Kürt meselesinin tek muhatabı Kürt halkıdır
"Kürt meselesinde ne Erdoğan için ne de genel olarak Türkiye için PKK muhatap değildir. Esasen Kürt meselesinde DEM de, Kürtlerin temsilcisi olarak muhatap görülemez."
Yasin Aktay/Yeni Şafak
Kürtler mesele değil ve mesele hepimizin meselesi
12 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır meydanında yaptığı konuşmada “Kürt meselesini tanıdığını” söyleyerek konu üzerinde seksen yıldır çökmüş olan bu meseleyi çözeceğini ilan etmişti Erdoğan. Bunu önceki siyasetçilerin ikrar edip bir adım yol katetmedikleri, kat etmeye niyetli olmadıkları bir içten pazarlıkla söylememişti. Gerçekten de o zamana kadarki hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği bir kararlılıkla meseleyi enine boyuna çalıştı ve çözmeye girişti.
Kürtçe dil sorunuydu, kimlik sorunuydu, örgütlenme ve eğitim sorunuydu, olağanüstü haldi, bölgesel kalkınmada eşitsizlikti, sorunu oluşturan ne var idiyse üzerine üzerine gitti. Gereken bütün yasal düzenlemeleri yapıp yaklaşım ve söylem farkını samimiyetle ortaya koydu. Yeri geldi “baldıran zehiri içmek” pahasına da olsa açılım sürecine, yetmedi, çözüm sürecine girişti.
Çözüm süreci aslında Kürt varlığının, kimliğinin, dilinin ve kültürünün tanınması ve gereken saygıyı görmesi karşılığında PKK’nın silahlarını bırakmasını da öngörüyordu. Silah bırakma sürecinin muhatabı elbette silahlı PKK olacaktı ve işin baldıran zehiri tarafı bir terör örgütünün muhatap alınmış olmasıydı. Güneydoğu’da Kürtler arasında şu veya bu nedenle, şu veya bu kadar görmüş olduğu kabul dolayısıyla bunun yapılması da gerekiyordu. Yapıldı. Hem her gün hem PKK’ya aldanarak veya gönüllü olarak katılmış olan Kürt çocukları hem de asker, güvenlik görevlisi veya memurlarımız, sivillerimizin kanı dökülmesin, halkımızın içindeki bu fitne bir an önce sönsün diye atılan bu adımların nasıl sonuçlandığı malum.
Erdoğan açısından aslında meselenin Kürt boyutu çözülmüştü. Türkiye’de artık Kürt meselesi yoktu, çünkü sorun büyük ölçüde bir dil ve tanınma, saygı görme, eşit muamele boyutuyla sonuna kadar çözülmüştü.
Bu konu yani Kürtlerle ilgili mesele PKK’nın muhatap alınmasını gerektiren bir konu değildi. Bugün de mevzunun yeniden açılmış olması dolayısıyla hatırlatarak tekrarlayalım: Kürt meselesinde ne Erdoğan için ne de genel olarak Türkiye için PKK muhatap değildir. Esasen Kürt meselesinde DEM de, Kürtlerin temsilcisi olarak muhatap görülemez.
Kürt meselesinin tek muhatabı Kürt halkıdır ve onunla konuşmanın yolu da meşru siyasal partilerin Kürtlerle kurdukları diyaloglardır. Türklerle, dindarlarla, Araplarla, laiklerle, işçilerle, emeklilerle insanların kurdukları diyaloglar gibi. Bunun ötesinde hiç kimse kendisini Kürtlerin sahibi, tek temsilcisi, hamisi gibi görmeye kalkışmamalı. Kalkışanların siyaset üzerinde kurdukları blokajlar Türkiye’de her zaman siyasetin önünü tıkayan ve ülke olarak siyasal beden bütünlüğümüzü ve sağlığımızı bozan bir etki yapıyordur.
Çözüm sürecinde PKK’nın Kürt meselesinin çözümü konusunda muhatap alınması yönünde oluşan algı yapılan işle mütenasip değildi elbet. Zaten Erdoğan defalarca Kürt meselesinin olmadığını söylerken 2005 yılındaki sözlerini yalanlamak üzere değil, süreç içinde basitçe gelmiş olduğu bir aşamayı ifade etmek üzere konuşuyordu. Erdoğan’ın “Kürt meselesinin olmadığı” yönündeki sözleri bilhassa PKK ve HDP çevrelerince Erdoğan’ın klasik Türk resmi söyleminin inkâr siyasetine döndüğü şeklinde yansıtılmaya çalışıldı. Oysa mana gayet basittir. Erdoğan şimdiye kadar Kürt meselesi adına yapmış olduklarını, meydan okurcasına ifade etmiş oluyordu ve elbette bu sözleri 2005’te meseleyi tanıdığını söylediği sözlerle çelişiyor değildi.
Erdoğan’ın Türk siyasetinde meseleyi bitiren lider olduğu halde PKK tarafından neredeyse Kürt halkının en büyük düşmanı gibi lanse edilmiş olması, Kürt siyasal hareketinin en büyük nefret nesnesine dönüştürülmeye çalışılması da çok haksız bir durum. Ama anlaşılması zor değil. Kürt meselesini bir geçim ve iktidar alanı olarak görmüş olan PKK için meselenin bitmiş olması onun varlık sebebinin de ortadan kalkmış olması anlamına geliyor.
O yüzden Kürt meselesini bitirmeye dönük bütün açılımların önündeki en büyük engel hep PKK olmuştur. Kürtleri elde ettikleri bütün kazanımları kendi silahlı mücadelesi sayesinde elde etmiş olduklarına inandırmaya çalıştı. Oysa Kürt meselesine Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yaklaşımı siyasal olmadan önce ilkesel ve Türkiye’nin beden bütünlüğüne dair inanca dayalı tasavvurla alakalı bir konuydu. PKK ise tıpkı sorunu baştan beri yaratıp sürekli besleyen ırkçı-ulusalcı kafalarla aynı yerden konuşuyor ve aynı yere koşuyordu. Kürtlerin Türkiye’den, Türklerden ayrı-gayrı olmasını temin etmek PKK’nın misyon yazılımına yüklü bir hedefti. Çözüm sürecini sabote etmeleri kaçınılmazdı, ettiler. Onlara bu yazılımı yüklemiş olan patronları ABD ve İsrail onları Suriye’de silahlandırarak desteklemeye devam ederken konunun Kürtlerle alakalı olmadığını, tamamen İsrail güvenliğiyle veya işgalciliğiyle alakalı olduğunu yeterince gösteriyorlar.
Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz hafta yaptığı çıkış PKK’nın hem Kürtler üzerindeki hem de DEM üzerindeki tasallutundan kurtulması için çok önemli bir ufka işaret etti. Bahçeli o çıkışının altını ilerleyen günlerde doldurmaya da devam etti. Ziya Gökalp’i anma toplantısında söylediği şu sözler Kürt meselesini var etmiş, PKK’ya da hareket alanı sağlamış bütün ulusalcı kodları sökecek, asli siyasal bedenimizi ihya edecek güçte sözler:
“Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir. Türkler ve Kürtler, bugün ortak tehlikeler karşısındalar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler.”
Bahçeli’nin bu düşüncelerini vefatının yüzüncü yılı dolayısıyla Ziya Gökalp’i anma toplantısında dile getirmiş olması da sözlerini ayrı bir manidar kılıyor. Belki Gökalp’in de yeniden okunmasını ve anlaşılmasını da gerektirecek sözlerdir bunlar. Malum, Cumhuriyet Türkiye’sinin oluşumunda fikirleriyle katkıda bulunmuş olan Gökalp, fikirlerinin nasıl uygulanmış olduğunu görecek kadar yaşamamıştır. Türklerle Kürtler arasındaki ilişkiye dair veya sonradan İslam’la yaşanan sorunlara dair böyle bir Türkiye mi hayal etmişti? Elbette onun fikirleriyle bile aradaki uygulama farkı çok büyük oranda açılmış durumdaydı, ama bu da başka bir konu, tartışılmaya değer, belki bilahare döneriz.
HABERE YORUM KAT