Kur’ân’da “Hiçbiri Arasında Ayrım Gözetmeyiz” Lafzı
Kur’ân peygamberler arasında bir üstünlük sıralaması yapmadığı gibi, bunun yanlış olduğunu da vurgular. Bu yazıda, Medine döneminde inmiş Bakara ve Al-i İmran surelerinde yer alan ve peygamberler arasında ayrım yapılmaması gerektiğinden söz eden, içinde lâ nuferriku beyne ehadin lafzının yer aldığı üç ayetten nüzul sırasına göre bahsedeceğiz. Bu ayetlerin ikisinde, söz konusu lafzın ardından minhum lafzı gelirken diğerinde ise min rusulih lafzı gelmektedir.
Yahudiler, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i peygamber kabul etmezler. Hıristiyanlar ise sadece son peygamber Hz. Muhammed’i (s) inkâr ederler. Kitaplara iman açısından da durum farklı değildir. Peygamberlere indirilerenlere ve peygamberlerin tamamına inanan Müslümanlara Kur’ân’da şöyle denilmektedir: “Biz, Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk, deyin.” (Bakara, 2: 136). Bu ayet doğrultusunda hareket eden Müslümanların etkili olduğu toplumlarda, isimleri belirtilen peygamberlere inanan Yahudiler de onların inandığı peygamberlere ek olarak Hz. İsa’ya inanan Hıristiyanlar da rahat ederler. Çünkü Müslümanlar Yahudi ve Hristiyanlardan farklı olarak tüm peygamberlere saygıda kusur etmezler.
Şu ayette Peygamber (s) gibi inananların da iman ettiğinden bahsedilerek iki iman birlikte belirtilmiş ve bu sayede müminlerin imanının değerinin yüksek olduğuna işaret edilmiştir: “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.’ dediler.” (Bakara, 2: 285). Bu ayette yaygın olarak söylenen imanın altı şartından ahirete ve kadere iman yoktur. Ahirete imana diğer ayetlerde dikkat çekilirken, kadere iman konusuna Kur’ân’da bir kavram olarak yer verilmemiştir. Bu, kaderin olmadığına değil, iman konusu olmadığına işaret eder. Dolayısıyla kadere iman etmediğini söyleyen kimseyi tekfir etmemek gerekir. İman konuları belirtilirken Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine şeklindeki sıralama, Allah’ın melekleri aracılığıyla kitaplarını peygamberlere göndermiş olmasına uygun bir sıralamadır.
Şu ayette Allahu Teala doğrudan Peygamber’i (s) muhatap almaktadır: “De ki: Biz, Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O’na teslim oluruz.” (Al-i İmran, 3: 84). Muhatap doğrudan Peygamber (s) olsa da ondan “iman ettik” demesinin istenmesi, ilk dönem İslâm toplumunun onun getirdiği dinî öğretilere teslimiyetine de işaret etmektedir. Onlar Peygamber’den (s) bir şey duyduklarında “işittik ve itaat ettik” derler (Nur, 24: 41). Samimi bir liderin, ona tâbi olanlardan emin olması ne güzeldir! Ayette “Biz, “Allah’a, bize indirilene” denilerek iman edilecek kitaplar içinde Kur’ân öne alınmıştır. Yukarıda ele aldığımız Bakara suresindeki iki ayette de “son vahye” iman diğerlerinden önce belirtilmişti. Bunun nedeni, önceki kitapların içine mitolojik unsurların, tarihin, kültürün ve şirkin karışmış olduğu ve bunun da ancak Kur’ân ile bilinebileceği içindir. Yine “Yakub oğullarına”na denirken kastedilenin, Hz. Musa dönemindeki on iki topluluk olduğu söylenmektedir (Araf, 7: 160).
Görüldüğü gibi Müslümanlar peygamberler arasında ayrım yapıp da sözgelimi, “İsrailoğullarına gelen peygamberlerle ne işimiz olur?” diyemezler. Onlara gönderilmiş olanlar da dahil tüm peygamberler Müslümanların peygamberleridir. Dolayısıyla İslâm tarihi ilk peygamberle başlar, son peygamberle değil. Müminlerin de Allah’tan indirildiğine iman etmeleri gereken önceki peygamberlerle gönderilen Kitapları, son vahiy doğrultusunda okumaları, araştırmaları ve onlarda Kur’ân ile uyuşan ve ayrılan noktaları tespit etmeleri faydadan uzak değildir. Bu sayede Müslümanların tebliğ alanı genişleyecek, Ehl-i Kitap’taki muharref anlayışların ve Müslümanlardaki benzer sapmaların tespiti ve izalesi kolaylaşacaktır.
YAZIYA YORUM KAT