Küresel sermaye ulus-devlet güreşi
Amerikanın Afganistan ve Irak'ı işgal ederek başlattığı süreci anlamlandırmakta çoğu kimse zorlandı. İşgal, savaş gibi bir olayın insani boyutunu görmezden gelerek, bunu terörle mücadele , demokrasi, özgürlük gibi söylemlerle meşrulaştıran kalemleri bahse değer görmüyorum. Ancak Amerika'nın 11 Eylül'den sonra uygulamaya koyduğu stratejiye karşı sadece “kahrolsun Amerika” retoriği ile yetinmenin de olaya nüfuz etmeyi engelleyen bir işlev gördüğü kanaatimdeyim.
Amerika'nın gücü ve yenilmezliği, dolaysıyla haklılığına peşinen iman edenlere karşılık ikiyüzlülüğünün deşifre edilmesi en azından fikir namusu açısından selamlanacak bir duruştur. Özellikle, Türkiye'de tezkere dönemimde yapılan tartışmaları hatırladığımızda az sayıda kalemin önemli işler başardığını bugün daha iyi görüyoruz.
Amerika'nın dünyayı ikna etmek için ortaya attığı dezenformasyon türünden gerekçelerin deşifre edilmesi ne yazık ki bu küresel gücün, daha doğrusu “dünya sistem”inin anlaşılması için yeterli değildi. Ortadoğunun işgali, terörle mücadele küresel sistemin dinamiklerinden bağımsız değildi ama resmin tamamı da bundan ibret sayılamazdı. Irak'ta, Afganistan'da dökülen kanlar, gizli hapishanelerdeki işkenceler gibi insanlık suçlarına karşı durmak adına sistemin bütününe ilişkin çok az tartışma yapıldı.
Amerika, en güçlü göründüğü bir dönemde rakipsiz sayıldığı tek kutuplu sistemde ne askeri ne ekonomik olarak rakibi bile olamayacak dünyanın en fakir ülkesini neden işgal ediyordu? Bu sorunun cevabını vermediğimiz sürece işgale karşı duruşunuzun gerçekten antiemperyalist tavır anlamına gelip gelmeyeceği sorgulanabilir. Bazen hamasetten ileri gitmeyen karşıtlık düşmanının işine yarayabilir. Karşı olduğunuz gücün gerçek gücünü, niyetini gizleyen bir şala işlevi görebilir.
11 Eylül'le birlikte başlayan süreç, aslında küresel kapitalizmle ulus-devlet ilişkisinin geleceği açısından bakmadan doğru anlaşılamaz. Yeni bir aşamaya gelen kapitalizm artık ulus-devlet sınırlarını çoktan aşmış küresel boyutlara ulaşmış, kendi çıkar alanlarına ilişkin kurallarını koyar olmuştur . Modern dönemde ulus-devlerle birlikte palazlanan kapitalizm bir müddet devletin sırtına binerek daha da güçlenecektir.
Ne var ki, özellikle sermaye piyasasının, çok uluslu şirketlerin uluslar arası güç olmaları ulus-devletle olan ilişkisini yeniden tanımlanmasını gerektirdi. Küresel sermaye artık ulus-devlet için bir yük olmaya başlamış, ikisinin çıkarı zaman birbirinin aleyhine işler olmuştur.
Küresel sermayenin ulus-devlete olan bağımlılığı, ihtiyacının eskiye oranla alabildiğine azalması, hatta birbiriyle çıkarlarının çatışır olması devletin bir şeyler yapmasını gerektirdi.
Amerika'nın yeni işgal politikalarına bir de bu açıdan bakmakta yarar var. Küresel sermayeyi sırtında taşıyan, aynı zamanda onun sayesinde de küresel güç olan Amerika'nın askeri gücünü göstermesi küresel rekabette sermaye karşısında bir hamlesi olarak okunmalıdır.
Kısaca, küresel sermaye ile devlet ilişkisinde altı çizilmesi gereken husus ulus-devleti aşan, ona rağmen kendi strateji geliştiren ve çıkarlarını gözeten küresel sermaye ile karşı karşıya olunduğudur.
Bunun son örneklerinden biri Amerika'da emlak piyasası kriziyle başlayan ve banka iflası ile devam eden süreçte ortaya çıkıyor. Bir yanıyla devlet kapitalizmi görüntüsü vermek istemeyen Bush banka kurtarmaya sıcak bakmazken Wall Street devlerinin bir araya gelip kendi sektörlerini kurtarmalarını bekledi. Şimdilik kriz atlatılmış gibi görünse de aslında küresel sermayenin Amerika'dan çekilmesi devletin nerdeyse iflası anlamına gelebilecek bir krize yol açacağı söyleniyor.
Başta Çin, Hindistan gibi Uzakdoğu hatta Arap sermayesinin Amerika'dan çekilmesine yol açacak zincirleme çöküş yeni dönemde dünya sistemine şekil veren iki farklı organizasyonun yani devlet-sermaye arasındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesi anlamına gelecektir.
Bu arada, adeta ilahi bir kural gibi beyinlerimize nakşedilmeye çalışan “ekonominin kuralları”, “serbest piyasa” gibi parlak lafların bir anda yaldızının nasıl dökülüverdiği gözden kaçırılmaması gerekir. 200 milyar dolar hazine desteği ile toplam değerleri 5 trilyon doları bulan iki şirketi kurtaran ABD sistemi, gerektiğinde tüm piyasa kurallarına rağmen müdahale edebileceğini gösterdi. Lehman Brothers gibi bankanın kurtarılma işine soğuk bakılması ise daha ilginç bir göstergelere işaret ediyor. İç savaş dönemine kadar varan tarihi ile adeta Amerikan kapitalizminin sembollerinden birinin batışına seyirci kalan devlet sermaye ile yeniden hesaplaşıyor. Küresel kapitalizm ile ulus-devletin kozlarını paylaştığı ama sonunda muhtemelen dengelerin yeniden kurulacağı bir süreç yaşanıyor. Bir farkla ki bu süreçte batı-dışı sermaye de aktör olabileceğinin işaretlerini veriyor.
Ekonominin kurallarını her türlü değer ve ahlak ilişkisinden bağımsız zanneden saf siyasetçilerin bu günlerde ders alacağı çok şey yaşanıyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT