Kur’an’da “Ey İsrailoğulları!”
Kur’an’da “Ey İsrailoğulları (يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ)” ifadesi; biri Mekki surenin, diğerleri ise üç Medeni surenin beş ayetinde olmak üzere altı defa geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
İsrailoğullarını köleleştiren Firavun ve ordusu, Musa ve Harun liderliğinde Mısır’dan kaçan İsrailoğullarının peşine düşmüş ancak Firavun, ordusuyla birlikte ilahi azaba uğrayarak denizde boğulmuş ve böylece İsrailoğulları özgürleşmiş, nimete kavuşmuştu: “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr'un sağ tarafına (gelmeniz için) size süre tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.” (Taha, 20: 80). Allah’ın, Firavun ve ileri gelenlerin zulmünü bertaraf etmesinin ardından İsrailoğulları, Tur dağının sağ tarafına kadar gelmişler ve orada da Allah’ın lütfuyla aç kalmamışlardı. Onlardan beklenen şey, verilen nimetlere şükretmeleriydi.
Allah, İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtardıktan, onlara kudret helvası ve bıldırcın etini nimet olarak verdikten sonra onların sorumluluklarına dikkat çekmektedir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vaat ettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.” (Bakara, 2: 40). Bu ayette “verdiğim nimetlerimi” denilerek nimetin türü belirtilmediği için İsrailoğullarının akıllarına gelebilecek her türlü nimetin Allah’ın vergisi olduğunu hatırlamaları istenmektedir. Tevhid sözü (Lâ ilahe ilallah) söylemekle içeriği vahiy ile belirlenmiş “Allah’a itaat sözü” verilmiş olur. Bunun ardından ilahî yardım ve ahirette de cennet talebinde bulunulduğunda verilen itaat sözünün yerine getirilip getirilmemiş olduğu çok önemlidir. Surenin Medine’de indiği dikkate alınırsa İsrailoğullarının “yerine getirmeleri istenen söz”, son peygambere iman etmeleri de olabilir. Kulluk yapmayıp, ilahî yardım beklemek, izah edilir bir tavır değildir. Doğru tavır, dünyevi nimetleri kaybetme endişesini değil, kalpte Allah korkusunu taşımaktır.
Üstünlük takva iledir. Bu açıdan İsrailoğulları istisna değildir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara, 2: 47, 122). İsrailoğullarının üstün kılındıkları dönemde, onların diğer toplumlara kıyasla tevhid dinine daha fazla ilgi duyan ya da rasuller tarafından bilgilendirilen bir topluluk oldukları söylenebilir. Eğer takvalı olmaları kastedilmiyorsa bu durumda onların âlemlere üstün kılınmalarından kastedilen şeyin, içlerinden peygamberlerin gönderilmesi olduğu muhtemeldir. Her hâlükârda onlardan, kendilerine verilen nimetin farkında olup şükretmeleri istenmektedir.
İsrailoğullarına gönderilen son peygamber Hz. İsa’dır ve o kendisinden sonraki peygamberi, yani Hz. Muhammed’i (s) müjdelemiştir: “Hatırla ki Meryem oğlu İsa, ‘Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.’ demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince ‘Bu apaçık bir büyüdür.’ dediler.” (Saff, 61: 6). Peygamberler kendinden öncekileri doğrularlar. Hz. İsa Tevrat’ın Allah’tan geldiğine şahitlik ederek kendisinin risalet zincirinin bir halkası olduğuna dikkat çekmiş ve bunun yanında kendisinden sonra gelecek bir peygamberin müjdesini vermiştir. Kur’an’da Hz. İsa’nın, “Ahmed” adında bir peygamberi müjdelediğinin söylenmesinden yola çıkarak Muhammed Esed (1900-1992) Yohanna İncil’inde geçen Paráklêtos kelimesi hakkında şu değerlendirmede bulunur:
“Bu deyim, Ârâmî Mawhamana isminin veya teriminin tam Yunanca karşılığı olan Períklytos'un ("Çok Övülen") bozulmuş şeklidir. (Ârâmî dilinin, Hz. İsa zamanında ve ondan yüzyıllar sonra Filistin'de kullanılan ve İncil 'in -şimdi ortada bulunmayan- orijinal metinlerinin dili olduğu hatırlanmalıdır.) Períklytos ile Paráklêtos'un fonetik olarak birbirlerine yakınlığı karşısında, çevirmenlerin -yahut, daha büyük bir ihtimalle sonraki tarihlerdeki yazıcıların- bu iki ifadeyi nasıl karıştırdıklarını anlamak kolaylaşır. Hem Ârâmî Mawhamana, hem de Yunanca Períklytos'un ikisinin de hamide ("övdü/hamdetti") fiilinden ve hamd ("övgü") isminden türetilmiş olan Son Peygamber'in iki ismi Muhammed ve Ahmed ile aynı anlamı taşımış olmasının önemi büyüktür.” (1)
Yukaradaki ayette geçen “Bu apaçık bir büyüdür.” ifadesindeki inkâr, illa da mucizevi bir olayın inkârı anlamında olmayabilir. Büyünün, “aldatma” anlamından yola çıkarak suçlamanın risalet mesajına yönelik olduğu söylenebilir.
Hristiyanlardan, teslise (üçleme) inanıp kâfir olanlar, bu suçlarından dolayı Ehl-i Kitap statüsünden çıkmış olmazlar: “Andolsun ki: ‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir.’ diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih, ‘Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar. Artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.’ demişti.” (Maide, 5: 72). Hristiyanların küfür sözü söylemeleri, onları dinlerinden tamamıyla kopmuş hale getirmez. Ancak onlarınki kültürel bir dindarlıktır. Yoksa putları Allah’a ortak koşanlar gibi onlar da cennete giremeyecektir. Ayrıca dinin sadece hayır hasenattan ibaret olmadığı, doğru bir Allah inancını da gerektirdiği unutulmamalıdır.
Görüldüğü gibi ele aldığımız ayetlerde, İsrailoğullarına verilen nimetler hatırlatılmakta, onlar inanç ve amellerini düzeltmeye davet edilmektedir.
- - - - -
(1) Esed, Muhammed, Kur'an Mesajı, (çev. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk), 7. bs., İşaret Yay., İst., 2000, s. 1145.
YAZIYA YORUM KAT