1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Kurnazlık, ahmaklık ve sağduyu
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kurnazlık, ahmaklık ve sağduyu

11 Kasım 2008 Salı 15:33A+A-

Her siyasetçi fikirleri ve söylemleri ile gündemin odağında olmak ister. Ancak gündem denen şey bazen bir bataklık gibi siyasetçiyi içine çeker ve oradan kurtulmak üzere yaptığınız her hareket sizi daha da batırır. Buradaki ikilem, bataklığın içinden çıkmak için gereken basit hamlelerin genellikle siyasetçiler tarafından ‘zayıflık’ olarak algılanması... Nitekim bu konuma düşenlerin daha da efelendiklerine, eleştirileri bir gurur meselesi haline getirdiklerine ve böylece ‘toplumsallaşan’ bir olumsuz kanaatin odağı haline gelmelerine sıkça tanık oluyoruz.

Başbakan da son günlerde muhtemelen kendisini epeyce rahatsız eden bir girdabın içinde dolanıyor... Ama sağduyu gösterip kendisine mesafe almayı beceremediği ölçüde, anlamsız bir yıpranma sürecini de yüklenmiş oluyor. Öte yandan eleştirilerin temeli hiç de boş değil... Erdoğan’ın giderek devlete ve devletçiliğe kaydığına dair istemediğiniz kadar belirti var. Askere verilen destekle başlayan süreç Dengir Mir Fırat’ın yerine Abdülkadir Aksu’nun getirilmesiyle iyice pekişmiş gözüküyor. Fırat’ın istifasının kişisel nedenlerle olma ihtimali yok... Ayrıca atama sonrasında Aksu’yu ‘sevdiğine’ dair sözleri de herhalde siyaseti yakından takip edenlerce gülümseme ile karşılanmıştır. Bu ‘görev değişiminin’ siyasi bir karar olduğu ve yaklaşan dönemde AKP’nin özellikle Kürt meselesinde devletçiliği boşlamayacak bir manevra alanı genişlemesi hedeflediği anlaşılıyor. Çünkü Fırat gibi siyasetçiler Kürt kesimi ile yakın temas içinde olsalar da, gerekli anda öteki uca savrulmayı pek beceremeyebilirler... Oysa Aksu’nun geçmiş performansı, kısa vadeli ilkesiz politik hamlelerin söz konusu olabileceği süreçlerde işe yarayabileceğini ortaya koyuyor.

Diğer taraftan Başbakan’ın devletçiliğe göz kırpmasının tezahürleri kendi diline de yansımış durumda. Gösteri yapanlara pompalı tüfekle ateş eden vatandaşı destekleyici mahiyette konuşmasından, İttihatçıların ‘tek bayrak, tek devlet, tek millet’ sloganını böylesine rahatlıkla kullanmasına kadar... Hele siyasi çizgisine her fırsatta destek olmuş Fehmi Koru gibi biri için ‘sevsinler seni’ demesi ve nihayet kendisini Kanuni, Yavuz vb. padişahlara eşdeğer bulması meselenin şirazesinden çıktığını gösteriyor. Başbakan’ın bu noktaya gelmesinde yaklaşan seçimlerin gerektirdiği varsayılan bir taktiksel yönelimin olduğu belli. Buna göre Erdoğan ikili bir strateji izlemekte: Kürt kesimini etnik duyarlılığı ima eden DTP ile hizmeti taşıyan AKP arasında tercihe zorlarken, aynı zamanda diğer muhalefet partilerinin kullandığı devletçi kozu ellerinden almaya çalışmak. Çünkü bu son çıkışlar sayesinde AKP devletleşirken, CHP ile MHP’nin de siyaseten ‘anlamsızlaşması’ hedefleniyor. Kısacası AKP hem devletçi eleştiri karşısında yıpranmamanın, hem de muhalefeti devletle karşı karşıya getirmenin peşinde. Erdoğan’ın “biz her şeyi devletin değerlerine uygun yürütürüz” demesinin ‘hikmeti’ de bu...

Ne var ki bu yaklaşımın iki büyük handikabı var... Birincisi AKP ile ona destek olmuş demokrat eğilimli kesimlerin arasını açıyor. Bu durum siyasi bir zaafa işaret etmekte, çünkü eğer bütün bunlar bir ‘taktikse’ bunun topluma anlatılabilmesi lazımdı. Söz konusu uzaklaşma AKP’nin meşruiyet ayaklarından birini zayıflattığı ölçüde, bu partinin gerçekte olduğundan daha da devletçi olarak algılanmasına neden olmakta. İkinci handikap ise kısa vadeli siyasi kurnazlıkların çoğu zaman uzun vadede siyasi ahmaklıklar olarak tecelli etmesidir. Bu seçimlerde rakipleri sıkıştırmak üzere atılan adımlar, partinin değişen kadrosuna ve söylemine yansıdığı ölçüde, toplumsal tasavvurda miadını doldurmuş bir siyasi hareketi de ifade etmeye başlayabilir. Göründüğü kadarıyla AKP kendisini sadece rakiplerine bakarak konumlandırma kolaycılığı içinde... Oysa bu toplumun beklenti düzeyi hızla yükseliyor ve özellikle Kürt meselesinde devletçiliğe yanaşmanın bir tür siyasetsizlik ve giderek iktidarsızlık olacağı açık.

Ancak bütün bunlar bir yana, bugün Başbakan’ı eleştirenlerin de sağduyu açısından atmaları gereken adımlar var. Her şeyden önce AKP ne ise o! Bu parti Türkiye’nin çok özel bir tarihsel anında demokratik arzuları taşıma şansını buldu ve bunu hak etmediği de söylenemez. Ama hiçbir zaman demokrat bir zihniyetin taşıyıcısı da olmadı ve zaten olmak zorunda da değil... Dolayısıyla AKP ile ilgili yüksek beklentiler fazlasıyla romantik bir bakışı yansıtıyor. Ortada tarihsel bir mücadele ve kırılma süreci var... Nitekim Erdoğan da “hesapları iyi yapacağız... sabır... hamken meyve yenmez” demiş. Anlaşılan Başbakan aydın kesimin daha ‘gerçekçi’ bir Türkiye ve gündem değerlendirmesi yapmasını bekliyor. Bence tamamen haklı... Ama kendisi de bunu sağlayacak sağduyu adımlarını atmamakta sanki inat ediyor.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT