1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Kürt siyasetinin eksiği
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt siyasetinin eksiği

02 Ekim 2011 Pazar 19:35A+A-

Devlet baskısı ve zulmü altında yeşeren muhalif hareketlerin işleri ilk bakışta kolaydır. Herkesçe kabul edilen bir mağduriyet durumunun sağladığı meşruiyete yaslandıkları için birçok hataları mazur görülebilir.

Ancak işin aslı, gerçekte çok daha zor bir misyon yüklenirler. Çünkü dünya sistemi içinde kendine yer bulmuş olan bir yapının değişimini istemektedirler ve bunu sadece mağduriyete dayandırarak yapamazsınız. Dolayısıyla muhalif hareketlerin genelde entelektüel gücünün ve düzeyinin hasımlarına göre daha yüksek olması gerekir. Gandi ve Mandela gibi insanların 'dünyaya konuşma' yetenekleri, sonuçta silah kullanıp kullanmamaktan bile daha önemli olabilmiştir. Hatta şu tespiti rahatlıkla yapabiliriz: Bir direniş gücü ne denli silaha yakınsa, entelektüel gücünün de o denli fazla olması gerekir. Aksi halde silah kullanmanın neden olduğu yıpranmayı telafi edemezsiniz. Öte yandan silah kullanımının kendisi çoğu zaman belirli bir zihniyete tekabül eder ve söz konusu zihniyetten de yüksek bir entelektüel anlayış pek çıkmaz. Bu nedenle söz konusu ihtiyacın, direniş örgütünün parçası olan ama şiddet kullanmayan cenah tarafından karşılanması gerekir.

Kürt meselesinde bu iş BDP'nin sırtına yüklenmiş durumda. Bugün PKK'nın en önemli talebi muhakkak ki 'demokratik özerklik' adıyla anılan nisbi bir bağımsızlık arayışı. Ancak bunu ne bir temel 'hak' olarak öne sürebilirsiniz, ne de yaşanmış olan mağduriyetlere dayanarak 'hak' haline getirebilirsiniz. Böyle bir noktaya doğru evrilmenin şartı doğru siyaset yapmaktan ve bunu da bütün dünyaya kabul ettirmekten geçiyor. Ne var ki Kürt siyasetinin sivil kadroları buna uygun bir altyapıya sahip değil ve hiçbir zaman da olmadı. Kürt entelektüel çevreleri ise onyıllardır PKK dışında siyasi hareketlerin parçası oldular ve tam da bu yüzden bizzat PKK tarafından baskı gördüler ve hatta öldürüldüler.

Gelinen noktada BDP'nin bu alanda çaba çıkartan belki de tek sesi Aysel Tuğluk oldu. Geçen hafta Taraf gazetesinde yayımladığı açık mektubu, konuşmayı öne çıkardığı için olumlu bir teşebbüstü. Ancak Kürt siyasetinin ihtiyacı olan entelektüel duruşun gerisinde kaldı. İlerlemeden 'entelektüel' kelimesinden çok derin algı ve analizler, felsefi yaklaşımlar vs. anladığım sanılmasın. Gereken şey, yaşananlara mesafe alarak bakabilmekten ve başkalarının bildiğini bilmezden gelmemekten ibaret.

Tuğluk'un muhakemesi devletin 'asıl' sorumlu olduğu tespitine dayanıyor. 'Türk' ve 'Kürt' tarafındaki yaşanmışlıklar arasında asimetri olduğundan hareketle, kendilerinin sürekli ve kategorik bir mağduriyet içinde olduklarını vurguluyor. 'Çözüm imkânına rağmen buna meyletmeyen' devleti suçluyor. Ancak 'çözüm'ün ne olduğunu söylemiyor. Eğer her iki tarafça da kabul gören bir 'çözüm' olsaydı, hükümeti rahatlıkla suçlayabilirdik. Ama önce bu 'çözümün' üretilmesi lazım ve bunun yolu da şiddetten değil, siyasetten geçiyor. Ne yazık ki Tuğluk meselenin bu odak noktasına değinmemeyi tercih ediyor.

Buna karşılık Tuğluk, yapılmış olan görüşmelerin namuslu bir dökümünü sunuyor. Her iki tarafın da kendi pazarlıkçı siyasetinin peşinde olduğunu, ama bu süreçte bile Öcalan'la gerçek anlamda görüşmelerin yapıldığını; PKK heyetiyle görüşen devlet yetkililerinin meseleye hakim olmakla kalmayıp, genel perspektif ve anlayışta PKK heyetiyle mutabık olduklarını; protokollerin bu çerçeve içinde hazırlandığını ve içerik açısından her iki tarafın da geri adım atmayı içlerine sindirdiğini, böylece çözüm yolunu açan 'kolaylaştırıcı' bir pozisyona geçtiklerini söylüyor. Ancak bütün bu dökümü yapmadan önce aynı sürecin "topluma sunulduğu gibi 'müzakere' kapsamı ve uzlaşı havasında gerçekleşmediğini" belirtiyor. Doğrusu kendi anlattığı sürecin ima ettiği uzlaşıdan daha fazlasını nasıl bekleyebiliriz bilemiyorum... Ama bu tespitin nedenini söz konusu cümlenin hemen ardından okuyoruz: "Dolayısıyla hiç olmayan uzlaşıyı-anlaşmayı bozan da yok!" Yani PKK şiddeti çözüm sürecini baltalamıyor, çünkü zaten böyle bir uzlaşı yoktu... Tuğluk'un bunu söylemek zorunda kalması hazindir. Çünkü hem bir uzlaşı çizgisi üzerinde yüründüğü açık, hem de uzlaşının olmaması halinde bile şiddetin olumlanması bir zül.

Sözünü ettiğimiz 'entelektüellik' böyle bir noktada daha mesafeli durabilmeyi gerektiriyor. Tuğluk yazısının sonraki bölümünde de 'eylemsizlik ve hemen geri çekilme'nin bir önşart olarak Öcalan'a dayatıldığını söylüyor ve bu tavrı devletin paradigması ve kibri ile açıklıyor. Ancak örneğin 'eylemsizliğin' görüşme sürecindeki kritik kavram olduğunu, bu kavramın 'kesintisiz görüşme' ile el ele gittiğini, bunun bizzat devletin pozisyonu olduğunu ve eylemsizliğin silah bırakma değil, kullanmama olduğunu es geçiyor. Oysa devletin inat ettiği noktanın Kürtler açısından hiç de önemli bir taviz olmadığı, aksine Kürt taleplerinin gerçekleşme yolunu açan bir zemin sağladığı anlaşılıyor.

BDP'lilerin işi zor... Hem siyasetçi olmak, hem de siyasetin ikili dilinden kurtulmak zorundalar. Keşke en azından birkaçı bunu gerçekleştirebilse.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT