikle alkışlamaları kelimenin tam anlamıyla zihinsel bir tatmindir.

Türk İslamcı Eğiliminin Değerlendirilmesi:

Batıdaki geleneksel cemaatler ve tarikatların kahir ekseriyetinin bölge sorunlarına yaklaşımlarında ciddi bir samimiyet sorunu yaşadılar. Bununla beraber medyanın bölgenin sorunlarını sistemin gözüyle yansıtması gerçeğini de göz ardı etmemek lazım.

Dünyanın en ücra köşeleri ve en zorlu ülkelerinde dahi kurumsal anlamda bir disiplin oluşturup, yerel örf ve dinamikleri merkeze alan bir hassasiyete sahip muhafazakar organizasyonların neden yanı başındaki topluma giderken sistem eksenli politikalarla sadece gidebilmiş olmaları sorgulanması gereken bir durumdur.

Sözgelimi kurban eti dağıtımı vs. organizasyonlarda dil, toplumsal örf gibi kültürel kodların atlanarak gerçekleştirilmesi, İslam’ın iletişim ruhuyla bağdaşmayan yapay/sentetik bir iletişim tarzını meydana getirmektedir.

Genel olarak 28 Şubat’tan sonra AK Parti süreciyle beraber ideallerini kaybetmiş geniş Müslüman kitlelerin birçok konuda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da AK Parti’nin çizdiği çerçevenin dışına çıkamadığı görülmektedir.

Muhafazakar medyanın da bu eğilimden uzak olmadığı son yaşanan Uludere katliamında gösterdikleri duyarsızlıkları ile görülmüştür. Kürtçe bir tabirle “dı navlapiwade ronbu” [ellerinde avuçlarında yumuşadı. Istılahi bir anlamla yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.]

Türkiyede en bilinçli müslümanların, aydınların, teoriyeslerin, bölgedeki Türk, Kürt, Zaza, Araplar olmalarına rağmen, Batıdaki birçok müslüman fert ve çevrenin bu gerçeklikten hareketle bile olsa arzulanan düzeyde sıcak bir iletişimi gerçekleştirememeleri müslümanlar adına tarihsel bir hata olarak tarihe geçecektir.

Son dönemlerde kimi muhafazakar Türk İslamcı çevrelerin soruna gösterilen sezonluk duyarlılığın arka planında Başbakan'ın özel gayretlerinin olduğunu düşünüyoruz. Tabir yerindeyse daha provakatif bir tespiti zorlamamız icap ederse Batıdaki geleneksel cemaatlerin, Türk İslamcı aydınların kahir ekseriyeti Başbakanın gerisinde sorunu takip ettikleri söylenebilir.

Bu eğilimin Kürt sorununa bakışındaki sıkıntılı duruşuna rağmen hakkaniyet açısından Turgut Özal’ın bu soruna yönelik samimi çabaları, rahmetli Necmeddin Erbakan’ın ilk defa çekinmeden Abdullah Öcalan ile devlet adına görüşmeyi planlayan ve bu yönde adım atan lider olması hiçbir zaman asimilasyoncu inkarcı politikaları tasvip etmemesi ve buna ilaveten gelgitli zaaflarına rağmen çözüm yönünde en dikkate değer çabaların, İslamcı gelenekten gelen Başbakanın başında olduğu AKP zamanında ortaya çıkması bir hakkın teslim edilmesi açısından önemlidir.

Tevhidi Çizgiye Sahip Müslümanların Değerlendirilmesi:

-Genel olarak tevhidi çizgiye sahip çevrelerin -doğusuyla batısıyla- içinde yaşadıkları toplumla tabii bir düzlemde ilişki kuramamaları, Kürt sorununa yaklaşımlarının şekillenmesinde de etkin olmuştur. Örneğin; dil, örf, taziye ve düğün formu, akrabalık ilişkileri gibi kültürel ve sosyal öğeler toplumsal şahitliğe dönüştürücü bir dinamik olarak algılanamamış ve dolayısıyla istifade edilememiştir.

Kabul edilmeli ki İslami kesimin eskiden beri Kürt sorunu karşısında sağlıklı, adil ve vahye dayalı bir perspektifi geliştirmediği bir gerçek. Bu perspektifi geliştirememelerinde gerek İslami kesimin güçlü bir mücadele geleneğinden gelmemeleri, gerek kürt sorununun bayraktarlığını yapan laik ulusalcı hareketin ideolojik iticiliği, gerek Türkiye’deki İslami reflekslerin kısmi olarak taşıdığı milliyetçi muhafazakâr damarın etkisi ve gerekse dinin sahih bir şekilde anlaşılmasına yönelik çabaların zaman alması etkili olmuştur.

Hepimizin vicdanen onay vereceği bu zafiyet asla tevhidi düşünceye sahip Müslümanların dinin sahih anlaşılması, yozlaşmaya karşı manevi dinamiklere sahip çıkma hassasiyetleri, model aile oluşturma çabaları, sistemi netleştirmeleri, evrensel ümmet hassasiyeti gibi ciddi kazanımlarını gölgelememeli.

Gerek ülke genelinde gerekse de bölgesel anlamda başta Kürt sorunu olmak üzere yakıcı tüm sorunlara çözüm üretebilecek İslami inisiyatifin kimilerine göre bilinçli bir projenin parçası olarak kimilerine göre de usuli ve ictihadi ciddi hatalar sonucu meşruiyetinin zedelenip devre dışı bırakılması da göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husustur.

Dönemin Tevhid dergisinin “Başak Kurtlandı” başlığıyla verdiği MÇP- IDP-RP İttifakının da müslüman Kürt halkını inciten ve bölgede seküler hareketlerin güçlenmesini tetikleyen tarihsel bir kırılma olduğu unutulmamalıdır.

Modern Kürt hareketinin köklerinden bu yana (Xoybun Hareketi, Cemilpaşazade, Bedirxan aileleri vb.) seküler bir karaktere sahip olması, özellikle son Kürt hareketi olan PKK’nin kuruluş manifestosunda dahi Marksist-Leninist bir çizgiyi benimseyecek kadar dini karşısına almış olması, Müslümanlar nezdinde başından beri Kürt sorunuyla aralarında doğal bir mesafenin oluşmasına neden oldu.

Ayrıca ilk yıllarında PKK’nın din yanlısı olmayan diğer Kürt gruplarını dahi tasfiye etmiş olması doğal olarak dindar-laik her kesimi devre dışı bırakmasını beraberinde getirmiştir.

Yüzyıllık yakın siyasi tarihimizde tüm toplumla beraber Müslüman kesim de büyük baskılar sonucu köklerinden kopartılarak düşünsel ve psikolojik anlamda ciddi bir kırılma yaşamıştır. Bunun doğal neticesi olarak da birçok sorunda olduğu gibi Kürt Sorununda da arzulanan düzeyde bir ilgi ve tavrın geliştirilememiş olması kaçınılmaz olmuştur. Kendisi baskı altında olan insanlar, başka acı çekenlere yeterince ilgi ve ihtimam göstermemişse bu bir “kusur” olabilir. Ama” itirafı gerektiren suç” değildir.

Tevhidi kesimin onca olumsuzluğa rağmen Kürt sorununa temelden duyarsız kaldığı söylenemez. Örneğin; 80 lerin sonunda Girişim dergisi 90’ların başında Dünya ve İslam, Tevhid, Haksöz dergilerinin Kürt sorununa karşı ilk sayılarından itibaren ilgisiz kalmamış olmaları ve yine Mazlum-Der’in Kürt Forumu girişimi (bu forumda getirilen öneriler şu an dahi yakalanamayacak bir düzeydeydi.), Merhum Necmettin Erbakan’ın sistemin asimilasyon politikasını elleştiren Bingöl konuşması ve bu nedenle siyasi yasaklı duruma düşmesi gibi birçok örnek verilebilir.

