Küresel Kibir Çetesi ve Ahlak Devrimi…
Bir önceki yazımızda Anti-Kapitalist olmanın, sade yaşamanın ve zalimlere meyletmemenin imanın şartlarından olduğunun altını çizmiştik.
Kapitalizm’in işleyiş mantığını ve Küresel Kapitalist sistemin örgütlenme yapısını bilmek Tevhid ehli herkes için gerekli bir durum olduğunu da belirtmiştim.
Şimdi bir özet verelim;
Yeryüzünde doğal kaynaklar tüm insanların hizmetine bahşedilmişken, Doğa ve insan uyumlu bir yaratılışla var iken insanlar arasında bir kesim bu eşit koşulları bozan bir biriktirme ve özel mülkiyet edinme ihtirasına sahiptir…
Biriktirme/mal yığma ve mülkiyeti kendi tekeline alma hırsı, bazı insanları diğer insanların haklarını gaspetmeye sevketmektedir.
Mülk’ün sadece Allah’a ait olduğu ve adil bir paylaşımla paylaşılabileceğini kabul etmek istemeyenler, sınıflı toplumu meşrulaştırmak için hukuk karşısında eşitliği, mülkiyet ve emek karşısında ise adaleti hiçbir zaman içlerine sindiremediler…
Bunun için mal yığmak ve özel mülkiyet tutkusu, şatafatlı bir yaşam tarzına, lüksün kutsanmasına ve ille de başkalarından üstü olma kibrine de yol açıyor.
Bunu bugün kim yapıyor? Bugün tüm dünyayı adına Küresel sermaye denen sayıları yirmiyi aşmayan aile yönetiyor. Bu ailelerin başında da Rothschild Ailesi ve Rockfeller ailesi geliyor. Bu aileler silah sanayii’ni, ilaç sanayi ve medyayı ellerinde tutuyor. Warburg ve Morgan aileleri de diğer tefeci Yahudi aileleri arasında. Dünya’da çokuluslu şirketler olarak tanınan ve sermayeleri pek çok ülkeden kat ve kat fazla olan bu şirketler sermayelerine sermaye katmak için, mallarına mal yığmak için kendi ekonomi-politikalarını da dünyaya dayatıyorlar. Silah-Gıda/sağlık-Medya alanlarına hükmeden dünya sermayesi bu alanların hepsini kendi çıkarları doğrultusunda kontrol etmekte, dünyadaki “meşruiyet sınılarını” ve “standart”ları belirlemektedirler. Kavramların çerçevelerini onlar belirlemekte, Dünya kamuoyu denen şeyi onlar yönlendirmektedir. Küresel sermaye’nin istişare zemini olan “Bilderberg” ve pek çok kurum ve tartışma platformu çok katmanlı bir çıkar yapılanmasından oluşuyor.
Küresel kibir çetesinin belli başlı örgütlenmeleri şunlar: CFR (Council on Foreign Relations: Dış İlişkiler Konseyi), Bilderberg Group), ve Üçlü Komisyon (Trilateral Commission)
CFR kuruluşundan bu yana Rockfeller ailesinin destek ve finansmanıyla gelişti. 1954'te CFR güdümünde örgütlenmenin Avrupa ayağı olarak Bilderberg örgütü kuruldu. 1973'te üç büyük tekelci sermaye odağı CFR tarafından birleştirilmesi için Kuzey Amerika, Avrupa ve Japon sermayelerini içine alan Üçlü Komisyon kurulur. Hiyerarşinin yukardan aşağıya CFR-Üçlü Komisyon-Bilderberg Grubu şeklinde oluştu.
FED kamusal Amerikan Merkez Bankası olarak bilinir. Ama aslında ABD'deki küresel sermaye tarafından kontrol edilen özel bir kurumdur. Bankanın hissedarlarına baktığımızda ABD ekonomisinin kimin elinde olduğunu daha net anlayabiliriz: FED’in kurucu ortakları şöyle: “Rothchild Banks of London and Berlin”, “Lazard Brothers of Paris”, Israel Moses Sieff Banks of Italy, Warburg Bank of Hamburg Germany and Amsterdam, Kuhn Loeb Bank of New York, Lehman Brothers Bank of New York, Goldman Sachs Bank of New York, Chase Manhattan Bank of New York (Rockfeller tarafından kontrol edilmekte). Son zamanlardaki yaklaşık 203 bin payın 36 bini Rockfeller'ın, 36 bini de Morgan'ın olduğunu da unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla küresel mal yığıcılar finans sektörünü doğrudan ellerinde bulundurmaktadırlar.
Birbirileriye çok karmaşık ortaklık ilişkileriyle bağlanmış olan küresel sermaye elitlerinin ideolojisini “Para için sadece çıkarını gözet” felsefesi şekillendirmektedir. Bu sebeple Kapitalizm’i ayakta tutan ahlaksızlık onların temel karakteri durumundadır. Tek ölçüsü “çıkar ve kazanç” olan bir ekonomi-politik beraberinde pragmatizmi de getiriyor. Örneğin Küresel sermaye çıkarına uyduğu sürece tüm tarafları destekler. Demokratlar, Cumhuriyetçiler, Müslümanlar, Ateistler, İslamcılar, Laikler hatta Solcular ya da sağcılar… Önemli olan çıkara uyup uymayan yönlerin ağır basıp basmamasıdır… bahsini ettiğimiz ya da edemediğimiz isimlerin çıkara ters düşmesi ise doğrudan düşman ilan edilmesine yeter… Ahlakı, sosyal adaleti, doğallığı savunanlar marjinal, terörist olarak yaftalanırken, Montasanto gibi GDO Tekelcileri tarımı ifsad etmesi ya da BAE Silah firmasının milyonlarca insanın ölümünü teşvik için kargaşalar çıkarması terörizm değildir!
Küresel Sermaye tekelcileri, BM, NATO, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar arası örgütleri de kontrol altında tutmaktadır.
İşte bu sebeple Mc Donald’s, Coca Cola, Montasanto, BP vb. tekellerin işlevi eko-politiktir. Para için siyaset yapan siyaseti para için kontrol eden ve her şeyden önemlisi hayatı para ve siyaset merkezinde bir felsefe/tarz ile yeniden şekillendiren bir yapıdır Kapitalizm. Kur’an’ın şirk dediği, zulüm dediği, istikbar dediği Din’in bugünkü örgütlü halidir Kapitalist dünya görüşü ve yaşam tarzı…
“Herkesin biraz firavun olduğu tıkır tıkır işleyen sistem”
Kapitalizmin efendileri medya aygıtı yoluyla kendi standartlarını ve normlarını kitlelere benimsetirler. “life style” Tüketim toplumu inşa etmek için moda/kozmetik/sağlık/tarım alanlarında alışkanlıklar/davranış biçimleri üretirler ve dayatırlar. Sistem “tıkır tıkır” işler: Üretilen malın satılması için önce o mala ihtiyaç duyulması sağlanır. İhtiyaç sanısı için de medya/sinema/bilişim aygıtları kullanılır. “İhtiyaçlar” çoğaldıkça ürünler daha çok satılır. Satışın aktif kalması için yeni ihtiyaç-yeni ürün-daha çok satış zinciri korunur. Bunun için tıkır tıkır işleyen sistem, bilim’i de ahlak değil satış merkezinde kullanır. Örneğin silah ticaretinde son model silah üretiminde, GDO çalışmalarında olduğu gibi. Böylece sistem bahsini ettiğimiz bir grup ailenin ve dolayısıyla onların ideolojisi olan Siyonizmin hizmetindedir. Tarım, sağlık, eğitim, savunma, iletişim gibi pek çok insani alan ahlaktan yoksunlaştırılarak çıkar merkezinde birer silaha dönüştürülür. İşin ilginci bu silah, kullanılan kurbanın da gönüllü olarak katıldığı bir kurban ayininin bir parçası olmaktadır. Herkesi biraz firavun yaparak köleleştiren bir sistem olarak işlev görmektedir. Herkesin firavun olmaya özendirildiği ama elbette birbirleri üzerine basmaları sonucunda yığıunların ezilerek bahsi geçen tekelci sermayenin her zaman en üstte kalmaya devam ettiği bir sistem…
Kapitalist elitlerin küresel yapılanmasının ideolojik yansıması ise “İsrail”dir. Faiz üzerine kurulu küresel ekonominin dinsel karşılığı Siyonizm etiğidir. Siyonist dünya görüşü seküler ırkçı bir ideolojiden öte seçkin/seçilmiş toplumun dünya egemenliğidir. Bu sebepledir ki Faizi temel ilke edinen Yahudi sermayesi bugün tüm dünya ekonomisini “Hristiyan Siyonistlerle” işbirliği içinde yönetmektedir.
Peki tüm bu malumat ne ifade ediyor? Ortada çok net bir Küresel kibir çetesi var. Bu kibirleriyle mal yığdıkça yığan bu kodaman ailelerinin yol açtığı sonuç ise politikada Emperyalizm ekonomide Neo-Liberalizm ve gıda/sağlıkta Açlıktır. Yani Küresel ifsad ekolojik yıkım…
Bizzat Küresel sermayenin kontrolünde olan Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre bile sonuçlar gayet iç karartıcıdır;
Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.
800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent.
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
Şimdi tüm bu tabloya bakarak ne yapmalı diye sorarsak kendimize o zaman devrimin teolojisini kurmanın vaktidir derim ben…
Devrimin teolojisi, Anti-Kapitalist İman’ın başka bir dünya mümkün diye haykıran tüm ezilmişlere bir cevabı bir önerisi var. Öncelikli olarak Devrimin Dini İslam, özgürlük merkezinde bir teoloji ve yola çıkış öneriyor. Devrim, ancak bahsini ettiğimiz küresel çetenin hayat felsefesi olan Modernite ile hesaplaşmayı gerekli kılar. Yani anti-kapitalizmin yolu ancak ve ancak modernitenin kavramlarıyla yolunu ayırt etmesiyle, kulların kullara kul olmadığı adil ve yaşanılabilir bir dünyayı mümkün kılacaktır.
Başkaya’nın da farkına vardığı gibi, “Ekonomik, sosyal, ekolojik, etik velhasıl insanlık krizi bu rotada devam ederse, vakitlice aracın yönü değiştirilmezse, insanlığın da bir geleceği olmayabilir. Kapitalizmin beş yüzyıllık tarihi insanlığı uçurumun eşiğine getirmiş durumda. İlerlemeci, modernleşmeci, kalkınmacı paradigma iflas etmiş bulunuyor. Bu aşamadan sonra ölüyü, giydirip-kuşandırıp koltuğa oturtarak diriymiş gibi göstermenin bir âlemi ve kıymet-i harbiyesi yok. Dünyanın yoksullarına, yeryüzünün lânetlilerine gösterilen yolun sonu yok. Dünyanın geri kalanının da emperyalist ülkeler gibi 'zengin' olması mümkün değil. Kaldı ki, insanlığın yeni bir zenginlik tanımına, daha doğrusu zenginlik diye bir kelimenin sözlüklerde yer almadığı bir dünya yaratmaya ihtiyacı var.”
Modernite ile hesaplaşabilenler, özel mülkiyetten, ulustan ve kutsallarından, sekülarizmden, kapitalizmden ve küresel sermayenin “meşru standartları”ndan özgürleşebilir. Sade yaşayan, malına mal katmanın derdinde olmayan, paylaşan, kardeşini kendi nefsine tercih eden, fakiri ve yetimi gözeten, çıkarı değil “ahlakı ve paylaşımı” önceleyen yeni bir hayat tarzı…
YAZIYA YORUM KAT
1 milyar 20 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor(BM verisidir)devasa bir üretim ve Allah vergisi bir tabiat.
Yanıtla (0) (0)arkadaşlar bu sefaletin sebebi için birazcık (çok değil birazcık) düşünen adam bilirki sefalettin sebebi ne kuraklık,ne de kıtlıktır. bu sefaletin sebebi bölüşümle ilgilidir. ve bunun adı kapitalizmdir. ve bunu görmeyen de dilsiz şeytandır.
sefaletin sebebi için düşünmekten tasaruf edenler sefaletten sorumludurlar
Modern müslümanlarda kapitalizme tüketim araçlarıyla hizmet etmektedir.örgütsel olarak müsiadı ve doğal başkanı e.y gösrebiliriz.bireyselleşmenin sonucunda müslamanlarda atomize olmuş durumdadır.bu zamanda gemisini kurtaran kaptan rolünu sevmiş durumda.nuhun gemisine bir çivi çakacağına yapılan gemiyi delik açmak peşindeler.
Yanıtla (0) (0)Arkadaşlar ilk önce şu soruları Kur'an ve sünnet perspektifinde cevaplamaya çalışalım.
Yanıtla (0) (0)* İslami bir ekonominin olmazsa olmaz temel ilkeleri nelerdir?
* Tevhid dini olan İslam'da ekonomi nasıl işler?
* İslami bir ekonomide durgunluk,kriz ve iflaslar yaşanabilir mi?
* İşçi işveren meselesini ve emeği nasıl tanımlamalı ,nasıl anlamalıyız?
* Ücretlerin belirlenmesinde ölçü nedir?Bu konuda adalet nasıl sağlanır?
* Ürünün fiyatlarının belirlenmesinde ölçü nedir? Bu konuda denge ve denetim nasıl sağlanır?
* İslami bir ekonomide Özel mülkiyet varmıdır Yokmudur?
* Zenginleşmeye nasıl yaklaşmalıyız?Bizatihi zenginleşme kötü müdür?Fakirlik iyimidir?
* İslami ekonominin Liberal ve komünist ekonomiler ile ne gibi benzer ve ayrı noktaları vardır?
* İslami ekonomide sendikacılık varmıdır? Varsa nasıl yapılır?
* Haram ve günah olan ürünleri üretmek ve satmak İslami ekonomide caizmidir? Haram ve günah olan ürünlerin üretildiği fabrikalarda işçi olarak çalışmak caizmidir?
* Grev ve lokavt hakmıdır, değilmidir?
* Asgari geçim standardı ve yoksulluk sınırının belirlenmesinde islami açıdan ölçü nasıl olmalıdır?
* Sigorta ve sosyal hakların yeri nedir?Bu konu nasıl ele alınmaktadır?
* Gayri İslami siyasal sistemde İslami bir ekonomi mümkünmüdür, değilmidir?
...vb. soruların esaslı cevaplarını bulmalı ve tartışmalıyız.Bunu yaparken piyasada bu konu ile ilgili çıkmış emek sermaye ilişkisini ela alan ve inceleyen onlarça çalışmayı gözden geçirmemiz gerekiyor ve bu konuda ciddi ve esaslı bir okuma yapmalıyız.Bu konuda yazılmış makaleleri de gözden geçirmeliyiz. İslami açıdan emek konusunun tartışıldığı yukarıda sıralanan soruların müzakere edildiği geniş katılımlı ilmi bir konferans düzenlenmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.Buna çok ihtiyacımız var.
Bu tartışmaları ve sorgulamaları yaparken diğer -izm'leri,ideolojileri İslama yama yapmamız ve İslamı onların ta kendisiymiş gibi gösteren eklektik ve sentezci tavırlardan uzak durmamız gerekiyor.
selam ve dua ile
muhammed bakır es sadr ın "Çağdaş İnsanın Çıkmazı" adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.Ayrıca es sadr ın özel mülkiyete getirdiği tanım burada bahsedilenlerden farklıdır.kitabı ortasından okursan her insanı farklı anlayabilirsiniz.o yüzden kişiler hakkında yorum yapmadan önce dikkat etmek lazım diye düşünüyorum.(burdan kimse eleştirilemez anlamı çıkarılmasın)
Yanıtla (0) (0)Şahsen ben Bülent kardeşimizin, yakından tanıdığı birinin söylemlerini destekleme babında mezkûr yazısında zikretmesini isterdim ki o en azından ezilmiş insanların, müslümanların hakkını savunma pozisyonunda, türlü kavramlarla suçlanma pahasına olsa da..Şimdi buna ihtiyaç var çünkü..Ele alınan konular,sahasında uzman olan ama aynı zamanda islami hassasiyet sahibi insanların işidir.O yüzden kuşatıcı bir söyleme ihtiyacımız var bizim.Ali Bulaç’ın da ifade etmeye çalıştığı gibi(şahsın kendisini ne kadar tutarsınız ben bilemem) AKP müslümanların temel değerlerinin için boşaltıyor gibidir.Bu noktada itiraz geliştiren herkesle eylem birliği içinde olmak zorunluluğumuz var bizim,farklılıklarımızı kaşımadan.Yaşanan zulme dayalı pratikler hemen şimdi müdahale edilmeyi gerektiriyor çünkü.Sair konuların esas bilicisi Allah’tır.İnsanlar samimi iseler sair konular üzerindeki ihtilaflar aşılabilir,kaldı ki dinin asli unsurları da değillerdir.Ama şimdiyi yaşıyoruz biz,insanlar bir yandan sömürülüyor,bir yandan mağdur ve mahkum ediliyor.Bu işleyişi sürdüren de bizim içimizden çıkmışlarla iktidar olanlar ve onların şiddetle uyarılmaya ihtiyacı var.Bu tür çalışmalar ortak bir dille,ortak bir zeminde seslendirilmek zorundadır ama birbirimize durmadan,itişip kakışmadan..Ekonomi, iktisat, bu minvalde yürütülecek işleyişin başında duran iktidarı biçimlendirmek tek seslilik ister.Öte yandan kendi aramızdaki ilişkilerde namerde muhtaç etmeden elimizdekileri paylaşmak ister.Bizler adam ol-a-madıkça birilerine,iktidara eleştiri getirmemizin makes bulacağını beklemememizin karşılığı hayalperestlikten başka bir şey değildir.Din gerçekliğinin sosyal boyutlarını,insanın yaşam pratiklerinin gerekliliklerini hak,adalet,paylaşım,ahlak merkezli dile getirmek olması gerekendir.
Yanıtla (0) (0)İktisadi ilişkilerden;biriktirme,sermaye,zenginlik,ticaret,mülkiyet,üretim,tüketim,bölüşüm,gelir,infak,zekat,vergi konularında tartışmalar olumludur. Öte yandan, özgün bir İslam sosyo ekonomik yapısından söz edilebilirmi? Kuran ve Sünnet; sosyo ekonomik bir yapı ortaya çıkartacak ilke ve hükümler vazetmişmidir? Hayatın neredeyse tamamına yakın bir bölümünü kapsayan yukarıda saydığımız iktisadi ameliyelerde İslam nasıl bir yaklaşım,bakış açısı,tarzı siyaset öngörmektedir? Tevhidi dünya görüşü ve buna bağlı islam hayat tarzı; müslümanların kılık kıyafet gibi,zevk ve haz gibi,iktisadi ameliyeler gibi hayata kendi özgün rengini ve kokusunu verdiği/vereceği bir gerçekliktir. Mütedeyyin kesimlerin bile yaşam tarzlarına İslam’ın rengini veremedikleri; pazarda,sokakta,kılık kıyafetlerinde,yönelişlerinde,dünya için yarışta,lüks ve israfta kendini göstermektedir. Rabbin-Nas olan Allah; müslimin (Teslim olanın) dünya görüşünü Kur’anla inşaa eder. Tevhidi dünya görüşünü edinen müslüman cahili olandan hicret ederek ,dünya görüşü çerçevesinde kendi hayat tarzını yaşayarak oluşturmaya başlar. Vahyin nuzül vasatında Mekke ve Medine’de 23 yılda yapılan budur. Tabiatı gereği En zor ve uzun bir süreçte insan davranışlarına ve ahlakına yerleşecek olan mülkle ilişkiler sorunsalı,Rasulullah’ın rıhletinden daha 30 yıl geçmeden rayından çıkartılmıştır. Kenz ayetleri yanlış tefsir edilmeye başlandı.İnfakın yerini kırkta bir zekat almaya başladı,zenginleşme temayülü toplumda revac buldu. Allah Rasululünün yerleştirmeye çalıştığı sosyo ekonomik yapı;dinar ve dirhemin yavaş yavaş toplumu teslim alması ile yerini cahili iktisadi ilişkilere bıraktı. Bu gün hala ayni cahili iktisadi ilişkilerin egemenliği söz konusudur. Ali ‘nin katlinin gerisinde bu vardır.Eba Zer’in Rebeze sürgünü açıkca bu nedenle olmuştur. Gıfarlı Cündeb’in yükselttiği bayrağın, bu gün bir avuçta olsa "cesur gençler" tarafından taşınıyor olması sevinç vericidir.
Yanıtla (0) (0)İsmet kardeşin isteği yani özet çok zor çünki Şehidin ilgili kitabı baştan sona ağır bir kitap kaynak bir kitap ve sadece ekonomiden bahsetmiyor.
Yanıtla (0) (0)Ama doğrusu ben Bülent kardeşimizden islamın mülkyet anlayışı konusunu daha derinlemesine gündeme taşımasını umut ediyorum.
kardeşler bazı yorumcular sürekli allame sadr'dan bahsetmişler. onun bu konulardaki görüşlerinin bir özetine kavuşamaz mıyız. ya da bu işi bir kardeşimiz üzerine alamöaz mı?
Yanıtla (0) (0)Sevgili Muhammed ne sapla samanı karıştırdım ne de yorgan yaktım. Söylemiş olduğum sözleri belki uyum içinde yazamadım ama konuyla ilgili M.Bakır essadra Ali Şeriatiye göre ve kendi anladığım kadarıyla mesele bana böyle geliyor.
Yanıtla (0) (0)Elbette ekonomide hayatın diğer alanaları gibi akışkan değişken ama islami toplumda nasılki zina etmenin şartları büyük oranda yok edilir ve buna rağmen zina edenler olursa cezalandırılır mantığı hakimse ekonomidede aynı mentalite geçerlidir.
Siz israfın mal yığmanın önünü açıp bu davranışlarda bulunmayı engelleyemezsiniz diye düşünüyorum.
Birde sosyalizmin türevi kompleksi oluşturmak yanlıştır. Neden öyle olsun sosyalistler yokken bu din vardı. Habil ve Kabil ne için savştılar?
Ama bu konunun çok önemli olduğu ortada. Tartışılmalı. Teşekkürler.
hz ömer'in peygamber dönemindeki bazı uygulamaları değiştirmesi gibi. dolayısıyla ekonomi konusu durağan bir mesele de değildir. üstelik gücün elimizde olmadığı bir toplumda neleri yapmamız gerektiğini konuşmak da ayrı bir konu.
Yanıtla (0) (0)yani islam ekonomisini serbest piyasacılığa ve zekata indirgeyen müsiadçıların sorunu sadece sizlerin uyarıda bulunduğunuz meseleleri bilmemeleri ya da işlerine geldiği gibi yoruma tabi tutmaları değil, sorun zihinsel, akidevi. Sorun İslami mücadele metodu, örgütlenme, milliyetçilik, devletçilik vb konularla içiçe.
dolayısıyla bu konularda toplu bir arınma gerçekleşmeden, meseleyi sadece ellerindeki malın ne kadarının kendilerine ait olduğu matematiksel hesabına vurmak, çözüm olmayacaktır.
diğer taraftan meselenin Kur'ani boyutu, İslam tarihi pratiği, tecrübi süreçte üretilmiş kavramsal boyutları var. inşallah bu konulardaki araştırmalarımızı geliştirerek, konuyu daha bir vuzuha kavuşturmaya çalışalım.
çaba bizden,
muvaffakiyet rabbimizdendir
ayhan kardeş samimi duygularla hareket etmiş, ama kapitalizme kızıp yorgan yakmış gibi geliyor bana. haklı endişelerden yola çıkmış ama sapla samanı birbirine karıştırmış.
Yanıtla (0) (0)mülkiyeti bir yandan emeğin karşılığı olarak sunarken, diğer yandan da üretim araçları toplumundur gibi bir yaklaşım doğru değil. islami anlayışta denge var. devlet-toplum-fert dengesi. öyle kafamıza göre üretim araçları toplumundur ya da devletindir demekle adalet sağlanmış olmaz sevgili kardeşler. bence bu konuları biraz daha geniş bir şekilde araştıralım. kapitalizmin vahşiliği yüzünden mülkiyete ilişkin değerlendirmelerimizde sınırları nerede başlayıp bittiği belli olmayan savunulara başvuruyormuşuz gibi bir durum ortaya çıkıyor. Oysa mesele sadece teknik olarak bir mülkiyet meselesi değil, insanın evrene, doğaya, yaratıcıya, insana bakış açısının dönüşümü. konunun teknik boyutunda ise, su, petrol, madenler vb. unsurlardan tutun, bunların yer altından çıkarılması noktasında girişimci, girişimcinin alet edevatı, yanında çalıştırdığı kişilerin hakları, çıkan ürünün devlet, toplum ve ürünü çıkaranlar arasında üleştirilmesi gibi konular söz konusu ki, bunlar oldukça girift meseleler. elbette islamı liberalizmle örtüştüren yaklaşımlar sorgulanmalı ama islamı sanki sosyalizmin bir türevi gibi göstermeye çalışan zanni yaklaşımlar da aynı oranda tahlil edilmeli. bu konu aslında ciddi tarihi araştırmaların da konusu. öyle bir çırpıda "şu vardır" "bu yoktur" değil, hangi konuyu konuştuğunuza bağlı olarak değişkenler gösteren boyutları var. toprak meselesi ayrı, bir yerden bir yere mal götürüp satmak (ticaret) konusu farklı, devlete ve topluma ait olanların sınırlılı konusu da. nitekim sözde eşitlik yaratmak adına herşeyi topluma ya da her şeyi devlete ait kılmaya çalışan beşeri ideolojilerin açmazlarına da tarih şehadet etmektedir. toplumun ve ekonominin akışına göre müdahaleler de söz konusudur.
İslami tarz adına köleci-feodal üretim ilişkilerinin yaşanmasından sonra kapitalist üretim ilişkilerinede intibak etmekte zorlanmayanlar bugün bizlere islamda özel mülkiyet vardır diyerek aslında en temel sorunu geçiştirmekle kalmayıp islami olanın temeline dinamitide koymuş oluyorlar.
Yanıtla (0) (0)Kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu yani altyapının liberal-kapitalist tarzda oluştuğu bir toplumda islami bir ahlak ve yaşam tarzının imkansızlığı neden görülmez anlamıyorum.
Toplumun önüne altını ve gümüşü yığma 'özgürlüğünü' vereceksin ama 'israf etmeyin' 'kardeş bu kadar da yemeyin' diye ahlaki vaazlarda bulunacaksın. Bu ne yaman çelişki...
İslamda mülkiyet emeğin hakkı kadardır. Ötesi değildir. Mülk Allah a aittir. Yani toplumundur. Herkesindir. Ama tembellik hastalığının önüne geçmek için ve hakkın geçmemesi içinde emeğin karşılığı kadar özel mülke izin verilir ama o noktadada ahlaki ilkeler devreye girer. Ayetlerde Allah herşeyin kendine ait olduğunu açıkça bildirmektedir.
Hz. Peygamberin medinede hurma fiyatlarının yükselmesine müdahale etmediğini ( oda ne kadar doğru bilmiyoruz) delil göstererek liberalizmcilik yapanlar islam tarihinde 15-20 dinar biriktirmenin bile ' mal biriktirme' kapsamında olacağının tartışıldığını neden görmezler? yada arazilerin topluma ait olduğu yönünde ki hadisi.
Zaten bu liberalist kafa bir gelenektir. Muaviye de Ebu Hureyreden devşirdiği bir hadis(?)e istinaden zekatını verdikten sonra altından saray yapabileceğini buyurmuştur.
Evet kesin bir dille iddia ediyorum ki: islam da kapitalist anlamda özel mülkiyet yoktur. üretim alet ve araçları toplumundur. İslamın mülkiyet anlayışının liberalistce olduğunu iddia edenler islama iftira etmektedirler ve zaten eğer bu böyle kabul edilirse emperyalizme karşı mücadele etmenin bu iddiada bulunmanın altı boş bir iddia olur.
İnsanlık tarihi Habil-Kabil çatışmasından bu yana mülkün kendine ait olduğunu düşünenlerle mülkün Allah a ait olduğunu düşünenler arasında ki savaşımın örnekleriyle doludur.
Yanıtla (0) (0)Kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir altyapının üzerine islam ahlakı inşa edilemez. Eşyanın doğasına aykırı olur.
İslamda mülk Allah ındır yani bireyin değildir. Ekonomide kişilerin sınırı aşmasının engellenmesinin kendimize özgü yöntemlerini üretmek ortaya koymak konusunda çaba göstermek zorundayız.
Kapitalist mülkiyet ilişkilerini tekrar edeceksek bence hiç ortaya çıkmayalım kapitalistlerin günahına ortak bari olmayalım derim. Ve buradan hareketle eğer Hizbullah yada başka bir islami yapı kapitalist sistemin mülkiyet anlayışını yaşatacaksa topluma gerçekten katılırım F. Başkayaya...
Ben İslamın Mülkün Allah a ait olduğu temel ilkesi üzerinden eko-politika üretebileceğini düşünüyorum.
Bize yakın olan iktisadi anlayışın sosyalist üretim ilişkileri olduğunu kapitalist sistemin ise ne yapmamalıyız konusunda bize çok şey öğreteceğini düşünüyorum.
Tek amacın kar olarak belirlendiği ve bu bağlamda doğayı toplumu insanı ahlakı ekonomiyi adaleti zaafa uğratmaktan çekinmeyen kapitalist kafanın islamla en ufak bir alakası benzerliği olamaz.
Saygılar....
Kapitalizme karşı duruşun nasıl olması gerektiğinin altını çizen bu yazının önemli olduğu kanaatindeyim.
Yanıtla (0) (0)Kapitalist yığınlara karşı kendi "Ekonomik Doktrinini" oluşturup ve yaşama aktarılması için giriş niteliğinde...
Parça yaklaşımlar yerine olay bütüncül yaklaşılması makalenin anlamını daha da derinleştirmekte.
Yeni düşünsel dünya için yapılması gerekenlerin önceliği oluşturan sınıfsal mücadeleyi sağlıklı bir şekilde yapabilmeliyiz. (Sorun sadece sınıfla mücadele etmekle bitmiyor...)
İdeal bir toplum anlayışı için Ebuzer duruşunun hayatta uygulanması gerekiyor...
Yazının paylaşımı için teşekkür ederim... Konun devam edilip detaylara girilmesini arzu ediyorum...
Evet Ebu Zer eylem adamı idi, teorisyen değil. Davranışta model olabilir, ama iktisattan, yönetimden ve siyasetten kısacası medeni ilişkilerden uzaktı. Hatta eylemdeki tez canlılığı da var, Allah Resulü Mekke'de onu kabilesine bu yüzden yoladı.
Yanıtla (0) (0)Birde şu özel mülkiyet meselesi; var ya da yok, bunu Medinedeki müslümanlar tartışır. Mekkede neleri vardı? Özel mülkiyetten öte kazanılanı ne yapacağız? (Hani Marksist jargonla konuşursak, hele bir artı değeri kapitalistin elinden alalım sonra nasıl paylaşılacağına bakarız.) Şimdi "Komşusu açken tok yatan bizden değil" diyoruz. O halde yemek yemek haram mı? Evet, ikinci lokma boğazımdan geçmiyor.
Özel mülkiyet mi? o da ne? Kardeşimin ekecek bir karış toprağı bile yokken, benim tarlam benim mi olurmuş?
Ebu Zer'in model olmadığını söylemek neden sizi bu kadar incitti anlamadım? Ebu Zer model değil demek, şu muhafazakarlık da ne güzel şey, verirsin zekatını kurtulursun demek midir?
Yanıtla (0) (0)Sorun da burada zaten. Vahşi kapitalizmin panzehirini kolaycılığa kaçarak aramak. Bunun çoğu zaman Ebu Zer'e de haksızlık olduğunu düşünmüşümdür hep. Ebu Zer malı yığanlara karşı çıktı. Dünya malına tamah edip değerlerini az bir pahaya satanlara.
Model midir? Hakkında gelen zanni bilgilere bakılarak modeldir demek, olsa olsa bugün zihnimizdekilere tarihi dayanak üretmek amacıyla yapılan bir işi hatırlatır.
Hz Peygamber'in istişare kuruluna bile almadığı bir kişiliği model olarak almak, Kur'an ve Hz peygamber ve dahi diğer peygamberler varken Ebu Zer de neyin nesidir diye sordurtmaz mı?
Bu satırları kaleme almak şimdilerde riskli olmaya başladı. Sanki Ebu Zer konusunda dikkatli olalım demek, yeşil sermaye yandaşlığına, Muaviyeleşmeye olur vermek anlamına gelmekte.
Yol uzun ve meşakkatli; Ebu Zer'lerden olmak da kolay değil. Öyle bir çırpıda özel mülkiyet yoktur demekle mesele hallolmuyor.
Bülent kardeşin yazdıklarına ise bir şey söylenmedi; aksine önemlidir ve üzerinde kafa yorulması gereklidir dendi.
Kafa yorulması gereken meseleleri hayatın içinde taçlandırmak duasıyla.
"özel mülkiyet" kelimesini bülent abi insanın sınırsız kazanma arzusuna hamletmiş, mustafa bey de bu tanımlamaya değinmeden bunun fıtri olduğunu, sınırsız kazanma arzusu ve mal yığmanın ise başka bir şey olduğunu.(anladığım kadarıyla bir bozulma hali. yani sahip olma güdüsü fıtrî, ancak insanlara zarar verecek, haklarını gaspedecek şekilde hareket etmek gayrı fitri mi?)
Yanıtla (0) (0)Yani iki yorumcuyu dikkatle okuduğumda bu kavramlaştırmaya farklı anlamlar yüklemişler.
Bu konuyu biraz açar mısınız?
keşke farklı kardeşler de tartışmaya dahil olsalar da Allahualem netleşmeye çalışsak
İslamcıların Marx hakkındaki tek lafı zaten şu hindistan meselesidir. O hindistan meselesi ki bütünlüğünden koparılarak koskoca marx düşüncesini çürütmek için kullanılır. İslamcılardan Ali Şeriati gibi bir marx eleştirisi beklemek, düzeyi korumak için gerekli bir durum.
Yanıtla (0) (0)Bülent abinin modernite ve ilerleme eleştirisi görmezden gelinip başkaya ve marx üzerinden başka bir teze anti tez üretmek te neyin nesi?
Adamın yazdıklarına itirazınız varsa onun yazdıklarını eleştirirsiniz. Konuyla alakası olmayan kişilerin yine konuyla alakası olmayan fikirlerinin buraya taşımanın ve onu eleştirmenin alemi ne? Ben böyle yorumları gördükçe bazen yorum yazanların yazılan makalelerin maksatlarını gözetmediklerini ve olayı bilgi yarışması- kişisel kavga zeminine çektiklerini düşünmeye başlıyorum. Bu sebeple çoğu kez makalelerin altındaki yorumları okumamaya çalışıyorum.
bilmiyorum benim yorumumdan sonra bana da böyle 3-4 ayrı ve uzun yorum döşenirler mi? Ne de olsa adımız "Yeşil Komüniste" de çıkmış...
Konu özel mülkiyet olunca, mal biriktirmek olunca ne kadar hassaslaşıyor bazı islamcılar? Ne kadar da hırçınlaşıyor? Küresel Kapitalizmi eleştiren ve her müslümanın katılabileceği polemik üretmeyen böyle ılımlı bir makaleye bile tahammül edemeyenler kalkıp özel mülkiyeti savunmak için 1400 yıldır küçümsenen o dev adama sevgili Ebu Zer'e bile yine o bildik bakışlarını atabiliyorlar...
Üslup üslup diyenler Resulullah'ın can yoldaşı Ebu Zer için " o örnek değil" diyebiliyorlar. Maslahat maslahat diyenler Vahşi kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada özel mülkiyeti savunabiliyorlar...
Heyhat min ez Zille!
Bir küçük tashih de Muhammed kardeş için... Fikret Başkaya’yı bitirmek gibi bir derdim yoktu. Dünya görüşünün insan üzerindeki etkisini anlatmak ve ütopik doktrinlerin (tıpkı Marksın İngilizlerin zulmü altında inleyen Hindistanın ahvalini yorumlamasında olduğu gibi) insanı nereye sürükleyebileceğini göstermek amacıyla bu anektodu aktardım. Bazı sosyalist arkadaşlara onun bu yorumunun ne anlama geldiğini sorduğumuzda kendisi için “O bir ortodoks, Hizbullah’ın mücadelesi onun zeminini buharlaştırıyor da ondan...” diye cevap vermişlerdi. Yani onun yaklaşımını mahkum eden sadece biz müslümanlar değildik...
Yanıtla (0) (0)Üstelik bu bir durum tespitidir ve onun emeklerinin üzerini örtmek anlamına gelmez. Ama herhalde o da eleştirilmez değildir değil mi?
Bir röportajda dile getirdiği ve zihnindeki doktrinle izdüşmeyenlere bakış açısını yansıtan bu hususların ne anlama geldiğinin fıkhedilmesi duasıyla vesselam...
Tekrar edeyim; yazında itiraz konusu ettiğim husus; Sadr’dan ilhamla fıtri bir husus olan Özel mülkiyet (sen farklı bir terimle karşılayabilirsin bunu) ile Kur’an’da eleştirilen Mal yığma hırsının farklı şeyler olduğudur. Özel mülkiyetin kaldırılması ile Tekelleşmenin ortadan kalkmadığının sayısız örnekleriyle doludur insanlık tarihi. Mülkün tamamen Allah’a ait olmasıyla, bu konunun etkisi ancak dolaylıdır. Eğer böyle olmasaydı, peygamber dönemi dahil bütün İslam tarihi boyunca
Yanıtla (0) (0)İslamın Ekonomi Politiğinde var olan 1) Devlet mülkiyeti, 2) Toplum Mülkiyeti ve 3) Özel Mülkiyetin olmaması gerekirdi. İnsanın ontolojik düzlemindeki bu türden tanımlamalar Mülkün Allah’a ait olduğu mutlak gerçeğini ortadan kaldırmaz, bilakis teyid eder. Her 3 mülkiyet tarzı da hem mülkiyetin varlığını, tanındığını ve hak kavramı çerçevesinde tanımlandığını gösterir, hem de her üçünün de birbirine geçişkenlikleri olduğunu ortaya koyar. Ancak meselenin bu yönünün doğru anlaşılması ve uygulanması (yani bu hususların doktrin olarak kalmaması) ancak yaşamsal gerçeklikler içerisindeki uygulamalarla test edilir ve toplumsal ıslah süreçleriyle birlikte yürür. Yani konuyu salt doktriner bir tarzda tartışmak bizi, ancak tıpkı senin de yaptığın gibi anarşizm, sosyalizm vb. yaklaşımlarla seküler inanç değerlerinden südur eden kavrayışlarla karşılaştırmaya götürür.
Oysa infak ettiğinde kalben ıslah olduğunu, imanının geliştiğini; maddi-manevi bereketlere kavuştuğunu, ahireti kazanacağını düşünen bir insan modeliyle, materyalist ekonomi anlayışlarını karşılaştırmak beyhude bir çabadır. (Zira karşılaştırılması gereken ekonomik benzerlik ya da ayrılıklar değil, dünya görüşleridir. Yoksa kapitalizmi formel olarak eleştiren herkesin fıtri olana (ve mutlak gerçekliklere) yolculuk yapması gerekirdi ki (mesela dostun Ted gibi) çoğunlukla böyle olmaz. Ya Mülkiyet el değiştirir ya da mistik felsefelerin aldanmışlığında dünyayı çokça sevenlerin gölgesinde yaşanır.)
Bülent kardeş, başkaca yazılarında yorumcuların sana şikayet konusu yaptıkları üslup sorununu burada da tekrar etmişsin. Senin yazına katkı sağlamayı ve tartışmayı amaçlayan bir yorumun altına “selefizm” yakıştırmasında bulunmak ya da Sadr’ın 100 sayfada açıklamaya çalıştığı bir konuyu “çocukça yaklaşım” gibi ifadelerle istihzaya tabi tutman üzücü olmuş. Bu bir...
Yanıtla (0) (0)İkincisi “Özel Mülkiyet” terimini kullanan birini liberal ekonomi-politiğin dağarcığıyla suçladıktan sonra yazının sonunda İslam anarşizme ya da bilmem hangi sosyalizm türüne yakındır gibi bir ifade kullanman da kendi içinde bir çelişki arzetmiş. Bu iki...
Bu tür konular uzun soluklu tartışmalar ister. Daha tartışmanın başında yazılarının altına yorum yazan insanlara “Ben yazdım ama aslında bir atımlık barutum vardı; ama anladım ki bu tartışma benim tezlerimi çürütmeye kadar varacak, o halde tartışmayı daha baştan sulandırayım” tarzında bir karşı yorum yazmak hiç de sadra şifa değil. Yazara olan saygıyı azaltması da cabası. Bu üç...
Yaptığın sınıflandırma da tartışmaya açık. Nitekim Sadr ve Mevdudi’yi aynı kefeye koyup, bunlar özel mülkiyetçiydi diye kestirip attığın tespitler tashihe muhtaç. Talegani’yi farklı bir sınıfa koymuşsun ama Ekonomiye dair eserini Sadr’dan 10 sene sonra yazan Taleganinin bu esere yaptığı atıflar, hatta pasaj pasaj benzer yorumları yapması ve Sadr’ın ciddi anlamda etkisinde olduğunu görememişsin. Üstelik Sadr’a özel mülkiyetçi demek, hem sanırım onun geniş eserini dikkatli okumamışlıkla alakalı bir husus, hem de Staline komünist demekle eşdeğer. Bu da dört...
Eğer meseleleri ortaya koyarken, “Ben yazdım oldu bitti” edasıyla hareket etmezsen, bu hem yazılarını ciddiye almaya çalışan, hem ortaya koyduklarını tartışmaya çalışan haksöz okurları açısından daha faydalı olur. Böylelikle tıpkı benim yaptığım gibi, konuyu tartışmaktansa, senin üstten üslubuna cevap vermek gibi yorucu bir işe koşmamış olursun okuyucuyu.
Mustafa anlamıyorum gerçekten seni. Fikret Başkaya'yı yıllardır okurum. Adamın Kemalizmden dünyaya bir sürü çözümlemesi ve analizi var sen nasrallah konusundaki bir yorumu yüzünden adamı bir çırpıda silmişsin. Bülent Şahin'in herhalde Fikret Başkayanın her düşüncesini katıldıüını düşünmüyorsundur. Bir adama dipnot vermek adama kefil olup herşeyine katılmak anlamına mı geliyor? Ortak noktalarda yardımlaşmak farklı konularda ise ayrışmak gayet doğal. Yani bana bu yorumlar biraz zorlama gibi geliyor. Fikret Başkaya gibi adamlar yetiştirelim sonra konuşalım derim ben
Yanıtla (0) (0)Yazımızda bu sebeple özellikle "devrim, ancak bahsini ettiğimiz küresel çetenin hayat felsefesi olan Modernite ile hesaplaşmayı gerekli kılar. Yani anti-kapitalizmin yolu ancak ve ancak modernitenin kavramlarıyla yolunu ayırt etmesiyle, kulların kullara kul olmadığı adil ve yaşanılabilir bir dünyayı mümkün kılacaktır." ifadesini kullandım.
Yanıtla (0) (0)Devrim dediğimiz şey zihinsel ve ameli bir ayrışma/itizal, arınma/tezkiye-hicret ve ayağa kalkma/qıyam sürecidir. Modernist bir "siyasal iktidar devirme hülyası" değildir. Yaşam Tarzı dönüşümüdür ki bu Kur'an'ın temel hedeflerinden biri olduğu düşünüyorum.
İkinci grup, yani kapitalizme yine modernite içinde cevap vermeye çalışan grup "İslam Sosyalizmi" gibi bir sentez-söylemi dillendiriyor. Oysa Sosyalizmin Marksist ekonomi-politiği kapitalizmle aynı şekilde ilerlemeci ve kalkınmacı modernist çerçeveyi korumaktadır. Bu bağlamda bu çerçeveyi eleştirmeden kapitalizme karşı olmak dönüp dolaşıp kapitalizmin hayat felsefesinin değirmenine su taşımak anlamına gelir. Ayrıca Marksist en azından leninist ve stalinist mülkiyet anlayışı kendi pratiğinde başarısız olmuş, "görece mülkiyete" izin vermek zorunda kalmıştır.
Bu sebeple R. İhsan Eliaçık, Sultan Galiyev gibi Müslüman sosyalistler "Diyalektik Materyalizm"in hayatı okuşuyla paralel bir hayat algısına düşmektedirler çoğu zaman. Yani "Ahlak Devrimi" dediğimiz "manevi boyutu" gözardı ederek markisistlerin geçen yüzyıl içine düştükleri temel hatayı tekrarlamaktadırlar. Maneviyatsız/metafiziksiz rasyonaliteye ve modern kavramlara mahkum bir anti-kapitalizmin iyi niyetli olsa da köklü bir itirazı ve değişimi beraberinde getiremeyeceği çok açıktır.
Hem hanyayı hem konyayı rahatsız edecek biliyorum ama İslami söylem moderniteyi ve onun kavramlarını eleştiren anarşizme ve üçüncü dünyanın marksist olmayan sosyalizmine daha yakındır. Bu sebeple "dostumuz ted"e ve gönderme yaptım.
Genelde makalenin altına yorum yazarak okuyucu yorumlarına müdail olmamaya çalışıyorum. Ancak bazen makalenin ana mesajını/kastını anlatmak için yorum yazma ihtiyacı doğuyor.
Yanıtla (0) (0)Daha önce Talegani, İmamuddin Halil, Ali Şeriati ve Sıbai gibi İslam düşünürlerinde de rastladığımız ve bugün İslamcıların bir kısmının kapitalistleşmesine karşı yeniden gündemleşen ve bu satırların sahibinin de dillendirdiği, ancak İhsan Eliaçık vasıtasıyla merkez medyada da konuşulan İslam ve mülkiyet konusu üç yaklaşıma tanık oluyor.
İlk grup mustafa kardeşin de yaptığı gibi İslam'da doğrudan özel mülkiyetin varlığını savunuyor. Mevdudi'de ve Sadr'da bunu net olarak görebiliyoruz. Oysa bu savunu doğrudan kapitalizm'in egemen olduğu bir dünyanın söylemine yarayan savunudur.
Çünkü "özel mülkiyet" tanımı kavramsal çerçeve olarak Liberal Ekonomi-politiğinin belirlediği bir terimdir. "Özel mülkiyet" mülk sahibinin sınırsız biçimde mülkü üzerinde tasarruf sahibi olması durumudur. Bu kavram bu sebeple İslam'ın dünya görüşüne taban tabana zıttır. İslam'da özel mülkiyet yoktur. İslam'da ancak be ancak görece/emanet/emek mülkiyeti bulunmaktadır. İslamda mülk ancak onun üzerinde emek verdiğiniz ya da emek verenin size miras bıraktığı ölçüde sizindir. Miras yoluyla da size kalsa onu sınırsızcca dilediğiniz gibi kullanamazsınız. Bu konuda çocukları örnek vermek ise çocukçadır. Allah'ın gökte olduğuna delil için çocukların algısını delil getiren kimi selefileri hatırlattı.
2. grup Modernizmin bir kolu olan Vahşi kapitalizmin algısına ve uygulamalarına karşı esaslı bir eleştiri yerine yine Modernizmin kalıpları içinde cevap verme çabası içindedir. Moderitenin kavramlarıyla hesaplaşmadan, ilerlemecilikle, kalkınmacılıkla, gelişme ve sanayii toplumuyla ilgili eleştiri yapmadan yapılacak her kapitalizm eleştirisi kısırbir döngü olarak yolunu yine kapitalizme çıkartacaktır. Bu sebeple yazımızda Modernite ile köklü bir hesaplaşma çağrısında bulunduk.
"MÜLK ALLAH'INDIR" diyerek, samimi ama eksiklerini gözlemlediğim bir tartışma da bu konunu salt ekonomik saikler üzerinden yürütülmesi, bu meyanda mesela "MÜLK BİZİMDİR" diyen Ergenekoncu vb. yapılanmalara hiçbir söz söylenmemesi! (MÜSİAD ve çevresini eleştirirken, farkında olmadan AK Parti'nin altını oymaya çalışanların değirmenine su taşınması)
Yanıtla (0) (0)Oysa AK Parti'nin yeni zenginlerinden daha fazla kendilerini bu ülkenin yegane sahibi olarak gören ve Bülent'in yazısında belirttiği kurumlarla yıllardır işbirliği içerisinde olan ve ALLAH'IN YASALARINI hergün çiğneyen sınıflar var bu ülkede. Bu konuyu tartışacaksak öncelikle yeni yetme Anadolu sermayesinin muhafazakarlığından daha çok, camileri bombalamaya niyetli bu vahşi güruhun MÜLK üzerindeki tasallutu üzerinden tartışmak gerekir. Nitekim MÜLK'ü ifade eden unsurlar aynı zamanda olmayan bir gücü vehmettirmek için yapılan İMAJ ÇALIŞMALARI, ORDULAR, DEV ŞİRKETLER'le birlikte, bu mezkur güruhun geçmişte ve hali hazırda yapageldikleri ve bu yapılagelenlerin arka planındaki felsefeyle birlikte, aynı zamanda bilfiil icraatlarının konu edilmesi ve bunlara gücümüz oranında karşı çıkılmasıdır.
Nitekim insanlığın ıslahı ve hayata bakışlarının dönüştürülmesi hayatın içerisinde olur.
Doktrinleri tartışırken, hayatı ıskalamamanın da gereğidir bu.
Ne olması ve ne yapılması gerektiğini konuşurken verili olanlarla hesaplaşmanın insanların yazıda da sözü edilen yaklaşımlarını dönüştüreceği, hayatın içerisinde öğrenerek ve hissederek dönüşeceği unutulmamalı.
Nitekim Fikret Başkaya'nın Nasrallah konusunda çuvallamasına sebebiyet veren durum, konuya doktriner olarak bakmasıdır. Ama aynı Başkaya mesela Nasrallah'ın 17 yaşındaki oğlunu neden cepheye gönderip şehid verdiğini de açıklamalıdır. İşte bunun yaşanabilmesi noktasında insanoğlunu ıslah eden ve dönüştüren şey ÖZSEVİ'ye teslim olmamaktan başlamak üzere Bülent'in de bahsettiği İSAR, İHSAN, TAKVA vb...yüzlerce kavramın yaşamlaştırılması mücadelesidir...
Konu uzun, selam ile
Sevgili Bülent bazı hatırlatmalarda bulumnmuş. Önemli hususlar bunlar. Üzerinde ziyadesiyle kafa yormalıyız.
Yanıtla (0) (0)Ancak MÜLK dendiğinde akla sadece mülkiyet ilişkilerinin gelmesi; MÜLK ALLAH'ındır dendikten sonra, konunun ekonomik yönünü adeta sosyalizan bazı mefhumlarla doldurmaya çalışanlar olduğunu gözlemlemekteyiz.
Son dönemlerde İhsan Eliaçık merkezli yapılan EBUZER tartışmaları biraz bu minval üzere işliyor gibi geldi bana.
Bu dünyanın ve felsefesinin alternatifi EBUZER'leşme değildir kanımca. DENGE'nin ve ADALET'in gözetimi söz konusu olmalı.
Mesela Bülent kardeşimin yazısında da Mal yığma ile Özel Mülkiyet duygusu bir tutulmuş ki İ.Eliaçık da aynı şeyi yapıyor. Oysa mesela Muhammed Bakır es-Sadr 3 ciltlik eseri İslam Ekonomi Doktrininde Marksı eleştirirken sorunun Özel Mülkiyette değil, ÖZSEVİ'de olduğunu belirtiyor ve "Marks hayatında hiç 2 yaşında bir çocuğu gözlemlemedi mi? Elinden oyuncağını aldığınızda 'Bu benim' der ve ağlar"
Dolayısıyla es-Sadr, Özel Mülkiyet duygusunun fıtri olduğunu, Özsevi ıslah edilmediğinde Mal Yığmaya dönüştüğünü; dolayısıyla özel mülkiyet ortadan zora dayalı olarak kaldırıldığında ÖZSEVİ'nin ortadan kalkmayacağına örnekler vererek vurgu yapar.
Sanırım ikisini aynı düzlemde görmememiz ve ayırdetmemiz gerekir.
Fikret Başkaya, Hizbullah-İsrail savaşında Hizbullah'ın mücadelesinin Anti-kapitalist bir mücadele olmadığını, dolayısıyla zafer bile elde etse bunun ezilenler adına bir kazanım olmayacağını onun da özel mülkiyete olur vermesine bağlamış ve savaşın en cafcaflı döneminde bile "Hizbullah'ın da kendi burjuvazisini yaratacağına" dair tespitlere imza atmıştı.
Bülent kardeşim üzerinden, tüm kardeşlere bir uyarı notu olsun için yapageldiğim bu tespitlerin ikinci kısmı da bu hususla ilgili salt ekonomi (ve matematiksel saikler) üzerinden yorum yapanların da içine düştükleri bir yanılgıya değinmek istiyorum
hayat sadece ve sadece bir İMTİHAN.
Yanıtla (0) (0)tüm zikrini DEVRİM üzerine kuranlar, şeytanın üflemelerine karşı savunmasız konuma gelir dikkat.
ve Rad 11 olmadan yapılacak her devrim, tersinden bir zulüm düzeni üretir, sünnetullaha aykırıdır. ( Bkz. İran, Taliban, Suudi, Sudan v.d. )
o yüzden, TEK YOL DEVRİM değil, TEK YOL ALLAH'A TESLİM OLMAK.
selam ile.
Ahlak ve Paylaşım yani islam... Malın tekelde toplanmasının zaafa ve zulme yolaçacağını ve toplumda ve doğada onarılmaz yaralar açtığını biliyoruz görüyoruz ve yaşıyoruz.
Yanıtla (0) (0)Adil bir paylaşımın ahlakla içiçeliğinin ise olmazsa olmaz olduğunuda tarih bize gösteriyor.
Mülkün Allah a ait olmasının somut açılımı mülkün toplumsallaştırılmasıdır. Bunun kendimize özgü yöntem ve araçları geliştirilmeli. Rızkın yüzde doksanının ticarette olduğu yönünde üretilen söylemin kapitalizmin içselleştirilmesinin bir aracı olmasına artık müsaade etmemek zorundayız.
Tüsiadın t sinin yerine m koyduğumuzda aslında hiçbirşeyin değişmediğini bunun sadece bir aldatmaca olduğunu görmek göstermek sanırım üzerimize farz olandır.
''genelde'' sözü edilen 'Küresel Kibir Çetesi' kavramının başına
Yanıtla (0) (0)''yerel''de komprador burjuvazi kavramını yerleştirelim.
şimdi bir özet verelim .
Bugün tüm Türkiye'yi komprador burjuvazi denen sayıları yirmiyi aşmayan aile yönetiyor.
komprador burjuvazi çetesinin belli başlı örgütlenmeleri şunlar: TÜSİAD,MÜSİAD................
Türkiye nüfusunun yüzde 15,4`ünün açlık sınırının altında, açlık sınırının altındakilerle beraber
yüzde 74`ünün de yoksulluk sınırının altında gelirle geçinmeye çalıştığı belirlendi. Türkiye`de açlık
sınırının altında bulunan nüfus 10,9 milyona, yoksulluk sınırının altındaki nüfus
(açlık sınırı altında kalanlar dahil) ise 52,3 milyona ulaşıyor.
üstad ''toplumda yaşayan herkes,
sömürgecilerden olmasa bile yaşanan açlıktan ve fakirlikten sorumludur,
Zira bu durumun ortaya çıkmasında herkesin payı vardır.''.... diyor.
Şimdi tüm bu tabloya bakarak ne yapmalı.
“ahlakı ve paylaşımı” önceleyen yeni bir hayat tarzı.
pek nasıl olacak. Tüm herkese
Mülk’ün sadece Allah’a ait olduğu hatırlatarak
''yeni bir strateji,yine bir starteji'' ile.