Küresel ısınma yeni oryantalizm mi?
Küresel ısınmanın doğurduğu tehlikeleri hissetmeye başladık gibi. Önce mevsim değişiklikleri, yağışların azalıp düzensiz hal alması, yeryüzünde kuraklık ve çölleşmenin yaygınlaşması, kutuplarda buzulların hızla erimesi… Ve hepsinden önemlisi ihtiyacı karşılayacak su kaynaklarının hızla tükenmesi ve şimdi de gıda krizinin yani kıtlık tehlikesinin kapıyı çalması…
Tüm bunlardan, farklı düzlemlerde daha çok sivil toplum çalışmaları aracılığıyla yapılan uyarılardan haberdar oluyorduk. Dünya hızla felakete doğru yol alıyordu ama bu felaketin en büyük sorumlularından olan Amerika yaklaşmakta olan tehlikeyi önleyecek hiçbir tedbir almadığı gibi uluslar arası sorumluluklarını yerine getirmiyor Kyoto sözleşmesini bile imzalamaya yanaşmıyor.
Küresel felaket senaryolarında üzerinde durulması gereken iki husus var. İlki batılı sanayileşmiş ülkeler felaket tellallığını yapmalarına, bu konuda önemli sayıda teorik çalışma yapmalarına, sivil toplum üzerinden retorik geliştirilmesine rağmen insanlığı ilgilendiren bu felaket uyarıları karşısında bu zamana kadar adeta kendileriyle alakasız gibi bir tutum izlediler.
Bu tutumun nedeni; önce batı dışı modernleşmeyi tamamlamamış sanayisi gelişmemiş ülkelere karşı "çevre sorunlarının sonuçlarının bir silah olarak kullanılması”ydı. Batılı ülkeler şunu demek istiyordu adeta: Biz zaten sanayileşmemizi tamamladık, modernleşme eşiğini aşarak geri dönülmez bir noktaya geldik; diğer uluslar bu noktaya gelmeden dünyanın kalan birikimini, zenginliğini harcamaktan kaçınmaları "insanlığın geleceği için" bir zorunluluktur… Bir tür oryantalist söylem geliştirilerek Batı-dışı toplumları Batılı tüketim alışkanlıklarından, hayat tarzından uzak tutarak dünya zenginliğini paylaşmamayı, ondan yararlanmaya sadece "üstün kuzey ırkı"nın layık olduğu tezini telkin eden, dayatan, hatta korkutan bir strateji ile karşı karşıyayız. Nükleer teknoloji ve silah gibi alanında çok açık biçimde uyguladıkları, kendi onaylarının dışında hiç kimseye izin verilmemesi gibi çifte standartlarından daha sofistik yöntemle uygulanan, gizlenmiş bir ikiyüzlülük sergileniyor.
Üstü örtük (aslında açık) biçimde şu söylenmek isteniyor: biz hayat tarzımızdan fedakarlık edemeyiz; biz batılılar olarak bu dünyanın nimetlerini, zenginliklerini çılgınca harcamaya devam edeceğiz. Çünkü biz artık dönülmez bir noktaya geldik. Sanayi, teknolojik imkanlar, tüketim alışkanlılarına dayalı kapitalist ilişkilerden vazgeçersek medeniyet çöker. Medeniyetin ayakta kalması için dünyanın geri kalanı kısmında yaşayanlar hayat tarzlarından, dünyanın zenginliklerine ulaşma heveslerinden vazgeçmeleri gerekir...
Bu tartışmalarda dikkate değer ikinci önemli husus, özellikle çevre bilinci, çevre/ci politika ve ekoloji felsefesi açısından entelektüel beslenmeyi batı üzerinden elde eden batı dışı (ve batı içi) aydınların duruşu da önemli. Hayli kabarık olan bu eko-literatür hiçbir zaman modern hayat tarzını, tüketim alışkanlıklarını sorgulamadı. İnsanlığın ortak mirasını kullanmada, doğayla kurulan ilişkide modern insanın açmazlarını, aydınlanmayla gelen insan-tabiat ilişkisini ve bunun üzerine inşa edilen sanayi kapitalizmini ve modern medeniyetin değerlerini sorgulamayan küçük eleştirilerden öteye gidemedi. Batının ekopolitik tutumu göz önüne alındığında böylesi kökten eleştiri geliştirmeleri de zaten mümkün değildi.
Sonuçta Batılı ülkeler kolonyalist dönemi hatırlatan yeni bir oryantalist söylem geliştirerek kendi konumlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Ekolojik düşünce; kapitalist ilişkileri eleştirse de temelde hayat tarzını, tabiatla insan ilişkisini sorgulamayan bir tutuma sahip olduğu için insanlığı topyekün felakete götürecek gidişi önlemeye yönelik değildir. Kaldı ki çevre sorunları üzerinden şimdiden yeni bir ekonomik rant savaşı yapılırken üretilen siyasetler yeni sömürgeciliğin devamından başka bir sonuç doğurmamaktadır.
İslamın önerdiği insan-insan, insan-tabiat, evren ve yaratıcı ilişkisini yok sayan Müslüman toplumun aydınları da fena halde boşa çıkmış olacaklar. Küreselleşmeye ve neoliberalizme adeta iman edercesine sahip çıkan ve onun efsununa ram olan siyasiler için ise söyleyecek söz bile yok.
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT