Kur’an’da “İman Ettim” Cümlesi
Kur’an’da “iman ettim (âmentu)” cümlesi, üç Mekki surenin birer ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Kur'an-ı Kerim’de kendilerine üç elçi gönderilen ancak onlara karşı inkârcı bir tutum sergileyen bir toplumdan söz edilir. Kentin öbür ucundan gelen bir adam, o elçilerin mesajını teyit eder ve o toplumu o elçilere itaate yönlendirir ve şirkten uzaklaştırmaya çalışır (Yasin 36/13-24): “Şüphesiz ben, Rabbinize iman ettim, beni dinleyin.” (Yâsîn 36/25). Bu kimsenin “Rabbime” değil de “Rabbinize” demesi, onlara tevhid gerçeğini hatırlatmak içindir. İnsanlar inkâr etse de Allah’a şirk koşsa da fıtratlarında mevcut tevhid gerçeğini değiştiremezler. Ayetteki kişi, onları bir yandan hakka çağırmakta bir yandan da dikkatleri üzerinde toplayarak elçileri inkârcılardan kaynaklanabilecek tehlikeden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. O kimse “iman ettim” diyerek net tavrını ortaya koymakta ve cesaret göstermektedir. Onun “beni dinleyin” dediği kimseler, inkârcı topluma gönderilen elçilerse o elçileri imanına şahit kılmak istemiştir; kavmi ise onları iman etmeye teşvik etmektedir.
Ölüm anında inandığından değil, azabı görüp korktuğundan dolayı Allah’ın bir olduğunu kabul eden kimsenin imanı geçersizdir: “Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince (Firavun:) ‘Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım.’ dedi.” (Yûnus 10/90). Firavun’un hem inandığını hem de Müslüman olduğunu söylemesi, görünüşte tekitli bir imandır; ancak azabın geldiği andaki iman makbul görülmemiştir (el-Mü’min 40/85). Firavun’un “İsrâiloğullarının Rabbine”, gerçekten iman eden büyücülerin ise “Harun ve Musa’nın Rabbine” iman ettiklerini söylemeleri (Tâhâ 20/70)[1] Firavun’un İsrâiloğullarının kalitesiz imanına, büyücülerin ise Kitabî dindarlığa talip oldukları şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Firavun’un doğrudan Allah’ın birliğine inandığını değil de İsrâiloğulları gibi iman ettiğini söylemesinin, ondaki taklitçi eğilimi gösterdiği de söylenebilir. Firavun ile Hz. Nuh’un oğlunun azaba uğrama şekli boğulmadır; ancak Kur’an Hz. Nuh’un oğlunun boğulacağını anladığında ağız ucuyla da olsa iman ettiğine dair bir aktarımda bulunmaz.
Dinde ayrılığa düşmekte bir rahmet yoktur. Özellikle ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düşenler, bu yaptıklarıyla büyük bir suç işlemektedir. O kimseler Kur’an ve Hz. Muhammed’in (s) peygamberliği konusunda şüphe içindedir (eş-Şûrâ 42/14). O halde onları bu şüpheden kurtarmakla görevli Peygamber (s), onları dine davet ederken doğruluk üzere olmalıdır. Adalet, zalim olanların arzularına göre değil, Allah’ın gönderdiği Kitaplara imanla gerçekleşir: “İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a iman ettim ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmek emredildi. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.” (eş-Şûrâ 42/15). Adaleti gerçekleştirme görevi vahiyden bağımsız düşünülemez. Müminler, gayrimüslimlerin kendilerine getirdikleri davaları Kur’an’a göre çözüme kavuştururlar. Bu konuda insanların soyunu, toplumsal konumunu, gelir durumunu vs. dikkate almazlar. Tebliğcinin adil olması, tebliğ ettiği insanlara söylediği doğrulardan kendisini bağımsız kabul etmemesini de kapsar. Ahirette herkes dinine ve yaptıklarına göre hesap verecektir. Ne müminler kâfirlerin günahlarından hesaba çekilir ne de inkârcılar müminlerin sevaplarından faydalanabilir. Polemik yapmayı seven ve doğru yolu bulmaya niyeti olmayanlara, ayette belirtildiği gibi “Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir.” demek yeterlidir. Zaten inatçı kimselerle sonuç alınabilecek bir tartışma zemini neredeyse yoktur. Hak gelmiş batıl yok olmuştur (el-İsrâ 17/81). İhtilaf edilen konularda hakikatin ne olduğu ahirette herkese net olarak gösterilecektir.
Görüldüğü gibi Kur’an’da “iman ettim” cümlesinin yer aldığı ayetlerde tebliğde ortak yönleri vurgulamanın önemine, azaba yakalanınca iman etmenin değersizliğine, dine davet edenlerin doğru kimseler olması gerektiğine, vahye iman edip adaleti gerçekleştirmenin gereğine, müminlerin inkârcıların kötü işlerinden sorumlu olmadığına ve ahirette herkesin yaptıklarından hesaba çekileceğine işaret edilmektedir.
[1] Bir diğer ayette de “Musa’nın ve Harun’un Rabbine” şeklindedir (el-A`raf 7/122).
YAZIYA YORUM KAT