Kur’an’a göre Resul kavramının anlamı ve beşer olmaktan kaynaklanan doğal özellikleri
Rahman ve Rahim olan yüce Allah’ın adıyla. Allah’a hamd resulüne selam olsun. Bu yazımızda Kur’an’ da resul kavramının üzerinde duracağız. İlk önce resul kelimesinin sözlük ve kavram anlamlarına bakacak, daha sonra ise Kur’an’da resulün nasıl tanıtıldığının üzerinde detaylıca durmaya çalışacağız. Bunu yaparken Kur’an’ı ve ikinci derece de, Kur’an’ın ilkeleriyle uyumlu sahih hadisleri merkeze alacağız. Rabbimizden bu çalışmamızı, kendisine yakınlaştıracak bir salih amele dönüştürmesini niyaz ederiz.
Resul kelimesinin kök ve sözlük anlamlarına bakalım;
Resile-yerselu-reselen: Saç kıvırcık olmayıp sarkık olmak, Deve mülayim yürümek.
Ersele-yürsilu-irsalen: Bir şeyi salmak, tahliye etmek, gönderip musallat etmek, göndermek, yollamak.
Ressele-yüressilu-tersilen: Ağır ağır, acelesiz, teenni, yumuşak ve kolaylıkla okumak.
Rasele-yürasilu-müraseleten:Tabi olmak. Mektup veya elçi göndermek
Teressele-yeteresselu-teressülen: Bir işi acele ve şiddetle değil, yumuşaklıkla yavaş yavaş tutmak.
Terasele-yeteraselu-terasülen: Birbirine elçi ve mektup vs. göndermek.
Errisaletu. (çoğulu) Resailu: Mektup. Mesaj. Elçilik. Peygamberlik. Doktora, tez vs. Bilimsel inceleme. Delege. Gönderilen şey.
Erresul. (çoğulu) Rüsül: Elçi. Peygamber. Elçilik. Peygamberlik. Havari.1
Resul ifadesi sözlük (elçi )anlamıyla çok sınırlı yerde kullanılmıştır. Buşekilde geçtiği yerlerle ilgili bazı örnek ayetler:
“Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Yusuf'a (kralın) elçi(si) gelince, "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir" dedi.”2 “ Melike: "Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. "Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.”3 “(Melek:) "Ben, sana tertemiz bir erkek çocuğu vermek için görevlendirilmiş Rabbinin bir elçisiyim," dedi.”4 “O Kur’an gerçekten değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı, bir elçinin sözüdür.”5
Resul kelimesi, kavram anlamıyla ise daha özel bir anlam kazanarak, insanlara iletilmek üzere kendisine vahiy indirilen (İslam’ı görünür kılan, model bir örneklik oluşturan) bir şahid, (bu model örnekliğe uyanları) müjdeleyen ve (yüz çevirenleri) uyaran, yüce Allah’ın bir insan elçisi (resul’u/peygamber’i) anlamında kullanılmıştır. Ayetlerdeki resul ifadesi yüzde doksan dokuz oranında, bu anlamda, yani kavram (insan elçi) anlamında kullanılmıştır. Kavram anlamıyla kullanılan ayetlerden bazı örnekler:
“Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik.”6 “Allah’a ve Resule itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.”7 “Gerçek şu ki, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için, Allah'ın Resulünde, güzel örnekler vardır.”8 “Senin Rabbin, ’ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir resul (elçi) göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.”9 “Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.”10
Şimdi de Nebi kelimesinin kök ve sözlük anlamlarına bakalım;
Nebe’e- yenbeu- neb’en: Haber vermek, hafifçe seslenmek.
Enbe’e- yünbiu –inbaen: Haber iletmek, ok nişanı delip geçmek.
Nebb’e- yünebbiu-tenbieten: Haber iletmek, bildirmek.
Tenebbe- yetenebbeu-tenebbü’en: yalancı peygamberlik iddia etmek. Bir işi olmadan önce kehanetle
İstenbe’e – yestenbiu – istinbaen: haber araştırmak. Haber soruşturmak. Haber vermek.
Ennebeu: Haber. Yeni olay.
Ennübuetu: Gelecek ve gaipten haber verme. Peygamberlik.
Ennebiyu: Peygamber. Yüksek ve düz olmayan yer. Bir yerden diğer yere gidip çıkan. Açık ve geniş yol anlamlarına gelmektedir.11
Nebi kelimesi Kur’an’ı kerimde salt sözlük ( herhangi bir haberci) anlamıyla kullanılmamıştır.
Kavram olarak ise nebi; Kur’an’da insan elçi (peygamber) yani Allah’tan haber getiren zat anlamında kullanılmıştır. Nebi kelimesi Kur’an’da kullanıldığı her yerde kavram anlamıyla geçmektedir. Bu kullanım şekline Kur’an’dan bazı örnekler verelim:
“Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”12 “Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama (O), Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.”13 “Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”14
Kur’an’ı Kerimde resul ve nebi arasında çok ciddi bir fark görmediğimizden (var olan sınırlı farka rağmen) yazımızda, resul, nebi, peygamber ve elçi kelimelerini bundan sonra birbirinin yerine kullanacağımızın bilinmesini isteriz.
Kur’an’a göre Resullerin temel özellikleri.
Kur’an resullerin doğru bir şekilde bilinmesi için sürekli göz önünde tutulması gereken iki temel özelliğe dikkat çekmektedir;
1-) Beşerdirler.
2-) Yüce Allah’ın resulü/elçisidirler.
Resullerin, beşer/insan olduklarının altının çizilmesi, ilah olmadıkları ve ulûhiyet özelliklerini zerresine bile, sahip olmadıklarının ilanıdır. Bildiğimiz gibi yaratıcı ve yaratılanlar ayırımı, en temel ayırımların başında gelmektedir. Tüm varlıklar yaratılanlar kategorisinde iken, yaratıcı kategorisinde ise sadece Allah vardır. Zira O, eşi, dengi, benzeri olmayan, bütün eksikliklerden uzak olan el- Kuddus, bütün yüceliklerin kendisinde toplandığı el-Mütekebbirdir. O, ilahlar arasında bir ilah değil, kendisinden başka ilahın olmadığı Allah’tır, ahadtır, yegâne ilahtır. Bu nedenle onun dışında hiçbir yaratılmış (insan, cin, melek) ulûhiyet özelliklerinin hiç birisine asla sahip değildir. Bütün yaratılmışlar, varlıklarını Allah’a borçlu oldukları gibi, varlıklarını sürdürebilmeleri içinde, sürekli olarak ona muhtaç ve ona bağımlıdırlar. Sahip oldukları hayat, bilgi, irade ve kudret sınırları da o yegâne ilah tarafından, (ihtiyaçları göz önünde bulundurularak) sınırlandırılarak takdir edilmiştir. Örneğin melek bile olsanız, her şeyi değil, sadece yüce Allah’ın sizin için takdir edip, belirlediği bir bilgiye sahipsinizdir ve birçok şeyi bilmekte acizsinizdir.15 Saniyede üç yüz bin kilometre kat etme özeliğindeki bir cin olarak yaratılmışsanız bile, gaybı bilme imkânına yine de sahip olamazsınız ve bilmediğiniz nice şeyler olmaya devam edecektir.16
Aynı şekilde birisinin hidayetini çok fazla isteyen bir peygamber (insan)da olsanız, kimseyi hidayete erdirme yetkiniz olmayacaktır.17 Aynı şekilde birisinin bağışlanması için yetmiş sefer dilekte bulunan büyük bir Resul de olsanız, o dileğinizin kabulünün bir garantisi yoktur.18 Zira her şeyde olduğu gibi, hidayet ve cezalandırmada da bütünüyle hüküm hakkı sadece Allah’a aittir. Çünkü kusursuz olan, her şeyi kuşatan bir bilgiye, adalete, hikmete ve sonsuz rahmete sahip olan, sadece ve sadece yüce Allah’tır. Ayrıca hükmün sadece Yüce Allah’a ait olması ise kullar için ayrı bir rahmettir. Zira peygamber bile olsanız, beşer olmaktan kaynaklanan sayısız eksiklikleriniz, sizleri hidayetle ilgili kararınızda çeşitli yanılgılara sürükleyecektir. Örneğin o kişinin özel durumlarını bilememe acziyetiniz veya hakkında hidayet kararı vereceğiniz kimsenin, sizi çokça seven, çokça iyilikte bulunan yakın bir akrabanız olması, sizleri iyi niyetli, ama duygusal ve yanlış kararlara sevk edebilecektir.
Bu nedenle Resul’ün beşer olduğunun ilanı, ulûhiyetin özellikleri olan, yaratılmama, ezelden beri var olma, asla yok olmama, her şeyi (gaybı) bilme, her şeye güç yetirme ve acze düşmeme, her şeyin yaratıcısı olma, iyiliğin kaynağı olma, her şeyi yerli yerinde yapma, kusursuz olma, kimin hidayete layık olduğunu bilme ve onları hidayete erdirme kudretine sahip olma, azabı hak edenleri bilme ve onları cezalandırma kudretine sahip olma ve benzeri ulûhiyet özelliklerinin hiç birisine sahip olmadıklarının ilanı olduğu asla unutulmamalıdır. Başka bir ifadeyle resulün beşer olması demek, hayat, kudret, bilgi, irade, görme, işitme, hüküm verme, mülke sahip olma ve benzeri hususların hiç birisinde, Resulün kendi gücünden kaynaklanan, mutlak, bağımsız ve kusursuz bir durumda olamama ve kesin bir bağımlılıkla yüce Allah’a muhtaç olmayı ifade ettiği bilinmelidir.
Zaten müşriklerin zahiren itirazlarını dayandırdıkları temel nokta buydu.Onlar, kendileri gibi bir insanın Resul seçilmesini kabul edemeyeceklerini ve tabi olacakları resulün olağan üstü güçlere sahip olan bir varlık olması gerektiğini ileri sürüyorlardı. (Aslında bu arkasına sığındıkları bir mazeretti. Gerçekte onlar güce taptıklarından, kendilerinden akıl, ahlak ve eylem açısından daha iyi, mal ve güç açısından daha zayıf birine tabi olmayı gururlarına yedirmedikleri gibi, çıkarlarına da uygun bulmuyorlardı. “Bu Kur'an, iki şehirden (Mekke ve Taif'ten) bir büyük adama (mal ve mevki sahibi büyük bir kimseye) indirilseydi ya!”19 deyişleri bu durumu yansıtmaktaydı.)
Nitekim Kur’an’ı Kerimdeki ayetlerde bu durum şöyle tasvir edilmektedir: “Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için her tür örneği çeşitli şekillerde açıkladık. Ama insanların çoğu inkârda ayak diretti. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz. De ki: "Rabbimin şanı yücedir. (Böyle şeyleri yapmak benim işim değildir). Ben bir beşer olan resulden başka neyim ki? (size bu mucizeleri Allah vermedikten sonra, ben ne yapabilirim ki?) Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: 'Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?' demelerinden başkası değildir. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.20
Yukarıda verdiğimiz ayette görüldüğü gibi, rabbimiz müşriklerin itirazlarının mesnetsiz olduğunu, yeryüzünde yaşayanların insan olması nedeniyle, gönderilecek elçinin de insan olmasının çok daha makul ve uygun olduğunu ifade buyurmaktadır. Dolayısıyla itirazlara rağmen, elçilerinin hem beşer, hem de resul olduklarının tekrar tekrar altı çizilmektedir.
Nitekim Hz. Ömer (r.a.)’den nakledilen bir rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) efendimiz de, kendisinin sadece beşer olan bir elçi olduğunu şöyle ifade etmektedir: “(Ey insanlar) Hristiyanların ibni Meryem’i batıl üzere methettikleri gibi, siz de beni methetmekte aşırıya gitmeyin. Şüphesiz ben bir kulum. Bu nedenle bana Allah’ın kulu ve Resulü deyiniz.”21
Bizde Resullerin bu iki temel özelliklerini merkeze alarak, konuyu anlamaya ve irdelemeye çalışacağız.
1-)Beşer olmadan kaynaklanan doğal özellikler;
Peygamberler de, herkes gibi yaratılmışlardır. Onlar da doğarlar, yer, içer vebüyürler, bilgilenirler. Meslek sahibi olup rızıkları için çalışırlar, evlenirler, çoğalırlar. Bütün insani özelliklere sevinç, öfke, korku ve unutma gibi, savaşlarda galip ve mağlup, tebliğlerin de başarılı yada başarısız olurlar. Bilgileri sınırlı, sadece zahiri bilir ve gaybı da bilmezler. Her fani gibi ölürler... Bu nedenle asla yüce Allah’ın ortakları değil, onun aciz kullarıdırlar. Dolayısıyla bütün yaratılmışlar gibi yüce Allah’a teslim olmak, onun koyduğu sınırların dışına çıkmamak, dualarında sadece ona yönelmek ve sadece onu yüceltmek mecburiyetindedirler. Zaten onlar da bu konumlarını en iyi bilen ve Allah’a kulluk etmekten kaçınmayanlardır. “Mesih (İsa) da, (Allah'a) en yakın olan melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O'na kulluk etmekten kaçınır ve büyüklük taslarsa (bilsin ki hesap günü, Allah) hepsini kendi yanında toplayacaktır”22
Sonuç olarak resuller olağan üstü hiçbir özelliğe sahip olmadıkları gibi, ulûhiyet özelliklerinin zerresine bile sahip değildirler.
Bu hususları ayetler ve sahih hadisler ile biraz daha açalım:
a-)Resuller de doğarlar, yer, içer, büyürler ve bilgilenirler, meslek sahibi olup rızıkları için çalışırlar, evlenirler, çoğalırlar. Yaşlanır ve ölürler.
“Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya! Yahut kendisine (Allah tarafından) bir hazine verilseydi yahut (zahmetsiz) yiyip içtiği (tılsımlı) bir bahçesi olsaydı ya!" Ve bu zalimler (birbirlerine): "Eğer (Muhammed’e) uyacak olsaydınız, büyülenmiş bir adamdan başkasına (uymuş, olmazdınız)!" diyorlar.”23
“Orada Zekeriya Rabbine şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu sen, duaları işitensin” dedi. Bunun üzerine, mabette dua ederken, melekler ona: “Allah sana, Kendi katından bir sözün gerçekliğini doğrulayacak, insanlar arasında seçkin (bir yere sahip olacak), tam bir iffet sahibi, dürüst ve erdemli bir peygamber olacak olan Yahya[nın doğumun]u müjdeliyor” diye seslendiler. Zekeriya: “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı ve karım da kısır olduğu halde, benim nasıl bir oğlum olabilir?” dedi. (Ona gelen melek de): “Orası öyle ama Allah, ne dilerse onu yapar.” Dedi. Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”24
“Ey Nebi! Biz senden önce de yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan insanlar dışında hiçbir peygamber göndermemişizdir. Bazılarınızı diğerleriniz için sınama vesilesi kıldık ki, bakalım sabrediyor musunuz? (Bunu siz öğrenesiniz diye böyle yaptık); yoksa senin Rabbin zaten her şeyi görmektedir.”25
“Biz senden önce de [ey Muhammed,] kendilerine vahiy indirilen [ölümlü] adamlardan başkasını [elçi olarak] göndermedik; bunun içindir ki, [o inkârcılara de ki:] “Eğer kendiniz bilmiyorsanız, önceki kitapları okuyup izleyen kimselere sorun. Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.26
“(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.”27
b-) Resuller beşer olduklarından, her insan gibi, başarılı olma, eşlerini ve insanları memnun etme, zaman zaman insanlardan çekinme, insanlardan utanma, sevdiklerinin hidayetini çokça arzulama ve benzeri insani duygulara sahiptirler ve insani refleksler gösterirler.
Yukarıda dile getirdiğimiz hususlardan bahseden bazı ayet örneklerine bakalım:
“(Ey Muhammed!) Onlar inanmıyorlar diye (üzüntüden) neredeyse kendini helak edeceksin!”28
“Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşinde eseflenerek kendini helak mi edeceksin?(Hâlbuki) yerin üstündeki her şeyi, ona bir süs yaptık. Ki hangisinin amelce daya iyi olduğunu ortaya çıkaralım.”29
“(Ey Resulüm!) Onlar (müşrikler) neredeyse, Sana vahiyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman (ve Kur’an’ı onların keyfine göre yorumlaman) için Seni fitneye düşüreceklerdi. (Sen onların isteğine uyarsan) O zaman Seni de dost edineceklerdi. Andolsun, eğer seni kararlı kılmasaydık, (Hidayette gelenlerin çoğalmasını şiddetle istemen ve bu sebeple yaptığın tercih nedeniyle) az da olsa onlara meyledecektin. O durumda mutlaka sana, hayatın da ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık. Sonra bize karşı kendine bir yardımcı da bulamazdın.”30
“Sırf Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaran (fakir)leri, (inkârcılar istiyor diye) yanından kovma! (Sen fakirlerle berabersin diye ekâbir takımı iman etmese de) onların hesabından sana (hiçbir sorumluluk) düşmez ve senin hesabından da onlara bir şey düşmez. Bu yüzden onları (fakir ve düşük statüdeki sahabeleri) kovarsan zalimlerden olursun.”31 (Mekke’deki bazı müşrik önderleri (ekâbir takımı), Hz. Peygamber’in köleleri ve (onlara göre) alt tabaka diye tabir edilen kimseleri etrafından uzaklaştırması halinde Hz. Muhammed’le (a.s) birlikte olacaklarını bildirmişlerdi. Sa’d b. EbiVakkas’ın (r.a) anlattığına göre; Hz. Peygamberin (a.s) yanında altı kişi bulunuyordu, Müşrikler Peygamberimize: “Yanında bulunan şu adamları uzaklaştır ki, bize karşı cüretkâr davranmasınlar” dediler. Peygamberimizin (a.s) yanında bulunanlardan biri bendim, biri İbni Mesut, biri de Hüzeyl kabilesinden bir kişi, diğer biri de Bilal idi. Bir de isimlerini hatırlayamadığım iki kişi vardı. Bunun üzerine Peygamberimizin (a.s) gönlünde yüce Allah’ın (c.c) geçmesini istediği düşünce geçti ve bu ayet nazil oldu.32”
“Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi (iyi niyet ve gayretine) göre doğru yola eriştirir. O, doğru yola erişecek olanları daha iyi bilir.”33 ( Bu ayetin nüzul sebebi olarak Kur’an Yolu tefsirinde şunlar aktarılır: Sahih kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre Hz. Peygamber ölmek üzere olan amcası Ebû Tâlib’e İslâm dinini telkin etmiş, ancak Ebû Tâlib kabul etmemiş, bundan dolayı son derecede üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmek üzere bu âyet inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 28/1; Taberî, 91-93; Şevkânî, IV, 174). Bununla birlikte ayeti muayyen bir sebep veya zamana tahsis etmeden genel anlamda değerlendirmek, bir kimseyi –kendi istek ve eğilimi olmadıkça– doğru yola getirmeye çalışmanın bir noktadan sonra yararsız olduğunu söylemek daha uygun olur (krş. Esed, II, 794). Allah Teâlâ, peygamber ve kitap gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez; bilâkis onları kendi irade ve tercihleriyle baş başa bırakır; gerçeği araştırıp tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara yardım ederek onları doğru yola iletir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7, 26).34
Bizce indirilen bu ayetle (28/56), Hz. Muhammed efendimiz sadece teselli edilmemiş, aynı zamanda kimin hidayete layık olduğunu tam olarak bilemeyeceği ve kendisinin hidayeti takdir etmekte bir yetkisinin olmadığı da, kendisine tekrar bildirilip terbiye edilmiştir. Böylelikle aynı zamanda iç huzura ermesi de sağlanmıştır. Zira şüphesiz ki kulların sınırlarını/hadlerini bilme lütfuna nail edilmeleri de rabbin en büyük nimetlerindendir. Çünkü ancak bu bilinçle, kullar kendilerini gereksiz yüklerin altında ezilmekten, üzüntüler içinde boğulmaktan kurtarabilirler. Zira mutlak rahmet, hikmet, adalet, kudret ve hâkimiyet sahibi yüce bir zatın varlığı ve her işi onun takdir etmesi, iyi kullar için huzurlu kalmanın en büyük teminatıdır. Bundan dolayı başka bir ayette de, yüce Allah, kulu Hz. Muhammedî terbiye edip eğitmek için şöyle buyurmaktadır: “Onlara (azap olarak) vadettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına son versek de, sana düşen yalnızca tebliğ etmektir, hesap (sormak ise) bize aittir.”35
Başka bazı ayet örnekleriyle devam edelim:
“Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye: “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın!” diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kesince onu seninle evlendirdik ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlara evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.”36
“Ey inananlar! Yemek için çağrılmaksızın ve vaktine de bakmaksızın (vakitli vakitsiz) Peygamber'in evlerine girmeyin. Çağrıldığınız zaman girin ve yemeği yiyince de hemen dağılın, söze dalıp eğleşmeyin. Çünkü bu (davranışınız) Peygamber'i rahatsız ediyor, fakat o da size (bir şey) söylemekten çekiniyor. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez.”37
“Ey peygamber! Eşlerinin hoşnutluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram kılıyorsun? (Bununla beraber bilesin ki) Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”38
Son ayetteki haram kılma olayı, Resulullah (s.a.v.)’in Yüce Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kıldığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira Resul seçilen hiçbir peygamber böyle bir küfre düşmez. Çünkü Yüce Allah, Resullerini en ahlaklı, en takvalı, en sözüne sadık emin kimselerden seçmiştir. Burada Resul (as.) insani bir refleksle, kendisine helal olan bir nimetten yararlanmama yoluna gitmiştir. Nitekim rivayette, Nebi (as.)’in, Hz. Hafsa’nın gününde, Hz. Mariye annemizin yanına girdiği ve Hz. Hafsa bu olaya üzülünce, onu razı etmek için, Nebi (as.)’in Hz. Mariye’ye bir daha asla yaklaşmayacağını ifade ederek, onu kendisine yasak kıldığı aktarılır.39
c- ) Resuller beşer olmalarının doğal bir yansıması olarak, zaman zaman korkarlar. (Bu korkma haşa korkaklık düzeyinde değil, insani zaaflar şeklinde düşünülmelidir. Zira resullerin tümü, cesaretli şahsiyetlerden seçilmişlerdir.)
Konuyla ilgili bazı ayet ve sahih hadislere bakalım:
“İbrahîm, ellerinin, getirilen bu yemeğe uzanmadığını görünce, onlardan ürktü ve içinde, kendilerinden bir nevi korku duydu. Onlar: “- Korkma, çünkü biz (yemez-içmez melekleriz. Azap için) lût kavmine gönderildik.”40
“Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. «Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar» dedi.“41
“Onlar Davud'un yanına girdiklerinde kendilerinden korktu. Dediler ki: "Korkma. (Biz) iki davacı(yız). Birimiz ötekine haksızlık etti. Sen aramızda hak ile hükmet, zulme sapma ve bizi yolun ortasına yönelt.”42
“Düşünün ki bir zamanlar siz azdınız. Yeryüzünde zayıf düşürülmüş durumdaydınız, insanların sizi yakalayıp götürmelerinden korkuyordunuz. Belki şükredersiniz diye Allah sizi barındırdı yardımıyla sizi destekledi ve temiz şeylerle sizi rızıklandırdı.”43
Ayşe (r.a.)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Nebi (as.) Medine’ye hicret ettiği zaman (düşman saldırısından endişe ederek) bir gece uyuyamamıştı. Keşke ashabımdan (beni korumaya) elverişli bir kişi bu gece beni muhafaza etseydi, demişti. Tam bu sırada ansızın bir silah sesi işittik. Bunun üzerine Nebi (as.) o kimdir? Diye seslendi. Ben Sad b. EbiVakkas’ım (ya Resulullah) dedi. Nebi (as.) sana ne oldu ki? diye sordu. Sad: (gönlümde hayatınız hakkında bir endişe uyandı da) sizi muhafazaiçin geldim, diye cevap verdi. (Hz. Aişe demiştir ki: ) Bunun üzerine Resulullah, Sad b. EbiVakkas’a dua etti. Sonra) uyudu. (hatta biz horladığını duyduk.)44
d-) Resuller beşer olmalarının doğal bir yansıması olarak, zaman zaman unuturlar. (Buradaki unutmanın da beşer olmanın doğal bir yansıması olduğu unutulmamalıdır. Elçilik görevini yerine getirirken kendisine yüce Allah tarafından lütfedilen vahyi hiçbir şekilde unutmama durumu ise, Resullükten kaynaklanan özel bir durum olarak düşünülmelidir.)
Konuyla ilgili bazı ayet ve sahih hadislere bakalım:
“(Musa) dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni sorguya çekme ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma!"45
“Ancak: 'Allah dilerse' (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: 'Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.“46
İbniMesud (r.a.)’den, Şöyle demiştir: ( bir defa Allah’ın Resulü) Bize namaz kıldırdı. Selam verince biri ona; Ya Resulullah, namaz hakkında yeniden (vahiy falan gibi) bir şey mi geldi? Nebi (as.): Neden sordun? Deyince: “Ya Resulullah böyle kıldırdın da ondan” dediler. Bunu üzerine (nebi as.) iki bacağını kıvırdı ve kıbleye yönelip iki secde ettikten sonra selam verdi. (Sonra) yüzünü bize dönünce buyurdu ki: Namaz hakkında yeniden bir şey gelmiş olsaydı size haber verirdim. Lakin ben de (nihayet) sizin gibi bir beşerim. Siz unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Unuttuğum zaman bana hatırlatınız.”47
e) Peygamberler (bilerek haktan asla sapmazlar) beşer oldukları için sadece zahiri bilirler. Bu nedenle (insanlar arası ihtilaflarda) doğal olarak zahire göre hüküm verirler ve dolayısıyla hükümlerinde yanılabilirler. ( Yalnız dinle ilgili meselelerdeki yanılmaların hemen vahiyle düzeltildiği de unutulmamalıdır.)
Resulullah (s.a.v.) karşılaştığı meselelerde, o meselenin çözümüyle ilgili önceden indirilen vahiyde bir hüküm varsa, mutlak olarak o vahye uyar, hükmüyle amel eder ve sorunu çözerdi. Hüküm yoksa vahyi ilkeler doğrultusunda, örften, önceki ilahi şeriatlerden ve benzeri şeylerden de yararlanarak, zahire göre, kendi içtihadıyla hükmederdi. Nitekim Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadiste bu gerçek, Nebi (as.) tarafından şöyle ifade edilmektedir: (iki şahıs) miras ve kaybolup gitmiş bazı mallar hususunda (Peygambere gelerek birbirinden)davacı oldular. Bunun üzerine Nebi(as.): “ Ben, hakkında bana (bir vahiy) inmemiş olan hususlarda kendi reyimle hüküm veririm” buyurdu. (Ebu Davud, Akdiye 7)48
Nebi (as)’ın bu durumunu ortaya koyan bazı delillere bakalım:
“Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin? Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir. Senden ancak izin isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenler, kalpleri şüpheye düşenlerdir. Onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar. “49
Dikkat edilirse yukarıdaki ayette Nebi (as.), Münafıkların batıni durumlarını bilmediğinden, zahire göre hükmederek onlara çabucak izin vermiştir. Rabbimizin burada eleştirdiği husus, Resulullah’ın zahire göre hükmetmesi değil, bir idareci olarak yeterince dikkatli davranmamasına yöneliktir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, Resulullah zahire göre hükmettiği için zaman zaman yanılabilmektedir. Nitekim kütübi site müellifleri ve Ahmet b. Hanbel’in rivayet ettiği şu hadis şerifte, Resulullah (s.a.v.) efendimiz, bu gerçeği çok açık bir şekilde ifade buyurmaktadır:
Ümmü seleme (r.a.)’den rivayet edilmiştir: “Nebi(as.) ve Ümmü Seleme odasının kapısı (önü)nde şiddetli bir kavga işitti de bunların (yanına) çıktı ve şöyle buyurdu: “Şüphesiz ben(de sizin gibi) bir insanım! Zaman olur ki bana (sizden iki) hasım gelirde bazınız (haksızken) daha düzgün meramını ifade etmiş olabilir; bende o beliğ sözleri doğru zannederek onun lehine hükmedebilirim. Binaenaleyh kimin lehine bir Müslim’in (ve gayri Müslim’in) hakkıyla hükmettimse (bilsin ki) bu hak ateşten bir parçadır. İsterse onu alsın, ister bıraksın.”50
Ayrıca aşağıda verdiğimiz şu olay ve bu olayla ilgili inen ayetler de, Resulullah’ın zahire göre, kendi reyiyle hükmettiğini ve doğal olarak gaybı bilmediği için zaman zaman yanılgılara düştüğünü ortaya koymaktadır. Bu olaya ve onunla ilgili inen ayetlere bakalım:
“Rifâa b. Zeyd isimli sahâbî, yabancı tâcirlerin Medine’ye getirdikleri has undan bir miktar satın almış ve bunu, içinde silâhlarının da bulunduğu evin sofasına koymuştu. Şehirde kötü şöhreti olan Übeyrık ailesinden biri gece sofaya girmiş, unla birlikte Rifâa’nın silâhlarını da çalmıştı. Rifâa durumu farkedince –bu hadiseyi rivayet eden– yeğeni Katâde b. Nu‘mân’a gelip olayı haber verdi. Katâde gerekli araştırmayı yapıp Übeyrık ailesine ulaşınca onlar suçu Lebîd isimli mâsum bir müslümanın üzerine attılar. Lebîd kılıcını çekip üzerlerine yürüyerek “Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı haber verirsiniz ya da şu kılıcımla sizi doğrarım!” deyince onu suçlamaktan vazgeçtiler. Mağdurlar araştırmaya devam ederek hırsızın Übeyrık ailesinden olduğuna kesin kanaat getirdikten sonra Resulullah’ın başvurdular, Hz. Peygamber “Gerekeni yapacağım” cevabını verdi. Übeyrık ailesi durumu öğrenince kurdukları planın gereği olarak, uygun birini Resulullah’ın gönderip iftiraya uğradıklarını, ortada bir delil bulunmadığı halde Katâde tarafından hırsızlıkla suçlandıklarını bildirip yakındılar. Katâde durumu öğrenmek üzere gelince Resulullah ona, “Bana Müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın!” diyerek serzenişte bulundu. Katâde olup bitenden son derecede üzüntü duyarak amcasına geldi ve durumu anlattı. Rifâa “İşimiz Allah’ın yardımına kaldı” cevabını verdi. Bu olay üzerine şu ayetler nazil oldu (Tirmizî, “Tefsir”, 5/22.)”51:
“Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. Ve Allah'tan bağışlanma dile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Kendi nefislerine ihanet edenleri savunma. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkârı sevmez. Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. Diyelim ki siz dünya hayatında onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak? Yahut kim onların vekili olacak? Kim bir fenalık işler yahut kendine zulüm eder de sonra Allah'tan kendisini bağışlamasını dilerse Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olarak bulur.”52
Anlatılan olaydan ve kendisiyle ilgili inen ayetlerden anlıyoruz ki, Nebi (as.) vahyin inmediği meselelerde zahire göre ve kendi reyiyle hükmederken bazen yanılabilmektedir.
f-) Peygamberler beşer oldukları için (Tarım, savaş sanatı, sağlık, tarih, coğrafik bilgi ve benzeri konularda ) çeşitli eksikliklere sahiptirler ve doğal olarak başka insanların bilgisine ve rehberliğine muhtaçtırlar.
Konuyla ilgili bilgi veren bazı örneklere bakalım:
Talha b. Ubeydullah (ra.)’tan: Ben Nebi (as.) ile beraber, hurma ağaçları üzerinde bulunan bir topluluğa uğradım. Nebi (as.): Bunlar ne yapıyorlar diye sordu. Yanındakiler: Hurma ağaçlarını aşılıyorlar, erkeği dişiye koyuyorlar ki aşılasın, dediler. Bunun üzerine Nebi (as.) : Bunun bir fayda sağlayacağını sanmıyorum, buyurdu. Ravi der ki: Peygamberin bu sözü aşı yapanlara haber verilince aşıyı terk ettiler. Bu durum Nebi (as.)’a haber verildi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): Eğer bu iş onlara fayda veriyorsa yapsınlar, ben onu zannım üzere söyledim. Binaenaleyh beni zan üzere muaheze etmeyiniz. Fakat sizlere Allah katından bir şey söylediğim zaman, onu hemen alın. Zira ben Aziz ve Celil olan Allah üzerine asla yalan konuşmam, buyurdu.53
Urve, Aişe (r.a)’ye; “Tıp ilmini nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorduğunda şöyle cevap vermiştir: “Ömrünün sonlarında Resulullah hastalanınca her taraftan kendisine heyetler gelir ve tedaviyle alakalı tariflerde bulunurlardı ve ben de o şekilde tedavi ederdim, işte buradan biliyorum.”54 Hz. Ayşe tabiplerin verdiği ilaçları öğrenir, bunları Resulullah’a hazırlar, katıldığı savaşlarda yaralıları tedavi eder ve yaralarını sarardı.55
Mekke’de kurulanpanayırlara gelen yabancı kabile liderlerine tebliğde bulunmak için giderken, Hz. Ebu Bekir’in nesep uzmanlığından, Hicrete giderken Abdullah b. Üreykit adlı müşrik bir yol rehberinin yolu bilme ve bulma becerisinden,56 Bedir savaşının nasıl yapılması gerektiğine dair planlamada, (kendi fikrinden vazgeçerek daha doğru bulduğu) Hubab b. Münzir’in askeri görüşünden,57 Hendek savaşında Selman Farısi’nin İran savaşları tecrübesinden58 Tarımda Medine’de ki Ensarın çiftçilik tecrübelerinden,59 Çeşitli hastalıkların tedavisinde, Medine’ye gelen gayri Müslim heyetlerin, sağlık bilgilerinden ve hastalıkları tedavi etme tecrübelerinden60 ve daha pek çok konuda, başkalarının bilgi ve deneyimlerinden yararlanmıştır. Zaten herhangi bir beşerin, en iyi fenni ilimler bilgini, en iyi sağlıkçı, en iyi sporcu, en iyi tarihçi, en iyi coğrafyacı, en iyi savaşçı, en iyi sanatkâr, en iyi çiftçi ve en iyi tüccar olmasının mümkün olmadığı açıktır. Bu durum beşer olan Nebi (as.) içinde geçerlidir. Nebi (as.) elçilik görevini yerine getirmek için gereken özelliklere tam olarak sahipti. Beşer olarak eksik kaldığı noktalarda ise, “ (Yapacağın) işlerde onlara da danış.”61 Emrine uyarak bu alandaki ehil kimselerden yararlanıyordu. Böylelikle bir yandan toplumu için en iyi çözüm yollarını buluyor, diğer yandan insanların eksikliklerini nasıl gidereceklerini ve sorunlarını nasıl aşabileceklerinin en iyi örnekliğini ortaya koyuyordu. Zira insanlar birbirlerine muhtaç oldukları gibi, ümmetler de birbirlerine muhtaçtırlar. Bu nedenle en doğru yöntem, fertlerin, toplumların ve ümmetlerin diyalog ve istişare yoluyla ortak aklı ortaya çıkarmaları ve bu ortak aklı varlık âleminin faydasına kullanmalarıdır.
Sözlerimizin sonu Yüce Allah’a hamdtir. Rabbimizden yanıldığımız hususlar için mağfiret talep eder, en güzel şekilde Resulünü anlamayı ve tabi olmayı bize nasip buyurmasını niyaz ederiz.
Dipnotlar:
1- Arapça- Türkçe Talebe Lügatı, Mevlüt Sarı, İlk Bahar Yayınları.
2- 12/50.
3- 27/35
4- 19/19.
5- 81/19.
6- 4/80
7- 3/132.
8- 33/21.
9- 28/59.
10- 25/30.
11- Arapça- Türkçe Talebe Lügati, Mevlüt Sarı, İlk Bahar Yayınları.
12- 33/45,46.
13- 33/40.
14- 49/2.
15- 2/30.
16- 34/14
17- 28/56.
18- 9/80.
19- 43/31.
20- 17/89---95.
21-Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9. S.181.
22- 4/172.
23- 25/7,8.
24- 3/38---41.
25- 25/202a
26- 21/7,8.
27- 39/30.
28- 26/3.
29- 18/6,7.
30- 73/75
31- 6/52.
32- 6/52 (Cemal Külünkoğlu Meali ve nüzul sebebi aktarımı.)
33- 28/56.
34- Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 236-237
35- 13/40.
36- 33/37.
37- 33/53.
38- 66/1.
39- Tefhimül Kur’an 66/1 tefsiri.
40- 11/70
41- 28/21.
42- 38/22.
43- 8/26.
44- Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.8. S.322.
45- 18/73.
46- 18/24.
47- Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.2. S.345.
48- 7 Hadis İmamının İttifak Ettiği Hadisler, İbrahim el- Hazimi, S.931, Karınca yay.
49- 9/43—45.
50- 7 Hadis İmamının İttifak Ettiği Hadisler, İbrahim el- Hazimi, S.928, 929, Karınca yay. Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S.134. Eser Neşriyat.
51- https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/598/105-ayet-tefsiri
52- 5/105---107.
53- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S.641. Eser Neşriyat.
54- Belâzürî, c. 2, s. 46-47; Zehebî, SiyeruA‘lâmi’n-Nübelâ’, c. 3, s. 161.
55- Nedvî, s. 302-303.(http://www.islamtarihi.info/2017/09/hz-aisenin-hayat-ve-sahsiyeti.html)
56- Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 193.
57- Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 251.
58- Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 306.
59- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S.641. Eser Neşriyat.
60- Belâzürî, c. 2, s. 46-47; Zehebî, SiyeruA‘lâmi’n-Nübelâ’, c. 3, s. 161.
61- 3/159.
YAZIYA YORUM KAT