Kur’an’ı Anlamada Usül - 5
Rahman ve Rahim olan yüce Allah’ın adıyla.
Allah’a hamd,Resul’üne selatu selam olsun.
Kur’an’ı anlamada dikkate alınacak hususlara değinmeye ve o başlıkları biraz açmaya çalışıyorduk. Rabbimizin izniyle bu yazıda da bunu sürdürmeye devam edeceğiz.
5-)Kur’an’ın tedrici indiğini bilerek, bu tedriciliği göz önünde bulundurarak Kur’an’ı anlamaya çalışmak
Kur’an-ı Kerim yaklaşık 23 yıllık bir dönemde indirilmiştir. Yüce rabbimiz, toptan değil de belli aralıklarla indirilme sebebini ise şöyle açıklamıştır. “İmdi, hakkı inkâra şartlanmış olan kimseler: ‘Kuran ona bir bütün olarak bir kerede indirilseydi ya!’ diyorlar. Oysa Biz onu (sana) böyle tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde belli bir düzen içinde ağır ağır vahyediyoruz ki onunla senin kalbini pekiştirelim.” (25/32). Yüce rabbimiz Kur’an’ı rahmet olarak indirmenin bir gereği olarak onu kolaylaştırmayı dilemiştir. Bunun içinde Kur’an’ı insanın içindeki hallerine çözüm olacak zaman dilimlerinde indirmiş, onda her türlü misalleri vermiş(39/23,27,28), indirildiği dili de kolayca anlaşılacak bir dil kılmıştır (12/2; 41/3).Kitabın Tedriciliğinin ne olduğunu en iyi ortaya koyan örneğin, içkiyle ilgili indirilen ayetler olduğu söylenebilir. Bu ayetler sırasıyla şöyle nazil olmuştur:16/67; 2/219; 4/43; 5/90. Bu ayetler sırayla incelendiğinde, rabbimizin, kullarına yüce bir hikmet ve rahmetle muamele ettiği rahatlıkla görülecektir.
Yalnız tedriciliğin sadece içki için olmadığı da açıktır. Aynı şey tesettür, miras, kıble, hac, oruç, cihad,faiz vb. her şey için de geçerlidir. Nitekim burada adları zikredilen şeylerin tümü hicretten sonra farz kılınmışlardır. Zira asıl mesele, kulların Yüce Allah’ın isimleriyle ahlaklandırması meselesi olduğu için, Yüce Allah vahyini onların zorlandığı, şaşırdığı, yanıldıkları zamanda ve onların vahyi anlayıp, sorumlulukları yerine getirebileceği oranda nazil buyurmuştur. Bu nedenle, Hz. Sümeyye’nin tesettür emri inmediği için tesettür emrine uygun olmayan kıyafetler içinde veya Hz. Hamza’nın midesi şarap doluyken şehid olması elbette fazla önemli değildir. Nitekim kıble değişikliklerinde, daha önce kıldıkları namazlara ne olacağını merak edenlere yüce Allah,“Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir.” (2/143) diyerek onları teskin ediyordu. Daha fazla uzatmama adına, son olarak Mekki ve Medeni dönemde indirilen vahyin tümünün gerek içerik, gerek hüküm ve üslup açısından farklılığını da tedriciliğin bir yansıması olarak değerlendirmek gerektiğini söyleyebiliriz.
6-)Kur’an’ı anlamada siyak ve sibakı göz önünde bulundurmak
Bu hususa dikkat etmeden Kur’an’ı anlamaya çalışmanın, birçokkişiyi yanlışa düşürdüğünü rahatlıkla görebiliriz. Nitekim “ehl-i beyt” ifadesinden Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan devam eden soyunun kastedildiği (33/33); Yüce Allah’ınHz. Muhammed’den sonra Hz. Ali’ye “masumimam” olarak itaat edilmesi emrini verdiği ve bunasahabenin büyük kısmının karşı çıktığı için, Yüce Allah’ın onları tekfir ettiği (5/67); Yüce Allah’ın “ûlulemr” derken “masum imamlara” işaret ettiği (4/59);“Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” ifadesinden insanların kastedildiği ve bu ayetin Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağını ortaya koyduğu (56/79);“Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” ifadesinden Resulullah’ın ameliyat edildiği ve kötülüğe sevk eden parçanın kesilip atıldığı iddiası (94/1);“O haram olan aylar çıktımı artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse yollarını tahliye edin, çünkü Allah gafur, rahîmdir.”ayetinin(9/5)Müslümanları tüm müşriklerle savaşma sorumluluğunun altına koyduğunu söylemek gibi sayısız yanlış anlayışlar, Kur’an’ın ilgili ayetlerinin öncesi ve sonrasından (siyak ve sibakından) bağımsız okunuşundan kaynaklanmaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz ayetleri, öncesi ve sonrasıyla okuyanlar, bu yanlışlıkları görür ve bu gerçeği rahatlıkla teslim edeceklerdir. Tek başına bu örnekler bile, kitabı siyak ve sibakı(bağlamı) içinde okumanın önemini ortaya koymaya kafidir.
7-)Vahyin açık, sade bir Arapçayla indirildiğinin farkında olarak, zorunlu bir durum olmadıkça, ayetlerdeki dilden anlaşılan açık(zahiri) anlamı tercih etmek ve Arapça dil kurallarına aykırı zorlamalara düşmekten sakınmak
Bundan kasıt Zahirici olmak, sadece bir ayetin yüzeysel anlamını merkeze almak değildir. Elbette ayetleri anlamaya çalışırken, Kur’an’ı anlamada dikkat edilmesi gereken tüm hususlara dikkat etmek, dildeki sanatları gözden kaçırmamak ve Şari’in maksadını dikkate almak zorunludur. Ama diğer yandan Şari’in kastını metnin açık anlamını anlamadan ulaşmanın mümkün olmadığı açıktır. Bu nedenle metni apaçık Arapçanın kurallarına ters düşmeyecek şekilde anlamak Kur’an’ın doğru bir şekilde anlamanın ön şartıdır.Kitabın açık(zahiri) anlamına ters düşen bazı yaklaşımlardan örnekler vererek meramımızı anlatmaya çalışalım: “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı” (29/48).ayetini açık anlamına rağmen, Resulullah (s.a.v.)’in okuma-yazma bilmediğini (en azından vahiy ilk inişinde) kabul etmemek, bu yanlışa bir örnektir. Aynı şekilde “Hani İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti. (Allah ona) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için’ demişti. ‘Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’" (2/260) ayetinde açık(zahiri) anlamı ortada olmasına rağmen, bu mucizenin gerçekleşmediğine dönük zorlama yorumlarda, bu yanlışlardan başka birisini oluşturmaktadır. Zahiri anlamını dikkate almayan başka bir yanlış anlamaya örnek olarak Hz. Musa’nın konuşmadaki sıkıntısını reddetmeyi verebiliriz. “Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Hârûn'a da elçilik ver." (26/13);"Kardeşim Hârûn'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da benimle birlikte, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Çünkü ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum." (28/34);“Mûsâ, dedi ki: ‘Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.İşimi bana kolaylaştır.Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.’"(20/25-28);“Firavun, kavmine seslenerek dedi ki: ‘Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?)Hâlâ görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?’" (43/51,52)… Bunca açık(zahir) ayete rağmen Musa (a.s.) dilde bir sorunu olmadığını söylemek elbette ciddi bir yanlış olacaktır. (Musa (a.s.)’ın dildeki bu sıkıntısı, kuvvetle muhtemeldir ki; çok kötü konuşma kusuru değil, kendisini ifadede bazen dilinin takılma sorunudur. Mümkündür ki, Hz. Musa heyecanlandığında konuşmadaki akıcılığını kaybetmektedir.)
Metnin açık anlamını merkeze almamadan kaynaklanan sapıklık düzeyindeki en büyük yanlışlıklar ise,bir kısım Tasavvufi kesim ile Batini kesimde görülmektedir. Bazı mukattaaharflerin sahte peygamberlerine, bablarına işaret etiğini söyleyenlerden cehennemin zevk vereceğini, Firavun’un değerli kullardan olduğu, Hristiyanların iddia ettiği gibi sadece İsa değil bütün insanların aslında ilah olma payesini hak ettikleri, şeytanın Allah’tan başkasına secde etmeyi reddederek tevhidin zirvesine çıktığı gibi akla ziyan iddialar, metnin açık anlamını merkeze almama hatasının başka vahim sonuçlarıdır.
İnşallah diğer bir yazıyla, Kur’an’ı anlamaya çalışırken dikkat edilmesi gereken hususları bitirmeye çalışacağız. Sözlerimizin sonu Allah’a hamddır. Rabbimiz; hata edip yanıldığımız hususlarda bizleri bağışla! Sen bağışlayanların en hayırlısısın…
YAZIYA YORUM KAT