1. YAZARLAR

  2. ALİ EMRE

  3. Kürt Sorunu Hakkında
ALİ EMRE

ALİ EMRE

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Sorunu Hakkında

05 Temmuz 2011 Salı 15:15A+A-

AKP döneminde “Kürt sorunu” konusunda önemli adımların atıldığı, ciddi ve olumlu gelişmelerin yaşandığı bir gerçek. Erbakan Hoca’nın, okullardaki “andımız” dayatmasından hareketle söylediği sözlerin ardından ne büyük gürültülerin koparıldığını, suçlama ve tehditlerin yöneltildiğini hatırlayanlar vardır. Şimdi, söz gelimi, Hatip Dicle’ye yönelik yargı kararının ardından on yıl önce belki hayal bile edilemeyecek konular tartışılıyor televizyon ekranlarında.

TRT bünyesinde Kürtçe yayın yapan bir kanalın açılması, içi yeterince doldurulamasa da bir “açılım” hamlesi yapılması, dil konusundaki bağnazlık ve eziyetlerin aşılarak üniversite bünyesinde enstitülerin kurulması, bölgeye yönelik yatırımların teşvik edilmesi, bazı resmî toplantıların güneydoğu illerinde gerçekleştirilmesi, yayın yasaklarının kaldırılması, Kürt kökenli bazı sanatçıların devlet yöneticileri tarafından ilk kez sahiplenilmesi, yöre esnafına ve işletmecilerine bazı kolaylıklar getirilmesi, yer ve insan adları konusundaki baskının azaltılması, Öcalan’la bazı zamanlarda ve konularda bürokratlar eliyle görüşmeler yapılması, kismî af düzenlemeleri yapılarak bazı örgüt mensuplarının ülkeye girişlerinin kolaylaştırılması, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevinde yaşananların gündemleştirilmesi ve cezaevinin müzeye dönüştürülmek istenmesi, halka bakış ve yaklaşım şeklinin ve dilinin farklılaşması, askerî bürokrasinin ve yargının kimi takozlarına rağmen faili meçhullerin aydınlatılmasıyla ilgili çabalara ağırlık ve derinlik kazandırılması, yoksul halka çeşitli fonlardan maddi yardımların aktarılması gibi irili ufaklı birçok çaba bu konuda AKP döneminde yapılanlara örnek gösterilebilir ve bunların sayısı daha da artırılabilir.

Bunların çoğu günübirlik icraatlardır, pansuman tedbirlerdir kuşkusuz. Fakat daha önceki dönemlerle kıyaslandığında yapılanların hiçbir değerinin olmadığını söylemek de en azından insafsızlıktır. Nitekim bazı kişi ve çevrelerce, bütün bunlar, “bölücü”, “ayrılıkçı”, “terörist” grup ve niyetleri palazlandırmış; ülkeyi ciddi bir parçalanmanın hatta telafisi mümkün olmayacak bir felaketin eşiğine getirmiştir.

Kabul etmeliyiz ki söz konusu süreçle birlikte, beklentiler birden tavan yapmış, Kürt sorunu konusundaki algı ve çözüm önerilerinde çıta epeyce yükselmiştir. Kürt kökenli aydınlar ve örgütlenmeler artık “Üzerimizdeki baskı azaltılsın, Kürtçe konuşmamıza izin verilsin, bölgeye yatırım yapılsın, Kürt gerçeği kabul edilsin, bölgedeki işsizliğe ve yoksulluğa çare bulunsun....” söylemleriyle yetinmemektedir. Konuyla ilgili kamuoyundaki ve parti içindeki tartışmalar, suçlamalar, beklentiler AKP’yi de sarsmış, ikirciklenmeye sürüklemiş ve çok erken sayılabilecek bir dönemde yorgunluğa mahkûm etmiş görünmektedir.

 “Kürt sorunu”nun ister istemez önemli bir aktörü / paydaşı hâline getirilen PKK, oluşum nedeni, biçimi, mantığı ne olursa olsun bugün artık Kürt ulusalcılığının bir tür savaş makinesi konumundadır. Ulusalcılık, doğası gereği, kendine özgü tez ve talepleri de beraberinde getirir. “Demokratik özerklik”, “federasyon” hatta “bağımsız devlet” tartışmalarının, koşullara ve gelişmelere bağlı olarak sürekli gündeme gelmesi de bunun bir göstergesidir.

Bu konudaki en önemli tartışma ya da sorun “temsil” konusunda düğümlenmektedir. BDP-PKK çizgisi, kendilerini bütün Kürtlerin temsilcisi olarak görme hatta dayatma eğilimindedir. Asıl sıkıntı da bu noktada karşımıza çıkmakta, gerginliğin temelinde de aslında bu bakış açısı yatmaktadır.

BDP’nin iddiası doğru ve gerçekçi değildir. Her şey bir tarafa son on yıldaki seçim sonuçları bile Kürtlerin BDP kadar başka partilere ve özellikle de AKP’ye teveccüh gösterdiğini gözler önüne sermektedir. Başka bir deyişle, Kürt halkının önemli bir bölümü, Kürt ulusalcılarının peşinden gitmemektedir. İşte onları telaşlandıran, öfkelendiren temel gerçek de budur. İlginçtir ki bu yüzden “baş düşman” olarak sistemi, devleti, statükoyu değil AKP’yi, Başbakan Erdoğan’ı görmektedirler. Zira Erdoğan,  -seçim öncesi dönemlerde olduğu gibi- BDP’nin güç bulduğu zemine ortak olabilmekte, çeşitli manevralarla Kürt kökenli seçmenleri etkileyebilmektedir. BDP temsilcileri, bütün Kürtlerin temsilcisi olmadıklarının farkında oldukları için AKP üzerinden bölgedeki İslami duyarlılığı yüksek kişi ve çevrelere, vakıf ve derneklere, sivil toplum kuruluşlarına, cemaatlere de kızmakta, yüklenmektedirler. BDP, Altan Tan gibi isimleri aday göstererek hem dindar kitleyi kazanmayı ve AKP yörüngesinden uzaklaştırmayı denemekte hem de gerektiğinde şiiddete göz yumarak sindirmeyi ve kendilerine bağımlı hâle getirmeyi düşünmektedir. Kürtçe hutbe ve devletten bağımsız cuma namazı arayışlarını da bu eksende değerlendirmek gerekmektedir. İslami kimliğiyle temayüz etmiş bazı kanaat önderlerinin öldürülmesi, yurtlara molotof kokteyli atılması, vakıf ve derneklere saldırılması gibi konulardaki ikircikli, çelişkili tutumları da bu sıkışmışlığın tezahürüdür. O kadar ki bölgesel bir hakimiyet kurma telaşı, bir zamanlar yuhalanan hatta ırkçılıkla suçlanan CHP (bazı yerlerde MHP) ile iş tutmaya kadar varmaktadır.

Sistem ya da konjonktür; hükümeti tedirginliğe, korkuya ve ağırdan almaya sevk etmekte; bölgedeki koşullar ve bütüncül bir Kürt hâmiliğine soyunma telaşı da BDP’yi şiddet sarmalının hatta yeni bir “takiyye” anlayışının kucağına yuvarlamaktadır. Kötü olan şudur ki kirli söylemler ya da menfaate dayalı politikalar, ayrışmayı ve düşmanlığı körüklemesinin yanında halkın sıkıntılarını, acılarını çoğaltmaktan başka bir işe yaramamaktadır. 

YAZIYA YORUM KAT

14 Yorum