Kürt Kemalizmi ve etnik kimlik paganizmi
Bu toplumun üst kimliği, en temel ortak paydası İslâm’dır. Kürt meselesi de dâhil, bütün büyük sorunlarda, İslâm’ı devre dışı bırakmak, kendi ayağımıza kurşun sıkmakla sonuçlanır.
KÜRT KEMALİZMİ’NİN AYAK SESLERİ...
Türkiye’de milliyetçilikler, etnik kimlik paganizmine dönüşmek üzere: Özellikle de PKK/ HDP’nin Stalinist / laikçi ideolojisi, Kürt kimliğini etnik kimlik paganizmine çoktan dönüştürdü. İslâm’dan arındırılmış bir Kürt kimliğinin icadının mücadelesi veriliyor.
Bir tür Kürt Kemalizmi bu.
Eğer Güneydoğu’da İslâmî kimliği Kürt kimliğinden arındıran bu Kürt Kemalizmi bu hızla devam edecek olursa, sadece Türkiye’nin değil, bölgenin emperyalistlerin istedikleri şekilde paramparça edilmesi, etnik kimlik kabileciliklerinden oluşan kabile “devletçiklerine” dönüştürülmesi süreci gerçeğe dönüşür.
Kürt kimliği, İslâm’dan uzaklaştırılmak yerine, daha İslâmîleştirilmelidir. Bölgeye ruh üfleyen, huzu, barış ve güveni temin eden medreseler, yeniden diriltilmelidir.
Bu yazıda, bu sürecin Batı’da nasıl geliştiğini ve bizi nasıl bir etnik kimlik paganizmi tehlikesinin beklediğini mercek altına almak istiyorum.
PAGANİZM BİÇİMLERİ
Paganizm / putperestlik, “kıtalar” dolaşıyor artık…
İnsanlık, tarihi boyunca tanık olmadığı, her şeyi çözücü bir paganizm biçiminin pençesinde kıvranıyor…
Tarihteki paganizm biçimleri, masumane paganizm biçimleriydi. Oysa çağımızda paganizm, önceki paganizm biçimlerinden mahiyeti bakımından büsbütün ayrılan özellikler kazandı.
Önceki paganizm biçimleri, dolaylı paganizm biçimleriydi: İnsanlar, tabiatı, yıldızları, güneşi, başka “nesne”leri doğrudan tanrılaştırmış değillerdi: Güneşe, aya, yıldızlara vs. tapanlar, aslında, bu “nesne”lere tapmıyorlardı; bu “nesne”lerin temsil ettiği, gerisindeki güce, kudrete tapıyorlardı.
ÇAĞDAŞ PAGANİZM
Ama çağımızda, postmodern duyarlıkların her şeye nüfûz ettiği bu ayartıcı, baştançıkarıcı, estetize yokoluşlar mevsiminde, fetişleştirilen şeylerin doğrudan / bizatihî kendilerine tapılıyor adeta…
Modernlikle birlikte insan, her şeyin ölçüsü ve ölçütü, her şeyi belirleyen, yönlendiren, şekillendiren bir tür tanrı konumuna yerleştirildi…
Nietzsche'ye “Tanrı öldü” dedirten şey, işte bu modern sapmaydı; sadece "Hıristiyan Tanrısı"nın ontolojik ve teolojik anlamsızlıkları, açmazları, tutarsızlıkları değildi.
Bu gerçeğe, Camus’’den Heidegger’’e kadar çağdaş Batı düşüncesinin, sanatının öncü düşünürleri, sanatçıları açıkça dikkat çekmişlerdi. Çünkü Nietzsche, Tanrı’’sını bulamayan bir “mümin”di aslında. Nietzsche’’nin çığlığı, inanılacak nitelikte bir Tanrı fikrinin, tasavvurunun yitirildiği gerçeğine dikkat çeken bir çığlıktı.
AYDINLANMA’NIN RUHU
Peter Gay, o imajinatif The Enlightenment başlıklı kitabında, bu süreci, “modern paganizmin yükselişi” olarak tarif eder.
Aydınlanma çağı, insanı ve aklını kutsamış, putlaştırmıştı. Beklendiğinin aksine özgürleştirmemişti: Tanrı inancını, Tanrı fikrini yok etmişti: Ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan modern insan, çareyi, araçlara hâkim olarak epistemolojik güvenlik alanlarını genişletmekte bulmuştu: Araçlara hâkim oldukça, kendine güveni artıyordu: Hâkim olduğu araçlar, önce tabiattı; sonra da tabiatı kullanarak geliştirdiği her tür tatbikat: bilim, teknoloji ve bilumum tahakküm kurma aygıtları.
Ama bu sahte bir güvendi: Çünkü insan, hâkim olduğu bu araçların mahkûmu olmaktan kendini kurtaramıyordu…
Modern paganizmin, her alana sirayet ettiğini görüyoruz: Sözgelişi, Marksist edebiyat eleştirmeni ve teorisyeni Terry Eagleton, “modern edebiyatın dinin yerini aldığını, dinin dilini kullandığını” hatırlatır bize.
Benzer gözlemleri bilimde de, felsefede de yapabiliyoruz: Öyle ki, Comte’’la, Spencer’’la birlikte, felsefe ile bilimin gayr-ı meşrû izdivacına tanık oluyoruz: Adına Pozitivizm dediğimiz bu izdivaç’’tan “insanlık dini” olarak nitelendirilen, felsefeyi de, bilimi de, nihayetinde insanı da bitiren, Rimbaud’’nun “cehennemde bir mevsim” olarak tasvir ve tarif ettiği bir yok oluş ve yok ediş sürecinin eşiğine yuvarlandı bütün insanlık; sadece Avrupa değil, bütün insanlık: Aydınlanma’’nın ruhu, iki büyük dünya savaşında tuzla buz oldu.
Akıl tutuldu… İnsan yutuldu… Hakikat unutuldu…
ULUŞÇULUK VE OSMANLI’NIN YIKILIŞI
Edgar Morin, Avrupa tarihini, “çatışmalar, çelişkiler, yıkımlar, yeniden-doğuşlar tarihi” olarak özetler Avrupa’’yı Düşünmek başlıklı kitabında.
Yıkımlarla sonuçlanan bütün yaratıcılıkların kökeninde, “akılcılığın aklamacılığa dönüşmesi” paradoksu yatıyordu: Akılcılık, yaratıcılığını, her şeyi ideolojikleştirerek aklamacılığa; ideolojikleştirdiği her şeyi ise dinselleştirerek yıkımcılığa dönüştürüyordu.
Modern Avrupa’’yı kuran ve yıkan, dinsel kutsallıklar atfedilen bu ideolojilerden biri ulusçuluk, diğeri de laiklik’’ti Morin’’e göre.
Türkiye, Avrupa’’dan devşirdiği, üzerimizde son derece iğreti duran ve bizi inim inim inleten bu “deli gömlekleri”nin pençesinde kıvranıyor 150 yıldır: İdeolojikleştirilen, dinleştirilen, tanrılaştırılan ulusçuluk, 600 yıllık Osmanlı’’nın çökertilmesinde kilit rol oynadı.
Şimdi, ulusçuluk fikrinin en tabiî gayr-i meşrû çocuğu etnik kimlik paganizmi, bu coğrafyanın insanlarını, önceden tanımadıkları, bilmedikleri yeni bir paganizm biçiminin pençesinde kıvrandırıyor…
Hayatı, hayatın anlamını, varoluşunu ve varoluş nedenlerini Türkçülük, Kürtçülük türünden etnik kimlik aklamacılığı gibi ilkel bir paganizm biçimi üzerinden tanımlamaya çalışarak, sonunda, bu ülkeyi barbar çatışmaların eşiğine sürüklediğini göremeyenleri, âyette silkeleyici bir şekilde ifade edildiği gibi “kurda kuşa yem olmamak” için, vakit geç olmadan akıllarını başlarına devşirmeye davet ediyorum…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT