Kürt medrese geleneğine ulusalcı bakış
İçinde bulunduğumuz Ekim ayında, bölgemizde iki muazzam etkinlik gerçekleştirildi. Bunlardan ilki; 8-9 Ekim tarihlerinde Mardin Artuklu Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen “Medrese-Akademi Buluşmaları Çalıştayı” idi. Klasik eğitim modeli olarak medreseler ile modern eğitim modeli olarak akademik kurumların buluşması ve tecrübe paylaşımının hedeflendiği bu çalıştay, esasında, bu üniversitenin hâlihazırdaki rektörü olan İbrahim Özcoşar’ın 2010 yılından beri öncülüğünü yaptığı “Kadim akademi” çalışmaları bünyesinde; kanaat önderleri, STK temsilcileri ve medrese âlimleriyle yürüttüğü bir dizi ortak çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sistemin dışına itilerek illegal ve gayrı meşru bir muameleye tabi tutulan medrese kurumu ile kendi geleneği ve kökleriyle bağını sıfırlamış, dahası, kendi geleneğini tahfif ve tahkir eden akademi kurumunu buluşturmak her türlü övgüyü hak ediyor.
İkincisi; 15-16 Ekim tarihlerinde Diyarbakır’da Hüda-Par’a yakınlığıyla bilinen İttihad-ül Ulema öncülüğünde, ümmet coğrafyasının birçok yerinden medrese alimi ve akademisyenin katıldığı “7. Alimler Buluşması” etkinliği idi.
Bu güzelliklere değinmişken; Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Diyarbakır Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin 28-30 Nisan tarihlerinde ortaklaşa düzenlediği “Doğu’nun Kanatları” programı çerçevesinde yürütülen etkinlikler kapsamında Kürt şair, mütefekkir ve arif Feqiyê Teyran ve Melayê Cıziri’nin divanları ile Ahmed-i Hani’nin Mum u Zin kitaplarının yeniden basılarak tanıtılması ve bu çerçevede yürütülen çabaları hatırlatmamak haksızlık olur.
Modernist bir kafayla ve anakronik bir bakışla medreselere ve bu medreselerde verilen eğitime yönelik eleştiriler yapmak elbette mümkün ama on yıllarca her türlü baskı ve şiddete muhatap olduğu için kırsal alana çekilerek zor şartlar altında hayatiyetini sürdürmüş bir kurumun, varlığını bu günlere kadar korumuş olması bile büyük bir başarı sayılır. Tevhid-i tedrisat kanunu sebebiyle eğitim hayatını gah tebdili kıyafet yaparak, gah kitaplarını saklayarak, gözlerden ırak köylerde sürdürmeye gayret eden, en nihayetinde bın xet (Suriye)de icazetini alarak eğitimini tamamlayabilmiş bir Seyda’nın oğlu olarak bu etkinliklerle iftihar ettiğimi belirtmek istiyorum.
Kürtlerin kendi kadim gelenekleri, değerleri ve irfan dünyaları ile bağlarının yeniden tesis edilmesi yönündeki çabalar öncelikle yine biz Kürtleri memnun etmesi gereken kıymetli çabalardır.
Bu çabalardan rahatsız olan Kürtler var mı, diye soranlar varsa hemen söyleyeyim: evet, maalesef vardır.
Kürtlerin tarihini Öcalan’ın varlığı ve sahneye çıkışı ile kaim gören ulusalcıların gösterdikleri reaksiyon ve tepkiye bakınca hayret etmemek ve üzülmemek elde değil. Bunların nezdinde Ahmed-i Hani, Melayê Cıziri, Feqiyê Teyran, Şeyh Said, Berzenci’ler, Arvasi’ler, medreseler, alimler yok hükmündedir.
Bu tepkinin sebeplerini tahmin etmek elbette zor değil. Ne ki bu sözünü ettiğimiz tüm kurum ve şahsiyetlerin ortak özellikleri, dini bir hüviyetlerinin olmasıdır. Tepkinin ve rahatsızlığın temel sebebi budur.
Somut bir örnek olması bakımından HDP’nin vitrine çıkardığı veya ittifak kurduğu kişi ve yapılara dikkatlice bakın içlerinde bu halkın kültür ve değerler dünyasıyla barışık kaç kişi bulursunuz? Bırakın medrese alimi falan, içlerinde kaç kişi düzenli namaz kılıyor? HDP’nin Türk solu ve diğer seküler kesimlerle doku uyuşmazlığı yaşamaksızın çeşitli platformlar ve ortaklıkları hiç zorlanmadan hayata geçirirken muhafazakâr Kürtlere yönelik ötekileştirici ve dışlayıcı tavrı Din’e karşı mesafeli olmasından kaynaklanıyor.
HDP’nin bünyesinde bir de halklar ve inançlar komisyonu varmış. Dini inançlarından ötürü haksızlığa veya ayırımcılığa maruz kalan kesimlerin haklarını savunuyorlarmış.
Bu noktada gerçekten samimiyseniz biraz yardımcı olayım: Kamışlı’da, Haseke’de, Kobani’de dindar kimliğiyle bilinen insanlar, PYD tarafından kendilerine uygulanan baskı ve zulüm sebebiyle Suriye’nin iç taraflarına veya Suriye dışına hicret etmek zorunda kaldılar. Buralarda mutlaka tanıdıklarınız vardır. Bu insanların hakkını savunarak işe başlayabilirsiniz. Batı’ya şirin görünmek adına meclislerinizde Gayrı Müslim azınlıklara belli kontenjanlar ayırmanız dine saygılı olduğunuz anlamına gelmez.
YAZIYA YORUM KAT