Kur’an’ın Hz. Peygamber(S) Üzerindeki Belirleyiciliği
Kur’an inkârcıları, onun aslında Peygamber (s)’in uydurduğu bir kitap olduğunu ileri sürerler. Halbuki, meselenin böyle olmadığını Kur’an’da görmek mümkündür. Sözgelimi Rasulullah (s) gerek ailesiyle gerekse tebliğ ettiği kişilerle ilişkili olarak gündeme gelen bazı konularda bazen ne diyeceğini bilemez ve Allah’a yönelerek vahyi bir yardım talebinde bulunurdu. Çünkü o, Kur’an’ın sahibi değil uygulayıcısı olduğu için vahyin iniş sürecinde belirleyici olamazdı. Belirleyici olan Rasulullah (s) değil, Kur’an idi. Vahiy onun talebine bağlı olarak değil, ilahi hikmet uyarınca uygun görülen zamanda inerdi. Bu yazıda söz ettiklerimizle ilişkili gördüğümüz ifk olayı, kıble değişikliği ve Ashab-ı Kehfe dair bazı ayetleri ele alacağız.
Rasulullah (s)’ın Mustalik Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Hz. Ayşe, gerdanlığının düşmüş olduğunu fark eder ve aramaya koyulur ancak konak yerine geri geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu bulur ve devesine bindirip onu orduya yetiştirir; fakat kendisi yaya olduğu için kafileye kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir. Söz konusu gecikme nedeniyle Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlattığı dedikodu kısa zamanda yayılma istidadı gösterir. Sefer dönüşü rahatsızlanarak bir ay kadar yatan Hz. Ayşe hastalığının nekâhet döneminde bir tesadüfle babasının teyze kızı Ümmü Mistah’tan oğlunun bu dedikoduyu anlattığını duyar, üzüntüsünden tekrar hastalanır ve arkasından da Peygamber (s)’den izin alıp babasının evine gider. Bu üzücü olaya (ifk hadisesine) rağmen olayı aydınlatacak vahiy yaklaşık bir ay sonra gelir: “Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda, ‘Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır!’ demeli değil miydiniz?” (Nur, 24: 15-16). Peygamber (s)’in Kur’an’da en ufak bir payı olsaydı, bir ay kadar beklemek yerine konumunu da dikkate alarak eşinin söylendiği gibi kötü bir şey yapmadığını söyler, iftiracıları sustururdu. Halbuki Kur’an ona değil, o Kur’an’a tabi idi.
Yahudilerin alaycı tavırları nedeniyle Rasulullah (s)’ın kıble değişikliği arzusunda olması Kur’an’da şöyle betimlenmektedir: “Yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Elbette seni, hoşnut kalacağın kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin. Kendilerine Kitab verilmiş olanlar, bunun Rableri katından bir hak olduğunu bilmektedirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara, 2: 144). Bu ayet Rasulullah (s)’ın Medine’ye gelmesinden ve on altı ya da on yedi ay kadar Beytü’l-Makdis’e yönelerek namaz kılmasından sonra inmiştir (Tirmizi, II: 169).
Ashab-ı Kehf imanlarından dolayı içinde yaşadıkları toplumdan kaçan bir grup gençtir. Onlar hakkında Peygamberimiz (s)’e soru sorulmuş o da Allah’ın ona bu konuda vahiy ile hemen bilgi verir diye düşünerek onlara, “Yarın size cevap veririm.” demişti. Ancak vahyin ne zaman geleceğini belirleme yetkisi onda değildi. Ashab-ı Kehf kıssası bağlamında bu konuda şöyle denilmektedir: “Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında, ‘Ben yarın onu yapacağım deme!’ Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir.’ de.” (Kehf, 18: 23-24).
Verdiğimiz örnekler Kur’an’ın “Rasulullah (s)’ın yazdı(rdı)ğı bir metin olmayıp” Allah’tan gelen bir Kitap olduğunu gösterdiği gibi, Kur’an’ın salt ihtiyaçların oluşturduğu bir metin olmadığını da göstermektedir. Bazı ayetlerin o dönemin ihtiyaçlarına yanıt olarak geldiği söylenebilirse de yukarıdaki örneklerden de anlaşılabileceği gibi her zaman ihtiyaç anında gelmemiştir. Çünkü insanın hangi ihtiyacına vahiy ile nasıl ve ne zaman yanıt verileceği üstün, bilen ve hikmet sahibi Allah’ın bileceği bir şeydir. Vakıa asla vahiy üzerinde “otorite” olarak görülmemelidir.
***
Tirmizi, Ebu İsa (ö. h. 279), Süneni’t-Tirmizi, 5 c., Şirketu Mektebeti ve Matbaati Mustafa el-Bali, Mısır, 1975.
YAZIYA YORUM KAT