'Kürt çözümü'nü kim yürütmeli?
Psikolojik savaş belgelerinde millete hazırlanan komplolar, Ergenekon savcı ve hakimlerine kurulmak istenen tuzaklar, CHP'nin bildik Anayasa Mahkemesi başvuruları derken, Kürt sorununu unuttuk, hem de çözümün çok yakın olduğunu düşündüğümüz bir dönemde. 'İyi şeyler' kendiliğinden olmuyor, gerçekleştiren 'iyi insanlar' gerek.
O 'iyi insanlar' ayrıca şunu bilmeli; Kürt sorununun çözümüne ilişkin atılan adımlar ve gerçekleştirilen açılımlar toplum genelinde olumsuz tepkiler yaratmıyor, aksine benimseniyor. Bunun en çarpıcı örneği Abdullah Öcalan'ın idama mahkûm edilmesinin ardından Türkiye'de idam cezasının kaldırılmasıdır. Ayrıca, Irak Kürt Yönetimi ile diyaloğun kurulması, Irak'ın Kürt kökenli Cumhurbaşkanı ile resmî düzeyde ikili temasların yapılması, karşılıklı ziyaretlerin gerçekleştirilmesi ve Kürtçe TRT yayınının başlaması 'çözüm' adına atılan adımlara toplumsal desteğin var olduğunu, tepkilerin sınırlı kalacağını gösteriyor.
Ancak her durumda ortaya konulacak çözüm paketinin (veya Kürt açılımının) PKK ile yapılan pazarlıklar sonucu geliştiği yönündeki bir algıyı yönetmek mümkün olmayabilir. Dolayısıyla, kapsamlı bir 'çözüm öncesi strateji'nin ana dayanağı, siyasal ve toplumsal reformlar olmalıdır. Bunlar arasında bazı anayasal düzenlemelerle 'eşitlik' ilkesinin vurgulanması ve 'etnik köken' temelli ayrımcılığın açıkça yasaklanması yer alabileceği gibi, Kürtçenin kamusal alanda daha da 'normalleştirilmesi' ve görünürleşmesine katkıda bulunacak açılımlar da bulunmalıdır.
Ancak, PKK ile temas/pazarlık konusunun öne çıkması, öncelenmesi (veya böyle bir görüntünün verilmesi) süreci tamamıyla yönetilemez hale getireceği gibi, siyasal maliyeti de katlanılamaz boyutlara çıkabilir.
Bir çözüm stratejisinin ikinci ayağında, sürecin 'temas, görüşme/pazarlık, silahsızlandırma, af' gibi boyutlarını yürütürken önde hükümetin değil, cumhurbaşkanlığının olması (veya görünmesidir). Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün şimdiye dek sergilediği tutum bu 'misyon'u mümkün kılacak niteliktedir. Cumhurbaşkanı'nın ilk gezisini Güneydoğu'ya yapması, Turgut Özal'dan sonra bölge halkıyla ve bölgedeki sivil toplum örgütleriyle yakınlık kurabilen ilk cumhurbaşkanı olması, Irak'ın Kürt Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile yarattığı diyalog, çözüm sürecinde cumhurbaşkanının aktif rol almasını kolaylaştırıcı unsurlardır.
Ayrıca Kürt unsurların, çözüm sürecinde karşılarında 'kırılgan ve ürkek' siyasal aktörler yerine 'devlet'i temsil eden bir 'güç' görme arzusu da cumhurbaşkanının aktif rol almasıyla giderilebilir.
Kürt açılımında temel aktör/muhatap olarak hükümetin yer alması, sürecin taşıdığı siyasal riskler/maliyetler dikkate alındığında ve gelişmeleri öngörebilme ve denetleyebilme imkânlarının sınırlılığı düşünüldüğünde bir noktadan sonra sürdürülebilir olmaktan çıkabilir. Çözüm sürecinin sürdürülebilirliğini sağlamanın yollarından birisi 'adres' olarak siyaset/hükümet üstü bir mercinin gösterilmesidir. Bu, Kürt sorununun çözümünü siyaset üstü güçlere tevdi etmek anlamına gelmemelidir. Aksine, hükümet iradesinin sonuna kadar arkasında olduğu, yasal ve siyasal tüm adımları attığı, ama çözüm projesinin 'sahipliği'nin cumhurbaşkanına tevdi edildiği bir çözüm stratejisinden söz ediyorum.
Bunun nedenlerinden birisini hemen söyleyeyim; hükümetin önde olduğu/görüldüğü bir Kürt çözümünde, süreç hakikaten başarıyla yönetilse, çözüm çok yakın ve mümkün görülse dahi 'çözüm'ün rantını hükümete bırakmak istemeyenler süreci sabote edilebilir. Başka bir ifadeyle, AK Parti'nin muhalifleri Kürt sorununu çözme şerefini ve kazancını AK Parti'ye bırakmak istemeyeceklerdir. Buna AK Parti'nin, kurumlar, kişiler ve gruplar bazında son yıllarda herkesin tanıdığı muhalifleri kadar PKK ve DTP de dahildir.
Dolayısıyla, çözüm sürecinin hem hükümet için siyaseten risksiz/maliyetsiz yürütülebilmesi, hem de başarılı olma durumunda 'rant paylaşımının' çözüm sürecini sabote eden bir niteliğe bürünmemesi için 'çözüm adresi' olarak cumhurbaşkanlığının 'gösterilmesi' daha uygundur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT