Kur’an’ı Anlamada Usul, Sınır ve Tarihselcilik
Özgür-Der’in 2018-2019 dönemindeki 5. aylık panelinde Faruk Beşer ve Yılmaz Çakır “Kur’an’ı Anlamada Usul, Sınır ve Tarihselcilik” konusunu ele aldı.
Fatih Demir / Haksöz Haber
Ali Emiri Kültür Merkezi’nde Oktay Altın'ın yöneticiliği ile Cumartesi akşamı yapılan panelde Kur’an’ı anlamanın önemi, Kur’an’ın anlaşılması noktasındaki sınırları ve beşeri bir düşünme ve yorumlama kuramı olan Tarihselciliğin Kur’an nazarında ne anlama geldiği müzakere edildi.
Açılış konuşmasında Oktay Altın, Kuran’ı anlamak tarih boyunca Müslümanların en önemsediği konu olmuştur, bugünde hala anlama çabaları devam etmektedir. Kur’an’ın anlaşılmadığına dair her hangi bir eleştiri olmadığını da tarihe bakarak biliyoruz. Kur’an’ı anlama noktasında belki de en büyük kırılma vahyin inzalinin kesilmesi olmuştur. İslam toplumunun genişlemesi ile beraber Kur’an’ı nasıl anlayacağız ve nasıl yorumlayacağız diye düşünmeler başladı. Farklı toplumların Müslüman olması ile beraber bu konu da önem kazanmaya devam etti. Vaka ile anlayış arasında zaman zaman sorunlar oluşmaya başladı. Yabancı kültürler ile karşılaşmak farklı anlayış ve yorumlamalar doğdu. Tarihsellik ve tarihselcilik tartışmaları da özellikle seksenli yıllarda Fazlurrahman’ın kitaplarının tercümesi ile Türkiye de gündem olmaya başladı. Kur’an ne diyor muhatabı ne anlıyor düsturundan,Tarihselcilerin iddiası üç aşamalı bir yöntem izlemekti. Kur’an’ı daha doğru daha iyi anlayabilmek için; Önce Kur’an’ın indiği döneme gidilecek, O dönemdeki şartlar çok iyi anlaşılacak ve günümüze gelinerek problemlerimizi kendimiz çözmeye çalışacağız. Tabi ki bu yöntem veya benzerleri tarihte daha önce de uygulanmıştı. Ancak Tarihselcilikte farklı olan şey; “Kur’an’ı anladıktan sonra, anladıklarımız Kur’an’ın lafzıyla da çelişebilir.” Önemli olan Kur’an’ın hedeflediği muradı gerçekleştirmektir. Bu cüretli bir yaklaşımdır. Tartışmalarda bu anlayış üzenden başlayarak günümüze kadar devam etti.
Oktay Altın Kur’an’ı Anlamada Usul ve Sınırlar konusunda sunumunu yapması için sözü Faruk Beşer’e verdi.
Aslında İslam’ın kaynağı bir tanedir, o da Allah’tır Allah’tan gelen vahiydir. O da bize Kur’an’ı Kerim ile intikal etmiştir. Sünnette yeryüzünde onun canlı olarak yaşanmasıdır diyen Faruk Beşer, Kur’an’ın doğru anlaşılması sünnet üzerinden anlaşılır. Diyerek sunumuna başladı.
Kur’an’ı Kerim kendisinin Arapça olduğunu on bir defa tekrarlamakta, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması için dilinin bilinmemesinin anlaşılmamasına neden olduğunu, mealini okuyan için sadece mealini yazanın anladığını, anlayabiliriz. Diyen Faruk Beşer; Kur’an’ı kerimde lafızları olmayan bir anlamı kuranda ihtimal dâhilinde bile sunamazsınız. Kur’an için tefsir ve tevil diye iki ayrı usul vardır. Tefsir Kur’an’ı kerimin lafzının ne anlama geldiğinin açıklanmasıdır. Tevil ise lafızlara acaba başka şeyleri de kapsamakta mıdır, ihtimal dâhilinde midir? Diye sorarak anlamaya çalışır. Kur’an apaçık bir kitaptır. Anlaşılması noktasında ayetlerin kalp ile akıl ile yoğrulması gerekmektedir. Ayetlerin usulen de iki ye ayrılıp anlaşılması da yine Kur’an üzerinden mümkündür. Muhkem ve Müteşabih ayetlerden oluşan Kur’an’ı anlamak yine Kur’an ile mümkündür. Muhkem; hüküm verilmiş, kesinleşmiş, sabitlenmiş, değişmez yani herkes aynı şeyi anlar. Müteşabih; benzeşen demektir, öyle de denmiştir böyle de denmiştir; yani tevile muhtaçtır. Elmalı tefsirinde sorar hangisi muhkemdir hangisi müteşabihtir? Müteşabih olanları muhkem olanları sabite kabul etmeden anlamak da mümkün değildir. Muhkem’in bir anlamı da hükme bağlanmış, yaşanmış demektir. Uygulanmış demektir. Bunun bir anlamı da müteşabih ayetleri uygulama üzerinden anlayabiliriz demektir. Herkes kendi seviyesine göre anlayabilecektir ayetleri, aynı zamanda herkese göre olan bir muhkem ayetler durumu vardır. Bilginiz ve bakış açılarınıza göre anlama ve algılama durumunuz da artacaktır. Faruk Beşer Elmalının tefsirine göre yaptığı sunumunun ardından kendisine atfettiği şu yorumlamayı aktardı; Kur’an’ı Kerim, Herkese, kendi seviyesine göre anlaşılacaktır. Mesele yaşama meselesi olduğu zaman herkes anladığı kadarıyla mükelleftir. Bu yukarı doğru devam eder, beşerin en sıradanından en şerefli haline doğru bir seyir olur. Ancak herkes Kur’an’ı Kerim’in tamamını anlayamayacaktır. Hurufu Mukatta harflerini anlayamamak gibi. Yine sadece Peygamber efendimiz ve Allah arasında geçen şifreli haller gibi.
İslam akidesi konusunda problemli kişilerin ortaya attığı fikirler, sapık diyebileceğimiz, eskiden beridir öyle fikirler dolanıyor ki İslam dünyasında, bunlara eskiler zındıklık demiş ve bunları dışarı atmışlardır zaten. Bunları zaten çöpe atmışlardır. Biz özgürlük adına, serbest düşünme adına, farklı düşündüklerini ve farklı düşünenleri de aman, o da öyle düşünüyor diyerek gerçekleştirdikleri yaklaşımların doğru olmadığını belirtiyoruz ve hakkaniyetli de bulmuyoruz. Dikkat ederseniz, abuk sabuk, sapıkça fikirler üretenlerin, Allah’ı zikretme noktasında ve özellikle de namaz konusunda problemleri vardır. Namazını dosdoğru kılıp da abuk sabuk düşünen bir adamı bulamazsınız. Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır. Ayetini hatırlatarak konuşmasını tamamladı.
Fazlurrahman’ın İslam adlı eserinin 1981 yılında tercümesi ile tarihsellik konusu Türkiye’de bilinmeye başlanıyor, ancak çoğu kimsenin henüz dikkatini cezbetmediği bir süreç oluşuyor, 90’lı yıllarda ise tartışılmaya başlanıyor. Yılmaz Çakır sözlerine bu cümlelerle başladı. İstanbul’da 1997 yılında Fazlurrahman Sempozyumu düzenleniyor ve ardından Tarihsellik konusu üzerine düşünceler ve kendisini Tarihselci olarak görmeyip ancak bu düşüncelerden oldukça etkilenen bir kitle oluşmaya başlıyor. Türkiye’de hepimizin bildiği bazı isimler üzerinden tarihsellik ve tarihselcilik konusunda değinilerde bulunuyor Yılmaz Çakır.
Tarihselcilik Fazlurrahman’ın nezdinde, bir kısım muamelat ayetlerinin günümüz koşullarında illetinin, menatının olmadığını, Kur’an’ın nazil olduğu zamana gidip oradan anlamını süzerek, maksadını alarak bugüne uyarlamaktır. Tabiri caizse şişede durduğu gibi durmuyor tarihselcilik, Kur’an ayetlerinin tamamına sirayet ettirilen bir düşünce ve yapı meydana geliyor. Kur’an metinlerinin lafız olarak işlevsizleştiği bir noktaya vardırıldığını belirten Çakır, bilahare bu süreç içtihada denk bir fonksiyona indirgeyenler oldu. Bugün bana kalırsa, tarihselci olduğunu bildiğimiz ancak bunu alenen dile getirmeyenlerin, tek sabite olarak tevhidi görmeye başladıklarını hatta bunun bile gereksiz olduğunu dile getirmeye çalıştıkları bir durum oluştu. Tarihselcilik Kur’an’ı salt iletişim aracı olarak görmüyor, diye aktaran Çakır, “Tarihselciliğin nüzul ortamını bilmek ile kastettiği şeyin iyi bir manada olmadığını belirterek; Kur’an’ın zaten yaşanması mümkün olmayan bir kitap olarak kodlanmasını başlatan bir düşünce ortaya atmayı hedeflemişlerdir,” diyerek bunun sadece bir gerekçeleştirme çabası olduğunu ve Kur’an’ın verdiği kıssaları, olayları, haberleri ve metinleri 7.yüzyıl Arabının zihni kodlarıyla oluşturma girişimi olarak gördüğünü belirtti.
Bugünün koşulları ile 7. Yüzyılın koşullarının birbirinden bağımsız olduğunu iddia eden yaklaşımın bir çok yanlışı bulunmaktadır. Tarihselciliğin isnat noktaları nedir diye sorarak, Çakır şöyle bir delillendirme çabası güdülerek büyük bir hata yapıldığını belirtti. “Tarihselciliğin tümelci yaklaşım ile geneli isnat kabulü olarak metinlerin tümünü geçmiş döneme atfederek günümüzün koşullarından bağımsız kılınmaya çalışıldığını ve bunun masum bir yaklaşım olamayacağını” belirterek sözlerini şu cümlelerle sonlandırdı. Tarihselcilik, Kur’an’ın anlaşılması noktasında kendi çerçevesini oluşturarak sıkıntılı bir metin anlama anlayışı sergilemektedir. Örneğin kimi zaman tarihsellik atfedilen ayetlerin ahlak ile ilgili olduğunu ancak kimi zamanda Kur’an’ın başka ayetlerinin tarihsel olduğu iddiası sarf edilerek ayetlerin lafızlarının saf dışı bırakılmaya çalışıldığını ve bunun büyük bir yanlış olduğu kanaatindeyim.
Panel katılımcıların sorularının cevaplanmasının ardından sona erdi.
HABERE YORUM KAT