Özelde Tevhidi kesim genelde de tüm Müslümanların zayıf bir noktası olarak görülen farklı coğrafyalardaki sorunlara Kürt sorunundan daha fazla ilgi duyulması şeklindeki suçlayıcı ithamın çok da adil bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz. Filistin, Çeçenistan, Bosna gibi coğrafyalardaki direniş hareketlerinin kısmi kavmi ve siyasi zafiyetlerine rağmen ana damarın İslami sembol ve şiarları taşıması buna mukabil Kürt hareketinin önce de belirttiğimiz gibi dine karşı bir tutum içerisinde olması bu ayrımı etkileyici temel unsurdur. Somali’ye yapılan insani yardımın dahi milliyetçilik ekseninde sorgulanması/gereksiz görülmesi laik ve Kürt İslamcı grupların samimiliğini tartışılır kılmaktadır.

Netice olarak müslümanların Kürt sorununa karşı temkinliliklerinin arka planında gittikçe barizleşen ürkütücü karşı milliyetçilik anlayışı ve bu milliyetçiliğin oluşturduğu hırçın ve gerginlik üzerine kurulu şovenizme kadar götürebilecek bir ruh halinin olmuş olmasıdır.

C- SONUÇ VE ÖNERİLER

Müslümanlar olarak, PKK’nın “silaha dayalı haklılığı” karşısında komplekse girmek ve milliyetçi söylemlerin duygusal atmosferine kapılıp savrulmaya yol açacak bir yol tutturmak yerine yarınımızı İslami kimlikle inşa etmek, İslami ilkeler çerçevesinde bir dil, üslup ve model oluşturmak bir gerekliliktir.

Çağımızda her kesim için tehdit unsuru olan Liberal dalganın, birçok değer ve dinamikleri buharlaştırması gerçeğinin Kürt sorunu algımızda da kendisini hissettirdiği bir gerçektir. Liberal düşüncenin, hakikat algımızı bozacağı, ideallerimizi anlamsızlaştıracağı ve motivasyon kaybına neden olduğu unutulmamalıdır.

Evrensel bir İslami bilince sahip olmamız yerel sorunlar ile ilgilenmemizi engellemiyorsa yerel sorunlar da bizleri evrensel İslami hassasiyetlerimizden alıkoymamalıdır.

Irak vb. bölgelerdeki Mezhep ve Irk çatışmalarından duyduğumuz rahatsızlık kadar kendi coğrafyamızdaki Kürt-Türk ayrışmasından da aynı oranda rahatsız olmalıyız.

Kürt sorunu konuşurken ezik, edilgen, duygusal ve sığınmacı tavır ve davranışlardan kaçınmak, İslami mücadeleyi güçlendirmek ve sorunu kendi kavram ve çözüm önerilerimizle tartışmak geleceğimiz için hayati önemi haizdir.

Mehmet Pamak’ın da tespit ettiği gibi “ hiçbir Müslüman İslami mücadeleyi bırakarak ya da erteleyerek, Kürt ya da Türk sorununu ana dava haline dönüştürme hakkına sahip değildir.”

Egemen laik sistem ve siyasal kültür “ben kimim?” sorusunun mahiyetini ifsad etmiştir. Resulullah’ın şu hadisi müslüman kimlik sorununa açıklık getirmektedir. Hadiste şöyle buyuruluyor: “Bakınız, Allah atalarını yüceltmeye dayanan cahiliye şirkinin kibrini bizden uzaklaştırdı. İnsan ya Allah’a karşı muttaki bir mümin yahut zavallı bir günahkârdır. Bütün insanlar Adem’in evlatlarıdır ve Adem balçıktan yaratılmıştır.”

Bu metin 15 Ocak 2012 günü Ankara’da  İLKAV tarafından düzenlenen “Kürt Sorununa Sistem İçi Çözüm Arayışları ve İslami Çözüm Önerileri” başlıklı panelde sunulmuştur.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum