Kürt siyasetinde vesayet bitecek mi?
Türkiye'de vesayet sistemi tarihe karışırken Kürt siyaseti hâlâ silahların gölgesinde kalamaz. Bu çelişkinin uzun vadede sürdürülebilir olduğu kanısında değilim. Özgürlük talebi bulaşıcı olduğu kadar çekicidir de. İnsanlar 'özgür alanlar'a doğru kayarlar; kendilerini, taleplerini özgürce ifade edebilecekleri yapılara akarlar.
Türkiye özgürleştikçe ve demokratikleştikçe Kürt siyasetinin PKK vesayeti altında kalması sürdürülemez bir durum. Aydınlar, sivil toplum önderleri ve toplumun kendisi vesayete izin vermez. İster Kemalist devlet olsun bu, ister Apoist örgüt, fark etmez. Bir 'efendi'nin başka bir 'efendi'yle değiştirilmesi için değildir çünkü kavga.
Türkiye değiştikçe ve demokratikleştikçe PKK vesayeti de çatırdıyor. Son dönemde Şivan Perwer, Mehmet Metiner, Muhsin Kızılkaya ve Kemal Burkay gibi Kürt aydınlara yönelik ölüm tehditleri böyle bir telaşın eseri. Ölüm tehditleri alanlar aydınlar, ama asıl korkan bu tehditleri yapan örgütün kendisi...
Halkıyla, devletiyle bu cumhuriyet, tarihinde olmadığı kadar 'çoğulcu', 'farklı kimliklere saygılı' bir noktaya gelmiş durumda. Daha kat etmesi gereken ciddi bir mesafe de var. Süreç de o yöne doğru ilerlerken 'çoğulculuk, çeşitlilik ve farklılıklara saygı' adına sorunları çözülmeye çalışılan Kürtlerin bazı kesimlerinin kendi aralarındaki fikir, siyaset ve liderlik farklılıklarına tahammülsüzlük göstermeleri saçma...
Kürtlerin 'farklılık' taleplerine saygı ve destek bekleyenler, Kürtlerin kendi aralarındaki farklılıklara saygı taleplerine sessiz kalamazlar. Kimlik temelli siyaset yapmak kimseye 'kendi etnik kimliğini taşıyanlara' baskı kurmak, onları 'tektipleştirmek' hakkı vermez. Kendi içinde çeşitliliğe tahammül göstermeyen kimlikler, baskıcı devletler karşısında bile taleplerinin meşruiyetini kaybederler.
Kürt siyasetinde sorunun temelinde PKK/BDP'nin Kürt halkını tümüyle temsil etme iddiasına var. Kimse bir toplumun tümünü temsil tekelini elinde bulundurduğunu iddia edemez. Ederseniz, totalitarizme yelken açmaya başlamışsınızdır.
Türkiye'de seçmenin % 15'inin Kürt olduğu tahmin ediliyor. BDP çizgisinin Türkiye genelinde oyunun yüzde 5-6 civarında olduğu düşünüldüğünde BDP'nin tüm Kürtleri temsil etmediği ortaya çıkar. Konda'nın bulgularına göre 2007 seçimlerinde DTP-BDP aday gösterdiği Doğu illerinde ortalama % 35 oy almış. Böyle bir siyasal realite karşısında kimse BDP'nin Kürtleri tek başına temsil ettiğini iddia edemez; kimse BDP'ye oy vermeyen Kürtleri yok sayamaz.
Ancak BDP de yok sayılamaz. BDP Kürt siyasetinin çok önemli bir gücüdür. Bu gücün kaynağı Kürt taleplerine dayanan siyaset yapması kadar, arkasında duran Kürt 'silahlı gücü'dür. Ancak silahla kazanılan güç, meşruluğu tartışılmaz olan toplumsal desteğin meşruiyetini de zora sokmaktadır çünkü Kürt siyasetinde bir 'iç baskı' mekanizması olarak kullanılmaktadır.
PKK/BDP'den bağımsız Kürt aydınların, sivil toplum kuruluşlarının varlığı Kürt hareketinin olgunluğunu gösterir. Kimlik taleplerinin toplumsallığını ifade eder. Çeşitlilikten dinamizm doğar.
Kürtler arasında baskı ve şiddet politikası izleyen, farklılıkları sindirmeye kalkışan bir örgüt, ister PKK, ister BDP deyin buna, devletin Kürtlere karşı uyguladığı baskı, şiddet ve asimilasyon politikalarına karşı çıkamaz. Karşı çıkmanın ahlaki zeminini kaybeder çünkü.
PKK/BDP Kürtlerin 'tek partisi' mi olmak istiyor? Türkiye'nin yetmiş yıl önce terk ettiği bir modeli örnek almak hiç de akıl kârı değil. Üstelik tek parti düzenleri dünyanın her yerinde çökerken.
PKK/BDP dünün Kemalist Türkiye'sini örnek almaktan vazgeçmeli. Türkiye'nin bıraktığı merkeziyetçi, otoriter, tek tipleştirici, farklılıkları sindirici politikaları Kürt siyasetinde yeniden üretmeye çalışan bir hareket çağdışıdır, çağı okumaktan acizdir. Bu hareket birilerini örnek alacaksa bu, demokratikleşen, çoğulculaşan, farklılıklara tahammülü artan 'yeni Türkiye' olmalı. Vesayet ne Türkiye'de ne de Kürt siyasetinde mümkün artık.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT