Kur'an'a Göre Çoğulculuk Karşısında Siyaset ve Davranış
Ramazan YAZÇİÇEK, Kur'an'a göre Müslümanların çoğulculuk karşısında göstermesi gereken siyaset ve davranışı analiz ediyor.
Bu yazının konusu, modern bir paradigma olarak çoğulculuğun kendini tanımlaması ve buna mukabil farklılıklara Kur’anî bakışın ne olduğuna dairdir. Çalışmada, çoğulculuk realitesi karşısında siyaset ve davranış ahlakı bağlamında ötekine yaklaşım ve dinsel şiddet, mutlak olanın izafîleştirilmesi konularına değinilmiştir. İlgili tespitlerin ardından, 1-Allah'a götüren mutlak doğru yol, 2-Allah katında geçerli din, 3-İslâm'ın değişen anlamları ve 'İbrahimî’lik iddiası konularına yer verilmiştir.
Giriş
Dünden bugüne dinlerin çokluğu vakıa iken dinsel çoğulculuk ise bu durumdan vazife çıkarma nev’înde teopolitik kasıt içermektedir. Bir arada yaşama hoşgörüsü ile çoğulculuk kuramının bilgisel içeriğinin farklılığı aşikâr iken, algıdaki içiçeliğin varacağı noktanın, yeni, seküler ve de protestan din anlayışına dönüşmesi temel kaygımızdır.
Her bir dinin hakikatin temsilcisi olduğu iddiası dinlerin doğası gereğidir. Din, varlık sebebi gereği kendisine tabi olanları, ne olduğunu bildirdiği hakikat tanımına inanmaya çağırır. Görünen kadarıyla dinî çoğulculuk, her bir dinin duyarlılığını gözeten ve her birinin uyum sağlayabileceği yeni bir toplum modeli önermektedir. Bu zeminde, ‘farklı dinlerin ve geleneklerin bir aradalığının imkânı arayışı’ olarak tartışılan dinler arası diyalog faaliyetleri, bir noktadan sonra, ‘dinlerin tabiatında var olan hakikat iddialarından feragat etmek gerektiği’ talebine dönüşmüştür.
‘Diyalog’ gerçekte olumlu ve de gerekli bir olgudur. Farklı inançlara ve düşüncelere tahammülsüzlüğü tasvip etmediğimiz gibi sakıncalı da buluyoruz. Ne ki diyalog olgusu, aktüel anlamıyla misyon(erliğin)un farklı bir formuna dönüşme eğilimindedir.
Sekülarizm kutsaldan azâde olma amaçlıdır. Bu, Rollo May’in dediği gibi yirminci yüzyıl insanının temel sorununun, ‘boşluk’ yani insanların neyi istediğini ve neyi hissettiğini bilmemesiyle ilgilidir. Erich Fromm’un, insanların günümüzde her hangi bir dinî veya ahlakî otoritenin emrinde değil, anonim bir otoritenin, ‘kamuoyu’nun emrinde yaşadıklarını söylemesi de buna işarettir. Modern insanın temel mes’elelerinden birisi, ölüm gerçeğiyle yüzleşememesi, La Rochefauld’un deyişiyle, ‘ölüme doğrudan bakmaması’, dahası onu inkâr etmeye yönelmesidir. Gâye yokluğu, modern tecrübeyle birlikte bir gulyabanî gibi insanın yolunu kesmekte, hayat, anlık hazların doyurulduğu bir ritüeller dizisi olarak algılanmaktadır. Modernitenin telkini, ‘diğer insanlara sadakat ve bağlılıktan azad edilen bireysel benliğin yüceltilip meşrulaştırılması’ yönündedir.1 Doğası gereği hadiselere rasyonalistik zeminde bakan modern akıl, her bir dinden kendi selametini tehdit eden unsurların izalesini talep etmektedir. Haddizatında modern olanın kendiyle çelişik istemi, postmodern olanla da karşılanmamaktadır.
Dinî Plüralizm, Gelenekselcilik olarak tanımlanan yeni fikrî zeminde gelişen ancak paradoksal olarak modern talepleri karşılmaya aday yönüyle de Sekülarizm fideliğinden beslenen bir paradigmadır.
‘Dinî Plüralizm’ ve ‘dinî tolerans’ terimleri, modern toplumların problematiğine uygun olarak şekillenmiş batılı kavramlardır. Batılıların bütün çağdaş teolojik ürünleri en basitinden en karmaşık olanına kadar kilise imanı ekseninde şekillenmiştir. Eleştirimiz, bu kavramlarla ilişkilendirilen ‘değerlerin kıymetsizleştirilmesi’ diyebileceğimiz yeni ‘hakikî kurtuluş’ tanımlamasına; kaygısını duyduğumuz, oluşturulmaya çalışılan ‘anonim din’ arayışınadır.2 Nitekim çoğulcu paradigma, farklı telakkileri hakikat olarak nitelemeye karşı çıkarken, kendi tanımlamalarını hakikat diye sunan talebi tanımıyla çelişik bir ironiye işarettir.