“Kürt Sorunu”, Kimin Sorunu?
Yüzyılların birikmiş sorunları; doğu toplumlarına can katan, köklü sağlam geleneğin, dahası İslam’ın birleştirici gücü sayesinde, son iki yüzyıla kadar hasıraltında beklemiş, bu gücün zayıflaması sonucunda da gün yüzüne çıkarak, katlana katlana yirminci yüzyıla ulaşmıştır.
Söz konusu yüzyıl, acılar ve yenilgilerle başladı. Ümmet, koca bir tarihin kazanımlarını, ard arda çok hızlı bir şekilde kaybetti. Her gün yeni bir mevziden çekildi. Hızla ilerleyen dünyanın karşısında tutunmayı başaramadı. Elindeki bütün imkânları kaybetti.
Bu süreçte duyarlı kesimler tarafından bir çok problem konuşuldu, çözümü için ciddi uğraşlar verildi, fedakârlıklar yapıldı. Ne yazık ki; mücadele edilen cephelerin çoğunda başarıya ulaşılamadı. Bu durum; sorunlara ciddi anlamda önem verilmediğinden değil, belki de dönemin çok yönlü saldırılarına karşı, her açıdan yeterli donanıma sahip olunmadığından kaynaklandı.
Ancak kabul edilmelidir ki; bu sorunların en yetimi, en az önem verileni, Kürt/Kürdistan sorunudur. Oysa bu dönemde, üzerinde konuşulması gereken en önemli konulardan biri de bu sorundur.
Yüzyılların ihmalini, haksızlıklarını, sadece İslami hassasiyetlerinden, kardeşlik anlayışlarından dolayı göğüsleyen Kürt/Kürdistan halkı, bağlayıcı unsurların egemen güçler tarafından zayıflatılmasına paralel olarak, doğal haklarını aramaya başlamış, 1800’lerin başından itibaren fiili itirazlarını yükseltmiştir. Ancak; sesleri çıktıkça kendisine uygulanan zulüm artmış, zulüm arttıkça da karşı duruşunu güçlendirmiştir. Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış / yok sayılmıştır.
Ne acıdır ki bu sorun; çekilen onca sıkıntıya rağmen, hak ettiği ilgiyi, hâla görebilmiş değildir. İtiraf etmek gerekir ki; Müslümanlar, uzun bir dönem sorunu görmezden geldiler. Kimi “İslami” çevreler, ortada ciddiye alınacak bir sorun olmadığını iddia ederken, kimileri de; “İslam gelir sorun biter ” anlayışıyla hareket ederek, çekilen sıkıntıları görmezden geldiler. Çoğu kesimler, daha da ileri giderek resmi söylemi kullandılar ve hâla da benzer söylemlerde ısrar ediyorlar.
Bu olumsuz yaklaşımlar, bir yandan köksüz yapılanmaların yayılmasına ortam hazırlarken, bir yandan da mağduriyetlerin artmasına sebep oldu.
Bütün olanlara rağmen, hâla bazı Müslümanların ortada bir durum yokmuş gibi hareket etmesi, olaya şabloncu ifadelerle yaklaşması büyük bir talihsizliktir.
Elbette ki sorunun, İslami bir karşılığı yoktur. Bir izahı da yoktur. İslam’ın ve İslam’dan beslenen Müslümanların bu tür sorunlara yabancı oldukları da doğrudur. “İçinizde en hayırlınız Allah’tan en çok sakınanızdır” ilahi emrine uyan bir toplumda bu tür sorunların olması mümkün değildir. Bu anlamda yapay bir sorun olduğu da düşünülebilir.
Buradan yola çıkarak, bilinçli Müslümanların bu sorunda en ufak bir etkilerinin olmadığını anlamak zor olmasa gerek. Yedirilen dışkıların, yakılan, yıkılan, boşaltılan köylerin, ikinci bir dil bilmediği için tedavi edilmeyen annelerin, tecavüze uğrayan kızların, sorgusuz infaz edilen yağız delikanlıların, hor görülen, “öteki”leştirilen, eğitimsiz bırakılan bir halkın, yankesiciliğe kapkaççılığa sürüklenen bir neslin, kısacası, yüzyıllık bir mağduriyetin, mazlumiyetin sorumlusu, elbette ki İslam ve onun gönülden bağlıları değildir.
Ancak; dünyanın öbür ucunda bir mazlumun ayağına batan dikenin acısını yüreğinde hisseden/hissetmesi gereken bir toplumun, yanı başındaki hatta evindeki bu acıyı bu yıkımı, bu yok oluşu görmemesi, görmezden gelmesi, en azından pratiği ile bunu böyle göstermesi yaman bir çelişkidir, acı bir durumdur.
Aslında öyle anlaşılıyor ki, Müslümanlar hâla bu konu üzerinde uzun uzun, sağlıklı bir şekilde düşünmüş değiller. Aksi takdirde, bu kayıtsızlık nasıl açıklanabilir.
Elbette ki sorun, egemen sistemlerin temel dinamikleri ile birebir ilgilidir. Çözümü de bu dinamiklerin sorgulanmasıyla bulunabilir. Ancak; konunun Müslümanlar tarafından hâla bir yere oturtulamamış olması, genel ve adil bir bakış açısının oluşmamış olması, Müslümanları töhmet altında bırakıyor. Bu durum hassasiyet sahibi Kürt Müslümanları üzüyor, rencide ediyor, yalnızlaştırıyor ve zaman zaman değişik sıkıntılar yaşamalarına sebep oluyor.
Bu sıkıntıyı birebir yaşayanlar, her fırsatta; yalnız bırakıldıklarını, onları anlamaya çalışanların azlığını, hassasiyetlerinden dolayı çeşitli isimlendirmelerle karşılaştıklarını, bu tavrın kendilerine ıstırap verdiğini dile getiriyorlar. Muhataplarının, can dostlarının kendileriyle empati kurmadığını, bazılarının buna gerek bile duymadığını üzülerek ifade ediyorlar. Bu durum, zaman zaman onları umutsuzluğa, karamsarlığa itiyor, sarsılmalarına neden oluyor.
Kürt sorunu bu kadar yalnızlaştırılmış, kendi haline bırakılmış iken, hiç kimse Kürtlerden, kendi acılarını bırakarak, farklı coğrafyalardaki sorunlar için canhıraş bir şekilde uğraşmalarını beklememelidir. Aynı şekilde hiç kimse, İslami düşünen Kürtlerden, yanı başındaki, evindeki acıyı/sorunu görmezden gelerek, önemsemeyerek ya da ikinci plana atarak, ümmetin diğer sorunları için gecesini gündüzüne katmasını beklememelidir.
Kimsenin onları duruşlarından dolayı bu kadar ağır bir dille eleştirmeye hakkı yoktur/olmamalıdır.
Çünkü yıllarca kendi acılarıyla baş başa bırakılan Kürtler, bugüne kadar hiç kimseden kayda değer bir gönül desteği dahi bulamadılar.
Tabii ki burada insaf sahibi, ümmet bilincini yeryüzünün her karışı için diri tutan bir avuç dostu unutmamak gerekir. Onların her mazlumiyete aynı hassasiyetle yaklaştıklarını, evrensel sorunlara, evrensel bakışlar geliştirdiklerini, bu erdemli tavırlarından dolayı da her birinin bir şekilde bedel ödediğini görerek, hakkı teslim etmek, onları saygıyla selamlamak gerekir.
Ancak; bu söylenenlerin genel yaklaşım için ifade edildiği unutulmamalıdır.
Bunlar söylenirken olaya tek taraflı bakıldığı, Kürt sorununun, hayatın merkezine oturtulduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Söylenmeye çalışılan, Kürtlerden istenenler ile onlara sağlananlar arasında, en azından bir orantı olması gerektiğidir.
Burada şunu da eklemek gerekir ki; Kürtler de son derece dikkatli olmak zorundadırlar. Mazlumiyetlerinin, birileri tarafından kullanılmasına izin vermemelidirler. Uluslararası emperyalizmin kendi amaçları uğruna onları “çantada keklik” görmesine müsaade etmemelidirler. Haklı olmak, mazlum olmak, Kürt Müslümanların Kürt sorununu önemserken, başka sorunları, ümmetin onurunu rencide eden olumsuzlukları göz ardı etmelerini, diğer toplulukların düştüğü hataya düşerek hayatı kendilerinden ibaret görmelerini gerektirmiyor.
Bilakis, hatalardan gerekli dersi çıkarmalı, ümmet bilincini, bütün duygusal yaklaşımların üstünde tutmalıdırlar. Kürt sorununun kaynağını çok iyi anlayarak, tepkisellikten uzak, sağlam temellere dayalı bir alternatif geliştirmeli ve bu anlamda zihinleri karışık duran kişilere/çevrelere sağlıklı bir model sunmalıdırlar.
Aynı şekilde söz konusu hassasiyetler de Kürtlerin doğal haklarını gölgelememeli, bu haklar için mücadele etme azmini etkilememelidir. Daha doğrusu; bu hassasiyetler bahane edilerek, Kürtlerin hakları/talepleri arka plana atılmamalıdır.
Herkesçe kabul edilmesi gereken şey; ümmetin bütün problemlerinin birbiriyle bağlantılı olduğudur. Filistin’i sorun durumuna getiren zihniyet ile Kürtleri acılara duçar eden zihniyet aynı zihniyettir. Aynı şekilde, Kürt sorunu; dünyanın dört bir yanında ümmete/mazlumlara reva görülen zulmün, Kürdistan’daki yansımasıdır. Bu anlamda, bu sorunun nihai çözümünün de emperyalist kuşatmanın İslami bir bilinçle aşılması sonucunda mümkün olduğuna dair en ufak bir şüphe olmamalıdır. Bu böyle bilinip, bu çerçevede yorumlanmalıdır.
İşte tam da bu noktada; evrensel bir bakış iddiasıyla yola çıkan dostlara düşen görevler şekilleniyor, renkleniyor, anlam kazanıyor. Çünkü; umudun yegane durağı, global zulmün yegane muhatapları onlardır/onlar olmalıdır. Bu sorunda da çözümün merkezi onlardır. Ortaya çıkmasında en ufak bir etkileri olmadığı halde bu böyledir.
Duruma bu bakış açısıyla bakmayanların ortaya çıkacak olumsuz sonuçlarda, bir şekilde pay sahibi olacakları unutulmamalıdır. Özellikle de, Kürt Müslümanlardan bir kısmının, farkında olarak ya da olmayarak, sentez arayışlarına yönelmelerinde, zaman zaman kendi iç dünyalarında tereddütler yaşamalarında, olaya şaşı bakan kişilerin/çevrelerin etkisinin çok olduğu göz ardı edilmemelidir.
Sözün özü; Bu öyle bir ateştir ki sadece içindekileri değil, seyirci kalanları da yakacaktır. Vesselam…
YAZIYA YORUM KAT