Kur’ân’da “Onları Yakaladık!” İfadesi
Kur’ân’da “Onları yakaladık (ehaznâhum)!” lafzı yedi ayette yer almaktadır. Bu yazıda, o ayetleri nüzul sırasına göre değerlendireceğiz. Söz konusu Arapça lafız, Türkçe’ye çevrilirken, dört ayette zorunluluk gereği olarak “Onları yakaladık!” ifadesinin arasında, cümlenin başka öğeleri yer almıştır.
Firavun risalete ve halkına karşı kibirli idi. Çevresindekiler de onun bu kibrine karşı onu terk etmekten ve ona karşı çıkmaktansa ona boyun eğmeyi tercih ettiler. Ancak akıbetleri iyi olmadı: “Onlar ayetlerimizin hepsini birden yalanladılar. Biz de izzetli ve kudretli bir yakalayışla onları yakaladık!” (Kamer, 54: 42). Firavun yandaşlarının azaba uğramasından söz edilirken onların “izzetli ve kudretli bir yakalayışla” yakalanmalarından söz edilmesi, nihaî anlamda iktidarı beşeri yönetimlerde görmeleriyle alay edildiğini göstermektedir. Çünkü gerçek izzet ve güç Allah’ındır. Firavun ve yandaşlarının akıbetinden ibret almayıp, Allah ile ilişkilerini Firavun ve taraftarları gibi kuranların sonu da aynı olacaktır.
Darlık, bir açıdan da kibirleri nedeniyle doğru yolu bulamayanlara sunulmuş bir nimettir. Çünkü bu sayede acizliklerini görürler ve hakikati kabule hazır hale gelirler. Ne var ki pek azı hariç, darlığın ardından bolluğa kavuşan insanlar, hidayeti yine terk ederler: “Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve ‘Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı.’ dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık!” (Araf, 7: 95). İnsanlar darlığın da bolluğun da imtihan için olduğunu ve Allah’tan gelip O’na dönecekleri bilinciyle yaşamaları gerektiğini unuturlar. Doğal felaketlerden ibret almaktansa hangi felaketin ne zaman ve kime gönderileceğine karar veren ilahî iradeyi göz ardı ederler. Bu tavrın sonucu, çetin bir azaptır.
İlahi yasa, Allah korkusunu ödüllendirir. Ancak O’na isyan da cezasız kalmaz: “O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı, inansalar ve (günahtan) sakınsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakaladık!” (Araf, 7: 96). Yani insanlar, “Allah’ın nimetleri kısmasıyla” verilen mesajı alsalardı, bol nimete kavuşacaklardı. Ama onlar risaleti yalanlamayı tercih ettiler ve azaba uğradılar. Günümüzde de felaketler aracılığıyla gelen ilahî mesajı görmezden gelenler, felaketleri “doğanın öfkesi”ne bağlamaktadırlar.
Bu geçici dünya hayatında, her yoksunluk insanın aleyhine değildir. İnsan kendisinin her şeye gücü yettiğinde, azgınlaşır. Çaresiz duruma düşmesinin, yaratıcısına yönelmesine vesile olması umulur: “Andolsun senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık!” (Enam, 6: 42). Görüldüğü gibi yokluk, ilahî azaptan uzaklaşmak için bir fırsattır. Günahlarına tevbe eden, kurtulur. Kıtlık ile imtihan edilenler, kıtlığın ardından bolluğa kavuştuklarında, şükredeceklerine, nimetleri kendilerinden menkul kabul ettiklerinde azaba uğrarlar.
Allahu Teala’nın önceki toplumlara dair yasasından söz edilmesi, Hz. Muhammed’e ve onu hayatlarında örnek alanlara bir teselli olmaktadır: “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman ansızın onları yakaladık! Birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” (Enam, 6: 44). Nimetlerden yoksunluk halinden ibret almayanlar, nimete kavuşunca şeytanın saptırmasıyla daha da sapıtırlar ve Allah’ın rahmetini umamayacak hale gelirler.
Firavun ve ileri gelenleri, Hz. Musa’nın gösterdiği mucizelerden ibret alıp da doğru yola gelmediler: “Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize diğerinden daha büyüktü. Belki doğru yola dönerler diye biz onları azapla yakaladık!” (Zuhruf, 43: 48). Mucizelere ek olarak, Mısır’ın yöneticileri doğru yola gelsin diye sel, çekirge ve kurbağa hücumu vs. azap unsurlarıyla da karşı karşıya kaldılar.
Allah’ın gönderdiği azapların tümü, kökten yok etme amaçlı değildir. Kısmi felaketler toplu helak ile sonuçlanmaz. Çünkü hedef korkutma yoluyla insanları hakikati kabule hazır hale getirmektir: “Biz onları azapla yakaladık! Ancak onlar yine de Rabblerine boyun eğmediler ve (hâlâ O'na) yalvarmıyorlar.” (Müminun, 23: 76). Düşünen insan başına bir felaket gelmeden de şükretmesi gerektiğini bilen ve şükreden insandır. Bunu idrak edemeyen ya da etmek istemeyenlerin karşılaştığı zorluklar, onlara hayatın hedefini hatırlatır. Ancak bu hatırlatmayı dikkate alanlar ve kendilerini düzeltenler azdır.
Görüldüğü gibi, Allahu Teala insanlar şirk ve zulümden uzaklaşsınlar, tevbe etsinler ve ahiret mutluluğunu elde etsinler diye, onlara nimetlerini bazen kısmakta bazen de artırmaktadır. Ne var ki ibret alanlar çoğunluğa ulaşmamaktadır. Uyarıları göz ardı eden ve kendilerini düzeltmeyen toplumlar, itikadî ve amelî zulümlerinin sonucuna katlanmak zorunda kalırlar.
YAZIYA YORUM KAT