Kursk üzerine…
Klasik ordular, sanâyi toplumlarına has yapılardır. Bir ordunun yapılanması ile herhangi bir devlet dâiresinin teşkilatlanması arasında, işlevsel farklılıklar hâriç bir fark yoktur. Sâdece yapılanmaları değil, sevk-idâreleri de ağır ve hantal yapılardır.
Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak
Rusya-Ukrayna savaşı ileride, savaşın genetiğinin nasıl da dönüştüğünü gösteren melez bir savaş olarak anılacak. Bâzı otoriteler buna 4. Nesil Savaş kavramını yakıştırıyor. Hakikaten de çok tuhaf. Gölgeli bir savaş bu. Savaşın hakikî tarafları hem var hem yok. Derinlemesine bakanlar bu savaşın aslında dünyâ hâkimiyeti temelinde yaşanan ABD-Çin savaşının yüzeye vurmuş hâli diyorlar. Bu aktörlerden birisi, ABD, Ukrayna’ya verdiği parasal ve askerî destekle kısmen sâhada görülüyor. Çin ise var mı yok mu, belli değil. Bu meyanda aynı kavmin yüzbinlerce çocuğu birbirini öldürüyor.
Şu aralar çok dikkat çeken hâdiseler cereyan ediyor. Saldıran ve Ukrayna’nın hatırı sayılır bir kısmını ele geçiren; bununla da kalmayıp Ukrayna içlerinde ilerleyen taraf Rusya. Tam bu iş bitiyor gâliba derken, bir de baktık ki Ukrayna ordusu Rusya topraklarına girmiş ve Kursk nâhiyesinde karşı bir işgâli başlatmış. Bu manzara saldıran-savunan denklemini altüst ediyor. Savunan saldıran, saldıran savunan pozisyonuna geçiyor. Eh, “ne o ne bu; hem o hem bu” diyen postmodern dünyânın cilvesi bu denilebilir. Gelin görün ki, vaziyet o kadar basit değil.
Savaşın arifesinde, hatırlıyorum, TV’lerin gedikli yorumcularından biri, oturduğu yerden zıplayıp, “bu iş bir haftada biter” demişti. Târihin yapısal krizlerinden haberi olmadığı için bu basitlemeyi yapmıştı. Zihni muhtemelen 1968 Prag Baharı veyâ 1956 Macar Ayaklanması’ndaydı. Hâlâ Soğuk Savaş’ın devâm ettiğini zannediyordu. Hâlbuki Vietnam ve Afganistan’ı atlıyordu. Nitekim Soğuk Savaş devrinde Vietnam ve arkasından gelen pek çok asimetrik savaş, klasik savaş mantığını çoktan altüst etmişti. Savaş, büyüklerin mutlak olarak kazanacağı, küçüklerin ise mutlak olarak kaybedeceği bir hâdise olmaktan çıkmıştı. Alışılageldiği üzere, mühimmat, teçhizat, ateş gücü vb üstünlükler artık savaşı kazanmanın garantileri değildi.
Klasik ordular, sanâyi toplumlarına has yapılardır. Bir ordunun yapılanması ile herhangi bir devlet dâiresinin veyâ bir fabrikanın teşkilatlanması arasında, işlevsel farklılıklar hâriç bir fark görmek kâbil değildir. Sâdece yapılanmaları değil, sevk ve idâreleri de ağır ve hantal yapılardır bunlar. Modern savaşlarda ağır yapılı ordular karşı karşıya gelirdi. Taraflar birbirine benzediği için muharebelerin gâlibinin kim olacağını tâyin eden de ağırlık farkı olurdu. Elbette Wellington, Napolyon, Kutuzov gibi mâhir generallerin yarattığı ve savaşın mukadderatını değiştirebilen öznellik tesirini ihmâl edemem. Ama bu namlı komutanların mahareti yine de ağır yapıların dâiresinde verdikleri ağır kararlar olarak tezâhür ediyordu. Bugünlerde, sevk ve idâre ettiği savaş ve zafer kadar ismi unutulmuş olan General Giap bir General Kutuzov değildi. O, Vietnam’ın cehennemi ormanlarında çok daha düşük bir ateş gücü sağlayan bir teçhizat ve mühimmatla, II. Umûmî Harp gâlibi dev ABD ordusuyla savaşıyordu. Aslında bir Harp Akademisi mezunu da değildi. Esas mesleği târih öğretmenliğiydi. Gelin görün ki, karşısına çıkan Vietkonglara karşı o devrin en mütekâmil silâhlarını kullanan ABD ordusuna kan kusturdu. Taktiği, ABD ordusunun karşısına çıkmamak, saklanmak, pusu kurmak, en umulmadık zamanlarda saldırmaktı. Vietnam Savaşı aslında küçüğün büyüğü, zayıfın kuvvetliyi, taktiklerin stratejileri yenmesinin en bâriz misâliydi. Aslında bu, kendisinden daha kuvvetli olanı nasıl alt edebileceğine kafa yoran ve bunun tekniklerini bilgelikle geliştiren Asya dövüş sanatlarındaki mantığın yansımasıydı. Gandhi bunun şiddetsizlik üzerinden en rûhî; Giap ise en maddî örüntüsünü veriyordu.
Vietnam’da Vietkong’u destekleyen Sovyet bürokrasisi bundan ders çıkarmamış olmalıdır ki, 1979’da Afganistan’ı işgâl etmek gafletini gösterdi. Sovyetlere karşı Afgan gerillalarını destekleyen ve Sovyetlerin hezimetini bizzat tecrübe eden ABD bürokrasisi ise hâtalar zincirini katladı ve 2001’de benzer bir adım attı. 2021’de aynı âkıbete uğramaktan kurtulamadı.
Şimdi, “Afganistan’da yenildiler ama Irak’ta kazandılar” denilebilir. Evet, ama Irak, iç yapısı sebebiyle bir direnç göstermedi. Eğer öyle olsaydı, Irak’ın ABD ve Birleşik Krallık için yeni bir Afganistan olması işten bile olmazdı.
Yaşanan onca tecrübe, artık hem Rusya hem de ABD’yi akıllandırmış görünüyor. Şu çok net anlaşıldı ki, dünyânın o muazzam ordularının herhangi bir coğrafyayı işgâl edip orada tutunması artık mümkün değil. İşgaller târihi bitmiştir. En fazla uzaktan uçaklarınız ve füzelerinizle yapacağınız büyük bir tahribatla kifâyet etmek zorundasınız. Bu da savunan tarafı size karşı daha da bilemekten başka bir işe yaramayacaktır. Artık savaşmak değil, savaştırmaktan yanalar. Artık kimin kime galebe çalacağını, kimin kimi doğrudan savaşa girmek zorunda bıraktığı belirliyor. Bu da dünyâ ve savaş târihine, Napolyonik ordu yapılanması ve muharebelerin yerini alan paralı askerliği ve vesâyet savaşlarını hediye etti. (Zamânında feodal paralı askerliği şiddetle eleştirmiş olan Machiavelli muhtemelen mezarında ters dönmüştür). Ukrayna savaşını başlattığı gün Putin’in, Rus halkına yapmış olduğu açıklamada, son derecede düşünceli, buruk bir yüz ifâdesiyle bu savaşın uzun süreceğini ifâde etmesini trajik bulmuşumdur. Rus ordusunun ilk başlarda kuzey cephesinde bocaladığı, taktik değiştirerek doğudan yeni bir harekât başlatmasına şâhit olduk. Arada yaşanan çok sayıda dramatik hatâ, Prigojin ve Wagner hâdiseleri, tasfiyeler bahs-i diger. Evet, savaş hâlâ büyük oranda konvansiyonel düzlemde cereyan ediyor. Tutalım ki Rusya kazandı ve iddia ettiği gibi Neonazi idâreyi devirip Ukrayna’yı kontrol eder hâle geldi. Hatta diyelim ki Batı da geri durdu ve işi büyütmedi. İş bununla bitecek mi? Hiç şüphesiz Ukrayna’nın yeni bir Afganistan’a dönüşeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Sanâyi kapitalizmi, derin çelişkilerine yenilip bünyesindeki tekmil müzâhir ve mücâvir yapılarıyla çöküyor. İşçi sınıflarının yok olduğu ve bugün içine doğru sönümlenen orta sınıflaşmalar ardında ne ekonomi, ne bürokrasi ne de ordu bıraktı. Bu çöküş, çoktan aşmış olduğumuzu zannettiğimiz feodal dünyâya has kaotik bir dejenerasyonla tezâhür ediyor. Sanki bastırılmış olanın geri dönüşünü yaşıyoruz. Kapitalizmin çelişkileri bu defâ ilerlemeci değil, tam aksine geriye yönsemeci yeni sentezi doğurmaya aday. II. Umûmî Harp benzeri bir III. Umûmî Harp beklemek abesle iştigâldir. Dâhilde herkesin birbirine diş bilediği, hâriçte ise paralı vekil kuvvetlerin birbirine girdiği anomik bir târihi idrâk ediyoruz.
HABERE YORUM KAT