Kur’an’da “Allah (…) Yücedir.” İfadesi
“Allah (…) yücedir (subhâna(A)llâhi ‘ammâ).” ifadesi, üçü Mekki biri Medeni surede olmak üzere dört ayette yer alır. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Müşrikler, Allah ile cinler arasında bir soy bağı olduğunu ileri sürüyorlardı. Hâlbuki cinler de ahiret gününde hesaba çekileceklerini biliyorldu (Saffat, 37: 158). Kur’an, cinlerle Allah arasında soy bağı iddiasını şöyle reddeder: “Allah, onların yakıştırdıklarından yücedir.” (Saffat, 37: 159). Allah’ın ortağı yoktur. Onun dışında her şey yaratılmıştır. Allah ile akrabalığı olduğu söylenen cinlerden kastedilenlerin melekler olduğu da söylenmiştir.[1] Bu yaklaşıma göre melekler, görünmeme açısından cindirler. Yoksa cinlerin bir alt türü olmaları söz konusu değildir. Allah’ın kızları, oğlu vs. olduğu iddiası şirktir. Allah’ın ortağı olduğuna inanmak affedilmez bir suçtur. İbn Abbas’ın (ö. 68 / 687-88) ifadesiyle Allah, onların söyledikleri yalanlardan uzaktır.[2]
Evrendeki düzen, tek yaratıcının varlığını gösterir. Aksi takdirde her akıllı varlığın izleyebildiği evrendeki eşsiz uyum kısa sürede kaybolup giderdi: “Allah çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine üstün gelirdi. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden yücedir.” (Müminun, 23: 91). Bu ayetin yer aldığı surenin Mekki oluşu, meleklerin, cinlerin Allah ile soy bağı olduğu şeklindeki Mekkeli müşriklerin batıl inançlarının eleştirildiğini akla getirse de tüm insanları doğru yola çağıran Kur’an’ın, aynı kapsama girecek diğer şirkleri de (İsa’nın, Üzeyr’in Allah’ın oğlu olduğu iddiası vb.) eleştirdiği söylenebilir. Allah’tan başka ilahlar olsaydı her ilah evrende otorite iddiasında bulunur, birbirlerinin alanlarını yok etmeye girişirler ve insan zihninde de “evrende yasa fikri” asla oluşmazdı. Hayata tesadüfilik hâkim olurdu. Buna rağmen, insanlar gaybı bilme, hüküm koyma vs. konularında insanları, putları vs. Allah’a ortak koşmaktadırlar. O, böyle bir şeyden uzaktır.
Ölümcül bir sorunla karşılaşan kimseler, inkârcı bile olsalar içlerinden fışkıran tevhide engel olamaz ve Allah’a sığınırlar; ancak tehlikenin ortadan kalkmasının ardından onların çoğu tekrar eski yaşayış tarzlarına dönerler. İbn Aşur’un ifadesiyle inkârcıların bu tutarsızlığı, “Allah’tan başka ilah olmadığı iması” içeren bir soru[3] ile şöyle eleştirilir: “Veya onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.” (Tur, 52: 43). Yani o inkârcılara kim yardım edecek ve onları ilahi azaptan kim koruyacak?[4] Allah’ın ortakları olduğu inancı, bir sanıdan ibarettir. Dolayısıyla Allah, inkârcıların da tanrısıdır. İnsanların O’nu inkârları, tevhit gerçeğini değiştirmez.
Allah, kulları yaratıp onları kendi haline bırakmış değildir. “O, öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten uzaktır, esenlik verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptırandır, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.” (Haşr, 59: 23). Dünyada ve ahirette esenlik, güvenlik içinde olmak isteyen kimse, şirk koşmadan Allah’a kulluk etmelidir. Allah’ın “istediğini zorla yaptıran” oluşu, O’nun dertlere derman oluşu şeklinde de açıklanmıştır. Nesefi ise kendisinden aşağı konumda olanların karşısında yüce ve büyük olduğu şeklinde anlam vermektedir.[5] Allah, kullarına sınırlı bir özgürlük verir ve o çerçevede hesaba çeker. Onun üstün gücüne iman etmiş kimseler, günahın ve zulmün gizlisinden de açığından da uzak durmaya çalışır.
Görüldüğü gibi “Allah (…) yücedir.” ifadesinin yer aldığı ilk iki ayette O’nun, “yakıştırdıklarından” sonraki iki ayette ise “ortak koştuklarından” yüce olduğu ifade edilmektedir.
[1] Mücâhid, Ebü’l-Haccâc, (ö. 103/721), Tefsiru’l-Mücâhid, Daru’l-Fikri’l-İslamî el-Hadîse, Mısır, 1989, s. 571.
[2] Firuzabâdi, Mecdü’d-Din Ebu Tahir Muhammed b. Yakub (h. 817), Tenviru’l-Mikbâs min Tefsiri İbn Abbas, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Lübnan, 1992, 379.
[3] İbn Âşûr, Muhammed Tahir (h. 1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30 c., Daru’t-Tunusiyye li’n-Neşr, Tunus 1984, XXVII, 78.
[4] Beydâvî, Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Kâdî (v. 685/1288), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, 5 c., Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiye, Beyrut, h. 1418, V, 156.
[5] Nesefi, Mahmud Hafızuddîn (ö. 710), Tefsiru’n-Nesefi (Medâriku’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vil), 3 c., Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998, III, 464.
YAZIYA YORUM KAT