1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. ‘Kur’an ve Sünnet Algımız’ Semineri
‘Kur’an ve Sünnet Algımız’ Semineri

‘Kur’an ve Sünnet Algımız’ Semineri

Çağrı Der’de bu hafta ‘Kur’an ve Sünnet Algımız’ üzerine Mustafa Bozacıoğlu sunum yaptı.

23 Aralık 2012 Pazar 12:10A+A-

Programın öncesinde çay ve ikramlarla başlayan muhabbetin ardından sunumuna geçen Bozacıoğlu genel hatlarıyla aşağıdaki değinilerde bulundu;

Katılımcılarımızın farkına varacakları şekilde kavramlar konusuna hasetsen önem verdiklerini, bu konuyu ana ders konularımızdan biri ve en önemlisi olarak düşündüklerini, anlam arayışının ve hayata bakışın bu kavramlar etrafında şekillendiğini belirten Mustafa Bozacıoğlu, Kur’anın da ancak kapsamındaki kelime ve kavramların doğru anlaşılması ile mümkün olabileceğini belirtti.

‘Algı ve gerçeklerle’ karşı karşıya bulunduğumuzu, iletilen dine karşı (Ali Şeriati’nin deyimiyle: Dine karşı din..) üretilen din olgusu ile etkilenmişliğimizin söz konusu olduğunu, o günün Mekkesindeki ‘din, ibadet, Allah, peygamber..’ algıları ile bugün içinde bulunduğumuz benzer algıların mukayesesini yaparak, doğrunun peşinde olarak, hak ve hakikatin ortaya çıkması çabalarının, gerçeğe ulaşma gayretlerinin zorunluluğunda olduğumuzu söyledi.

Sözü döndürüp dolaştırıp Kur’ana ve onun ahkamına getirdiklerini bunu birinci vazife, kulluk borcu, kurtuluş reçetesi gördüklerini ekledi. ‘Aslında en/tek doğru söz olan Kur’ana direkt vurgu mükellefiyetimiz var’ dedi. ‘Kur’anla konuşmak, Kur’anı konuşmak, Kur’an için Kur’anla mücadale/mücahede (Furkan 52) etmek asıl işimiz olmalıdır; arayışımı, çabalarımız bunun içindir’ dedi. ‘Kur’andan anladıklarımızla kurtuluşumuz için gereğini yapmak zorundayız’ diye ekledi.

Belediyelerde, zabıtada, esnaftaki ölçü ve tartı aletleri için ölçüm, ayar yapılması (miyar), eksik fazla tartmanın önüne bir açıdan, böylelikle geçilebildiğini, Kur’anın da elimizde bu şekilde bir ölçü, miyar olarak düşünülmesini ve bu yolla, bizdeki aşırılıkların, eksikliklerin, yanlışlıkların, algıların doğruya, gerçeğe dönüştürülebilmesinin mümkün olacağını söyledi.

Kur’anın ‘nur, şifa, ruh, zikr, hidayet, basiret, furkan, rahmet, nimet..’ isimlerinin algı ve gerçeğe tekabül eden açılımlarını, anlamlarını sundu.

Kur’anın ‘oku’nması üzerindeki algı ve gerçeklere değindi. ‘Okumak’ kavramının açılımlarını yaparak, alınan mesajın iletilmesi, ilan edilmesi, örneklendirilmesi görevine vurgu yaptı. Surelerin faziletleri, cifr ebced konusu yapılarak okunması ve bilimsel teknolojik işaretler aranması, dahası ilk keşiften ziyade, bulunanların sahiplenilmesi ’..zaten Kur’anda vardı!’ tarzındaki okumalar, anlam kaygısından uzak, dil ile tekrarlanması okumalarına izahlar getirdi. Akif’ten Kur’anın içeriğine, maksadına, indiriliş gayesinin gerçeğine işaret eden şiir örnekleri sundu.

Kendisine sımsıkı sarılarak, kendimizin ve ehlimizin, ulaşabildiğimiz insanlığın kurtuluşu vesilesi kılınacak Kur’anın, kılıflara, raflara hapsedilerek, belli gün ve törenlere indirgenerek, güya baş üstünde tutularak ‘onu koruma’ şeklinde bir şekilselliğe indirgenmesindeki gerçeklerden uzak, üretilmiş dinin, algısal içeriğine değindi.

‘Kendisi baş üstünde ama emirleri, ilkeleri, hükümleri ayaklar altında!’ önermesi ile konuyu tahlil etti.

Bu haliyle ve yine Kur’anın kendi ifadesi ile ‘Kuranın mehcur kılınması/terk edilmesi’ söz konusudur, dedi.

‘Vahyin ilk indiği o bedevi, zalim, cahil denilen toplumda gerçekleştirdiği değişimi, algıdan gerçeğe ulaşan süreci başlatıp tamamlayan sağaltıcı, nur, şifa dağıtan hakikati niçin/neden şu son zamanların iletişimin, teknolojinin, bilgi birikimin ayyuka çıktığı an ve mekanlarında gerçekleştiremesin?! Bu mümkün mü? Asla! Mesele doğru soruları sorup doğrunun, dosdoğru yolun, gerçeğin/hakikatin arayışı iradesi, azmi, kararlılığı içinde olmaktır. Teşhisi doğru yapıp sorunu doğru tespit edersek, doğruya ulaşmak, tedavi için de doğru süreci başlatmış oluruz. Yoksa Nasıreddin Hocanın kaybettiğini, sırf bir ışık (algı!) var diye, başka yerde aramasının sadra şifa olmayacağı, kaybımızı telafi etmeyeceği aşikârdır! O hikâyeyi doğru okur, doğru dersi alırsak, tüm algı hatalarımızı telafi edebilir, Kur’anı ana kaynak, yegâne korunmuş kaynak olarak alıp ona tutunursak yitiğimizi bulabilir, düştüğümüz yerden ancak bu şekilde kalkabiliriz’ dedi. Geçen programda, bir kardeşimizin dediği ‘Burada hassasiyetlerimiz tavana çıkıyor, çıkınca mazeretlerimiz ayaklarımıza dolanıyor!’ haklı eleştirisinin bu tür kaygıları artırarak, birbirimize yardımcı olarak, bunları gündemleştirip izini sürerek, kendi sosyal çevremizi etkin hale getirip süreç içinde aynı hassasiyetler, aynı kararlılıkla olacak azim işlerden olduğunu, bu çabaların inşallah bunun bir arayışı olarak görülebileceğini belirtti.

Buradan ‘sünnet’ kavramına geçerek, ‘‘ilkin; fıkha konu olmuş ve hadis anlamına indirgenmiş, nafile içerikli, ‘Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleri’ tarifi yapılmış ve tercihe, muhayyerliğe açık ’sünnet’ tanımından öte kavramsallaştırmasını yaptığımız ‘sünnet’ kavramının seçme, tercih hakkı olmayan (Allah ve resulu bir işe karar verdiklerinde inanlar için tercih hakkı yoktur, ‘33/36’; Allah ve resulü size hayat verecek şeylere çağırdığında icabet edin, ‘8/24’ ve Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın ‘3/31’.. ayetleri çerçevesinde analizlerini yaparak..), Hz. Muhammed’in Kur’anı anlama, anlatma/okuma, hayatına ve hayata aktarma, şahitliğini yapma mücadelesi, mücahedesi olarak almamız gerekiyor’’ dedi. Bunu tam da Hz. Aşe’nin ‘Onun ahlakı Kur’andı’ ifadesinde buluyoruz’ diye ekledi. Kur’anda ne bulduysa, ne ile mükellef kılındı ise, anladıklarını hayatına nasıl aksettirdiyse, Kur’an için Kur’anla sergilediği tüm çabasının, sa’yinin adıdır ‘sünnet’. ‘Bu anlamıyla Kur’an nasıl mehcur ise resulün sünneti de yetim olarak sahipleneceklerini beklemektedir’ dedi.

Hikmet Zeyveli’nin ‘Kur’an ve Sünnet Üzerine Makaleler’ kitabından peygamberimize atfedilen, ‘Size iki şey bırakıyorum..’ sözünün ehli sünnet ve şia çevrelerindeki iki farklı algısının analizlerine değinerek, sonuç olarak bırakılanın tekliğine, Kur’anın bırakılmış yegane kaynak oluşuna izahlar getirdi.

Bizlere kaynak olarak sunulan dörtlü çerçevenin (Kur’an, sünnet, icma, kıyası fukaha) yanlış algılanan biçimine ve sorunların çözümünde sıralama tersinden işletildiğinden sıranın Kur’ana asla gelmediği, gelmeyeceği gerçeğine işaret etti. Zaten ontolojik olarak Kur’anla diğer üçünün kıyasının mümkün olamayacağını, Kur’anın ilahî oluşu, korunmuşluğu, değişmezliği, eşsizliği, kuşatıcılığı ve tüm zamanlara ve muhataplara bakan zorunlu, tartışılmaz yönün olduğunu belirtti. Diğerlerindeki, değişkenlik, zannilik, zamana ve mekânlara göre güncellenme ihtiyacının, tercih konusu olmalarının iyi düşünülüp anlaşılması gerektiğine işaret etti. ‘Ehli sünnet ile şia arasındaki farklar, Ehli sünnetin içindeki itikadî ve fıkhî yönelişler, fıkıh mezheplerinin içinde mekânlara, zamanlara göre görülen değişkenlikler, aynı ekolün içinde görülen farklı çıkarımlar; fıkıh, kelam ve hadis çevrelerinin meselelere yaklaşımları, meselenin içindeki onları Kur’andan farklı kılan yönüne işaret etmektedir’ dedi. Bunlar üzerindeki farklar farklılaşmamıza, tefrikamıza, çekişmelerimize neden oluyorsa eğer –ki öyledir- bunları nasıl asıl kaynak kategorisinde görebiliriz. Kaldı ki biz Kur’an üzerinde dahi, bahsedilen nakısalar olmadığı halde birleşemiyor, kardeşler olmamızın anlamına ulaşamıyor, ümmet olamıyor, vahdete ulaşamıyoruz! Bu tali araçlar ancak Kur’anı anlamamıza, onun ışığına ulaşmamıza vesile oluyorlarsa anlamlıdır’ dedi. ‘Lakin şu halleriyle, bu araçlar amaç haline getirilmiş, o asıl ışığı kıran, farklı ve tersine yansıtan işlev görmektedirler’ dedi.

‘Peygamber size siz insanlara şahitler olun.. (22/78), Onda sizin için en güzel örnek vardır.. (33/21) ayetleri çerçevesinde teori kadar pratiğin, söz kadar amelin/eylemin, kâl kadar hâlin, düşünce kadar davranışın yerine ve önemine izahlar getirdi.

Âl-i İmran 164, Bakara 151 ve Cuma 2. ayetler çerçevesinde peygamberin misyonuna, ‘Yetlu/okuyacak’ kavramının ‘iz sürmek, gündem yapmak’ anlamında onun sünneti çerçevesinde açıklamalar yaptı.

Bu noktada sünnet kavramının hadis kavramıyla eş kılınması algısına, hadis kavramının içeriğine, ayrı bir kavram olarak işlenmesi lüzumuna, hadislerin kayda geçirilmesi sürecine, mevzu hadis mevzuuna kısaca açıklamalar getirdi. Necm 3 ve Haşr 7. ayetlere değinerek, Bektaşi mantığı ile ayetlerin bağlamından koparılmasının sonuçlarına değindi. ‘Eşleri ile yaşadıkları, Zeyneple evlenmesi süreci, ifk hadisesindeki etkilenişi, Bedir esirleri meselesi..’ hususlarını ayetlerle işleyerek ‘insan peygamber’ olgusuna; Araf 188, Enfal 35. ayetler çerçevesinde peygamberimizin niteliklerine; Yunus 15 ve Hakka 44-47. ayetler bağlamında Kur’an konusundaki hassasiyetlerine vurgu yaptı.

Onun vahiy alarak diğer insanlardan ayrıldığını ve fakat bu aldıklarını da insanlara ilettiğini, vahiy ve onun hayata geçirilme sürecinde oluşan sünneti çerçevesinde oluşabilen hataların yine vahiyle düzeltildiğine işaret etti.

Müşriklerin, İsra 90-93. ayetleri etrafında peygamber algılarına, ehli kitabın benzer tavırlarına işaret ederek bizdeki/bugünkü algılarla benzerliğine, mukayesesine değinerek, gerçeğe ulaşma, doğru bir peygamber anlayışına erme zaruretine işaret etti. ‘Peygamberimizin Kur’an konusundaki hassasiyeti, ilişkileri, metodu yöntemi, tüm davranışları, siyaseti, ibadetleri, şirke karşı tavizsiz, müdahanesiz duruşu bizler için bir sünnet olarak, hem de tercih ötesi bir yükümlülük olarak (belli günlerde sakal ve cübbesini görme adına meydana gelen izdihamları hatırlatarak), şekle şemaile indirgenmiş, nafile taklitler, tekrarlar ötesinde bizleri beklemektedir’ dedi. Onun Kur’anı tefsir etmesi, ibadetlerin formunu ve nasıllığını göstermesi, ayetler bağlamında; mücmeli tafsil etmesi, umumiyi tahsisi, müşkilleri tavzih etmesi, müphemleri açıklaması, garip olanları beyan etmesi ve müşahhaslaştırması, edebi unsurların ve genelin maksudunu sunması vs. anlamlarında Kur’anla asla arasının ayrılamayacağını, Kur’anın onun şahsında ete kemiğe büründüğünü aktardı.

Kur’an ve sünnet bağlamında, herhangi bir şeyi ya değersiz/gereksiz addederek ya da (güya) aşırı yücelterek, eşsiz, ulaşılmaz diyerek hayatın dışına atılmasının mümkünlüğüne işaret etti ve, bunlardan birincisinin müslüman şahsiyete zaten ait kılınamayacağını fakat ikinci tarzın müslümanım diyenleri de kuşattığını, sonuçta aynı hataya düşülerek bu değerlerin mehcur/yetim kılındığını, hayatın dışına, uzağına atıldıklarını ifade etti.

Bozacıoğlu; Hadid 16. ayetinin tekraren, üstünde önemle durarak, vurgulayarak, anlam dünyasına işaret ederek sunumunu tamamladı.

Dinleyicilerin şiir alıntıları ile katkılarının, peygamberin siyasetinin bugünkü iz düşümünden yanlış yansımaları aktarmalarının ve suallerinin cevaplandırılmasının ardından program sonlandırıldı. Akabinde liseli ve üniversiteli öğrencilerin tanıştırılıp kaynaştırılmaları, ihtiyar gençlik buluşmaları, beraber belli etkinlikleri paylaşma, etkileşim vb. amaçlar için tertip edilen haftalık müsabaka etkinliği safhasına/sahasına geçildi. 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum