Kur’ân’a Dönüşte Sağlıklı Bir Metodolojiye Doğru -1-
Kur’ân’ı anlamak ve hayatta tatbik etmek şüphesiz ki her samimi Müslümanın en temel hedefidir. Ancak Kur’ân’a yönelen muhatapların gerçekten Kur’ân’ın ne dediğini bilmeleri ve anlamları gerekiyorsa bunu da sağlıklı ilmî bir metodoloji ile yapabilecekleri de unutulmamalıdır. Önce Kur’ân’ın;
· gerçekten “Ne dediği?”
· sonra “Neyi hedeflediği?”
· ve bizim bugün ne dediğiyle hedeflenenler arasında “Nasıl bir bağ kuracağımız?”
sorularına vereceğimiz cevaplar hayati önem taşımaktadır. Tefsîr Usûlünü anlamlı kılan ve bina eden bu üç soruya vereceğimiz doğru cevaplar olacaktır.
USÛLE GİRİŞ
Kur’ân vahyinin anlaşılması özellikle Hz. Peygamber sonrası başlayarak günümüze kadar gittikçe açılan iki pergel ucunun aralığında usûl ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Kur’ân’ın ilk muhatapları ve zihin dünyalarıyla yüzyıllar sonra başka bir kültür evreninde bulunan farklı nesillerin durumu kuşkusuz ki aynı olmayacaktır. Aynı metin karşısında farklı muhatapların olduğu göz önünde bulundurulduğunda İlâhi mesajın doğru anlaşılması için ne gibi koşullar gereklidir? Öncelikle Kur’ân’ın iniş/nüzûl ortamının bilinmesi, Kur’ân’ı şekillendiren ve oluşum sürecinin en önemli faktörü olan Arap dili ve kültürünün dikkate alınması pek çok usul çalışmasında ayrıntılı olarak irdelenmiştir.
Kur’ân çalışmalarında da ”Kur’ân indiği dönemde nasıl anlaşıldı?” temel sorusu eksene alınmalıdır. Kur’ân’ın indiği dönemde nasıl anlaşıldığının ipuçlarını ise Kur’ân dönemi Arapçasının izini sürerek bulabiliriz. Araştırmalarımızda esas olan Kur’ân’dan yüzlerce yıl sonra başka bir kültür ve dili evreninde yaşayanların yorumları/çıkarımları değil, bizzat Kur’ân’ın indiği döneme en yakın zamanda yaşayanların dilsel açıklamaları ve mütevatiren nesilden nesile pratik yoluyla aktarılan Hz. Peygamber’in nasıl anlayıp uyguladığına yönelik cevaplar olmalıdır.
SEMANTİK ve “CORPUS CORANICUM”
Bu zor bir iş olsa da modern dönemde anlambilim/semantik olarak geliştirilen ancak İslâm ilim geleneğinde de karşılığını Belağat ilimleri (Beyân- Meânî ve Bediî)nde ifadesini bulmuştur. Semantik, genelde Dil’in özelde ise Kelimelerin anlam alanlarının değişimlerini (Genişleme-Daralma-Kayma) inceleyen yöntemdir. Özellikle İzutsu’nun çabalarıyla Kur’an kelime ve kavramları hakkında da gündemleşen bu yöntem sayesinde "Muhammed (as) döneminde Kur’an insanlığa ne demişti?" sorusuna daha net cevaplar bulabiliriz.
Ayrıca, bu yöntemle birlikte Kur’ân Arapçası orta dönem Arapçası ve modern Arapçadan farklı olarak özellikle Aramîce-Süryanîce-Nebâtice kökenli bir anlam alanına sahiptir. Bu sebeple Dil’in tarihinin de iyi biçimde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu alanda özellikle Potsdam Üniversitesinde İslam bilimleri okuyan bir grup genç Berlin Üniversitesi Semitik diller enstitüsü Profesörü ve İslam bilimcisi Angelika Neuwirth’in başkanlığında yürüttükleri “Corpus Coranicum“ projesiyle Batılı oryantalistlerin Kur’an araştırmalarında kullandıkları usulleri rafa kaldırıyorlar. Potsdam’daki Berlin Brandenburg Bilim Akademisinin finanse ettiği projede Süryani-Aramî dilsel metinler araştırılıyor. Araştırma ekibinden Michael Marx amaçlarının Kur’an’ın akıl dünyasını yeniden inşa etmek olduğunu söylüyor. Mekke Medine ve Peygamber'in etkili olduğu bölgelerde anlaşılan bir kitapta geçen bazı tasavvurların kişilerin ve bağlantıların -pasif de olsa- adreslerine ulaşmanın mümkün olduğunu düşünüyorlar. Ancak o dönemden elimize geçmiş herhangi bir yazılı belge bulunmadığı için ve Suudi Arabistan’da arkeolojik kazılar yapmak nerdeyse imkansız olduğu için ve birçok bilgi ancak ağızdan ağıza dolaşarak çağımıza intikal ettiği için Marx ve arkadaşları dolaylı bir yol seçmişler. Potsdamlı oryantalistler Kur’an-ı Kerim’den hareketle Asrı Saadet’te kullanılan dile ulaşmaya çalışıyorlar. Çeşitli tarihlerde ve bölgelerde geçerli ve kullanımda olan metinleri toparlayarak Kur-an’dan belli pasajlarla ilişkilendiriyorlar. Araştırmacılar bu yolla pasajların asıl anlamlarının keşfedilmesine yardımcı olmayı umuyorlar. Bu projenin içeriğini bir başka yazımızda paylaşacağız inşallah…
İLK DÖNEM LİTERATÜRÜNÜ ÖNCELEMEK
İlk dönemlerde Kur’ân’ı doğrudan anlamaya yönelik, Ebû Zekeriyâ Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ’ (v.207/822), Ahfeş (v.207/822), Ebû ‘Ubeyde el-Ma’mer (v.210/825), İbn Kuteybe (v.276/889) gibi müellifler tarafından Me‘ânî’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân, Garîbu’l-Kur’ân, Te’vîlu Muşkili’l-Kur’ân türünden eserler telif edilmiştir. Bu eserlerin, Kur’ân’ı anlama ve yorumlama çalışmalarında müstağni kalamayacağımız temel başvuru kaynaklarını oluşturdukları muhakkaktır. Aksi bir durum, Kur’ânî kavramların sonraki dönemlerde kazandıkları manalara göre anlaşılması sorununu ortaya çıkaracaktı. Başka bir ifadeyle lafızların nüzul döneminde kazandıkları manaların zayi edilmesi veya yanlış manalarla izah edilmeleri problemine sebep olacaktı.
Ayrıca Halil b. Ahmed’in (V.175) “Kitâb’ul Ayn” isimli eseri gibi ilk dönem Arapça sözlükleri ve Taberî gibi ilk döneme ait tarihi verileri toplayan ansiklopedik Rivayet tefsirleri de bizim için önem arz ediyor.
"Kur’ân gerçekte ne demişti?" sorusunun sağlıklı cevaplarını aramak için atılan adımları bir sonraki makalemizde irdelemeye devam edeceğiz inşallah…
YAZIYA YORUM KAT
Çok yararlı bir yazı dizisi olacağa benziyor. Devamını merakla bekleyeceğim. Şimdiden kaleminize sağlık Bülent Şahin hocam..
Yanıtla (0) (0)Ozelliklede yok sayilmak istemiyorsa Bulent kardesimin “Nasıl bir bağ kuracağımız?”sorusunu bir an olsun aklindan cikarmayarak belli bir usulle calismalarini surdursun.
Yanıtla (0) (0)Cozmemiz gereken o kadar cok meselemiz varki,kimse yok sayilmak istemedigi ve kimseyi yok saymadigimiz icin burdayiz.
Ve bu salih amellerimiz de insallah hesap gununde yok sayilmayacak
samimi ve vahyi anlama gayreti ve sancısıyla emek verilmiş bir yazı.
Yanıtla (0) (0)tamamen teknik ve ilmi bir yazı olmasına rağmen eleştirenlere "senin amacın ne kardeşim, emeğe hiç saygın yok mu? her düşünceye asabiyet duygusuyla saldırman mı gerekiyor" diye sorası geliyor insanın.
yazarla henüz ve bu sitede tanıştım ve sanki her makalesi bana özel yazılmış gibi. okurken hiç bitmesin istiyorum.
Kur an üzerınde düşunce aczıyetı gösteren toplum ne veya bıreyler neden bülent kardeşım in yazısı hakında yorum yapsınkı ? Makale veya araştırma yazısı her neyse ? Menkıbe türü olsaydı elbette yorum yapanlar ,çok olurdu ?,, ,
Yanıtla (0) (0)Slm.bülent kardeşim yazmak anlamak anlamdenizinde kaybolmak muhtesem birşeydir . Belki sizi anlamak istemeyenler olabilir ....
Yanıtla (0) (0)Yazıların devamını bekliyorum...O zaman inşaallah bende derli toplu bir eleştiride bulunabilirim...Allah'a emanet...
Yanıtla (0) (0)Bülent beye tesekkürler cok gerkli ve faydali konuda insanlara yazisiyla isik tutmaya calismasi yönünde ki gayretlerini Allah c.c basarili kilsin...
Yanıtla (0) (0)Kur´ani Kerim dogosundan kiyamet gününe kadar ilahi mesajini bütün insanliga sunacagindan asla süpemiz yok. Ancak sorun bizde yani insanlarda. Böylesi degerli ve kiymetli hayat veren kaynaga yaklasim tarzimizda.
Ön yargili ve menfaat beklentili ideolojik at gözlüklerimizden arinmadigimiz müddetce Kur´ani Kerim bize sirlarini acmayacaktir.
Hayat veren sifasindan nasiplenmek mümkün olmayacak kanatindeyim...
Ümit ediyorum Rabbimden yine bir topluluk bu ise omuz vermek suretiyle entellektüel manada
Kur´ani Kerimi anlama ve hayata tasima konusunda biz müslümanlara örneklikler sunarlar.
Rahatsız olunduğunun farkındayım ama satır aralarındaki ifadelerden ben de rahatsızım ve maksadım meramı anlamaya çalışmak.
Yanıtla (0) (0)“Kur’ân’dan yüzlerce yıl sonra başka bir kültür ve dili evreninde yaşayanların yorumları/çıkarımları değil,” ifadesi şimdiye dair bir şeyler söylemeye çalışanların gayretini boşa çıkarmak değil mi? Mantık bu olunca, şimdinin insanını bize rağmen bir şeyler söylediklerinde (islama rağmen değil) yere çalmamız kaçınılmaz olmaz mı?
Nitekim şimdinin siyasi yapılarının, şimdinin İslami düşüncesinin kendilerince eksikliğini gündeme getiren, kendi kabulleriyle bir takım şeyler inşa etmeye çalışanları değersizleştirdiğimiz de ortada. Bir dolu “öteki” ne dair kavramlar havalarda neden uçuşuyor sanıyoruz ki biz?
Elbette ki kast-ı mütekellim açısından ilahi muradı ilk elden anlamaya çalışmak olmazsa olmazdır ama geçmişte bu iddiayla yola çıkanları ti’ye alan da bizler değil miyiz?
Hermeneutik, bir metnin asıl maksadının anlaşılması, yorumsamacılık çalışmaları bize neyi anımsatıyor? Kavramsal olarak “Semantik” bize daha yakın duruyor diye mi diğerine mesafe konuldu? Aslında hepsi birbirinin mütemmimi, niyet salih olduktan sonra kime ne diyebiliriz?
O çalışmaları gündeme getirenleri hangi projelerin mimarı olduklarına dair yakıştırmalarımız da hafızalarda yani henüz unutmadık. Geçmişte ve bugün İslama, Dine dair söylenenler kişiye özeldir, sonrasında dayatmadan, bila kayd-ı şart hükmüne getirmeden paylaşmak elbette olması gerekendir. Ki kabuller de disiplinler de bu yönde oluşmadı mı zaten? Hangi düşünce adamı, hangi mezhep imamı, hangi usül ve disiplin oluşturucusu “benim dediklerim bizatihi Allah’ın dedikleridir” iddiasında bulunmuştur? Varsa öyle birileri haddi aşmaktan başka ne iş yapmıştır? Bu söylediklerim, sakın senin dediklerini boşa çıkarmak olarak yorumlanmasın ki bugünün insanı olarak herkesin İslama dair bir şeyler demeye elbette hakkı vardır. Ama vurgular sanki o hakkı yok sayıyor gibi olunca veya öyle sandığım için bu dediklerim.selamlar
Allah'ın selamı ile,
Yanıtla (0) (0)Kuran'ın anlaşılmasında indiği dönem paradigmasının ve semantiğinin çözülmesi gerçekten önemlidir. Bu konudaki çalışmalarınıza tamamen katılıyorum.
İkinci adıma dikkat çekmek istiyorum; O mesajın uygulanması için, günümüz paradigması ve semantiğine zuhur etmezse akim kalır. Muhakkak ki Yaşayan Kuran bunları şekillendirmeye devam edecektir.
Öncelikle Bülent Bey yazınızdan dolayı Allah razı olsun çok faydalı bir yazı olmuş.
Yanıtla (0) (0)Biz müslümanlar kendi çapımızda okumalar dersler yaparken,oryantalistler bizim kitabımıza daha iyi vakıf olabilmek için öncelikle orta doğu ülkelerine gidip Arapça öğrenme gayretinde bulunuyorlar(bizim burda kuranı herkesten çok iyi anlayan arapça bilmeyen,olağanüstü mantık sahibi arkadaşlarımızın ihtiyacı yok tabii)ilk dönem yazılmış eserleri anlayabilmek için ülke ülke gezmekten erinmiyorlar,daha iyi vakıf olabilmek için araştırmaktan hiçbir şekilde kaçınmıyorlar.
Yazınızı okuyunca bizim de boş konuşmadan,okuyan,araştıran,dile hakim olan daha çok mükelleflere ihtiyacımız olduğunu bir kez daha farkına vardım.
Umarım her zeminde eleştirmek yerine biraz da özeleştiri yapmayı başarabiliriz.
Sorularım garip gelebilir ama zorlamayınca da olmuyor.Şimdiki zamanın mükellef insanı olarak, yok sayılmak istemiyorum çünkü. Şimdi:“Araştırmalarımızda esas olan Kur’ân’dan yüzlerce yıl sonra başka bir kültür ve dili evreninde yaşayanların yorumları/çıkarımları değil, bizzat Kur’ân’ın indiği döneme en yakın zamanda yaşayanların dilsel açıklamaları ve mütevatiren nesilden nesile pratik yoluyla aktarılan Hz. Peygamber’in nasıl anlayıp uyguladığına yönelik cevaplar olmalıdır.”
Yanıtla (0) (0)Ne yani kardeşim, şimdinin insanının buradan bakarak Kur’an’ı anlamaya ve yorumlamaya hakkı yok mu? Geçmişteki insanların neyi ne kadarı ile anlamışlarsa hep onlarla mı iktifa edeceğiz? Bu onları masumlaştırmak, aynı zamanda taklit etmek değil midir, aklımızı rafa mı kaldıralım şimdi?
Hangi ölçüler birebir, ayniyle vaki, mütavetiren gelmiştir? Bunun kararını kim ve nasıl verecek, usül dediğiniz de nihayetinde aciz insan aklı tarafından belirlenmemiş midir?
İslam coğrafyasında ne ameli, ne itikadi ve ne de usulü birliktelik var, mütevatirliği nerede arayacaksın? Bir takım benzerliklerden yola çıkarak mütevatirlik iddiasında bulunmak ne derece isabetli olur? Böylesi bir kabul hem kendinin ve hem de şimdinin insanının İslam düşüncesi ekseninde çıkarımlarda bulunmasının önünü kesmek, geçmiş kabullere mahkûm etmek değil midir?
“Ayrıca, bu yöntemle birlikte Kur’ân Arapçası orta dönem Arapçası ve modern Arapçadan farklı olarak özellikle Aramîce-Süryanîce-Nebâtice kökenli bir anlam alanına sahiptir. Bu sebeple Dil’in tarihinin de iyi biçimde analiz edilmesi gerekmektedir.”
Peki, bunu kim nasıl yapacak? İnsanların Arapçayı bilme, geçmiş çalışmalara vakıf olma derecesinden bugünün dil bilmeyen insanı nasıl haberdar olacak?
O zaman senin gibi dil bildiğine inanılanların ve diğer araştırmacıların referanslarına, indi mülahazalarına mı teslim olacağız?
Çevremizde mebzul miktarda Arapça bilenler ve bildikleriyle meal ve tefsir yazanlar var, hangilerinin kabullerini, düşüncelerini esas alacağız?