Kur’an ve Siyeri Birlikte Okumak
Kur’an’ın 23 yıllık nüzulü sırasındaki süreci, yaşananları, ona inananlar üzerindeki etkisini, ona karşı saf tutanların kinlerinin ne kadar karanlık olduğunu ancak sağlıklı bir siyer okuması ile anlayabiliriz.
Ömer İslam / Haksöz Dergisi - Sayı: 255 - Haziran 12
610 yılının Ramazan ayında Yüce Allah, Arabistan yarımadasının batısında Mekke şehrinde, insanlığa son kez hidayet ederek yol göstericilik yaptı. Kırk yaşlarında, çevresinde ‘emin’ olarak tanınan, kendi halinde yaşayan, ümmi bir kişiyi ‘resul’ olarak seçti. Ona, insanlığın kurtuluşu için gerekli olan ‘ayet’lerini vahyetmeye başladı.
O tarihten sonra seçilen şahsın, içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın hal ve gidişatı tamamen değişti. Resul olarak seçilen Muhammed (s) dünya tarihinde eşine az rastlanır bir şahsiyete dönüştü. Zaten var olan güzel ahlakının üzerine çok daha güzel hasletler eklendi.
Etkili ve kararlı bir lider, iyi bir stratejist, sabırlı ve korkusuz bir direnişçi, çevresine güven veren bir arkadaş, örnek bir eş, şefkatli bir baba, halkının en yoksulu ne yiyorsa onu yiyen bir devlet başkanı, ehline danışarak verdiği karardan dönmeyen bir ordu komutanı, etkileyici ve veciz sözler söyleyen/cümleler kuran bir düşünür ve Allah’a tam bir teslimiyetle bağlılık… Tüm bunları ve başka birçok erdemi üzerinde barındıran böyle bir şahsiyete 1400 yıldır dünya bir daha şahitlik edemedi.
O tarihte bir kişi ile başlayan devrim, bu davaya ve bu şahsiyete inanan bir grup insanı değiştirdi ve yetiştirdi. Resulün önderliğinde ve örnekliğinde, hayat görüşü ve yaşama tarzı tamamen değişen bu insanlar tarihte ‘sahabe’ olarak anıldılar. Bir kişinin başlattığı hareket, henüz 13. yılında toplumsallaşarak devlet haline geldi. 23. yılında tüm Arabistan yarımadasına yayıldı. 33. yılında dünyanın süper gücü olan Sasani İmparatorluğunu yıktı. Dönemin diğer süper gücü olan Bizans’tan Suriye ve Mısır’ı aldı. 70. yılında sınırları batıda Fas ve İspanya’ya, doğuda Hindistan’a, kuzeyde Kafkaslara, güneyde ise Yemen’e kadar uzandı. Bu toprakların hâkimiyeti Müslümanların eline geçti.
Müslümanlar, bu topraklara yeni bir dünya görüşü, farklı bir yaşam tarzı götürdüler. Yaratıcı karşısında kadın-erkek tüm insanların eşit olduğu, insanın insana kulluğunun, tahakkümünün reddedildiği, insana verilmiş imkân ve zenginliklerde mahrumların hakkının olduğu, zayıfı kollamanın yoksulu gözetmenin önemli bir yükümlülük olduğu, kötülük karşısında susmanın lanetlendiği, iyiliğin emr kötülüğü nehyetmenin imanın bir esası olduğu, adaletin kendi yakınının aleyhine de olsa uygulanması gerektiği, insanın mutlaka söz ve davranışlarından ötürü Allah’a hesap vereceği, Allah’a en şefkatli, en merhametli, en adil, en yüce ve en kudretli varlık olarak itaat edilmesi gerektiği, insanların inançlarında serbest olduğu, kimsenin kimseyi (İslam dâhil) herhangi bir dine girmeye zorlayamayacağı gibi temel esasları tüm dünyaya yaydılar.
Hz. İsa’dan sonra 700 ile 1000 yılları arasında dünya tarihini, özellikle Avrupa’nın içinde bulunduğu karanlığı okuduğumuzda İslam medeniyetinin dünyaya yaydığı değerlerin ne kadar önemli olduğunu daha iyi kavrarız.
Burada asıl dikkat çekmek istediğimiz nokta; kişide, toplumda ve dünyada meydana gelen köklü değişikliklerin, Allah’ın değiştirici ve dönüştürücü özelliğe sahip ayetleri sayesinde gerçekleştiğidir. Allah’ın kelamı yani sözleri olan Kur’an; kendisini okuyan, anlayan, üzerinde düşünen ve hayatına uygulayan kişi ve toplumları arındırıp temizledi ve yüceltti, değer kattı. Bu değişimi Kur’an, 600’lü yıllarda gerçekleştirdi; elbet 2000’li yıllarda da gerçekleştirebilir. Ona yaklaşımda doğru hareket eden, kendisini okuma, anlama ve hayata uygulama süreçlerinin hakkını veren kişi ve kişiler olduğunda Kur’an, onları da değiştirecek, arındıracak ve yüceltecektir.
İşte SİYER, bize Kur’an’ın hayata müdahalesinin ipuçlarını sunar. Kur’an’ın ayetlerini nüzul sırasına göre, Resulullah’ın hayatı ile paralel olarak okuduğumuzda onun değiştiren gücünü hissederiz. Böyle bir bilgilenme bize, okunup anlaşılabilir bir kılavuz olan Kur’an’ı ve örnek alınabilir bir Resul’ü doğru tanımamızı sağlar.
Siyer, Kur’an’ı Anlamada Yardımcıdır!
Kur’an-ı Kerim, belirli bir zaman diliminde (610 yılında) ve seçilen bir topluluğa (Araplar) sözlü hitap (kelam) olarak nazil olduğu için; o dönemin dil, kültür özelliklerini taşır. Çünkü indiği anda en öncelikli hedefi; muhatabı olan topluma kendini anlatmaktır. Bu yüzden o dönem Araplarının bilmediği, anlamayacağı hiçbir şeyden bahsetmedi. O dönem de kullanılan deyimleri, benzetmeleri, kıssaları, kavramları kullandı.
Kur’an, Yüce Allah’ın 610 yılında Mekke’de yaşayan Araplara içlerinden seçtiği elçisi aracılığı ile konuşmasıdır. O yüzden Kur’an, yaşananlara müdahale etti, tehdit etti, teşvik etti, itiraz etti, soru sordu, cevap verdi, isim zikretti... Kısacası Allah’ın sözü, Mekke-Medine sokaklarında yankılandı.
21. yüzyılda Kur’an-ı Kerim’in mealini eline alıp okuyan bir kimsenin onu anlayabilmesi için, vahyin ilk indiği ortamı bilmesi, o günlerde yaşananlardan haberdar olması gerekir. Kur’an’ı anlama konusunda meal dipnotları ve tefsirler birer yardımcı olarak değerlendirilebilir. Ama Kur’an’ın 23 yıllık nüzulü sırasındaki süreci, yaşananları, ona inananlar üzerindeki etkisini, ona karşı saf tutanların kinlerinin ne kadar karanlık olduğunu ancak sağlıklı bir siyer okuması ile anlayabiliriz.
Müslüman bir toplumda doğup büyümenin sağladığı avantajla, sahip olduğumuz Kur’an’a dair ön bilgilerimiz sayesinde bu konularda eksiklik hissetmeyebiliriz. Ama sahip olduğumuz bu kültür, eksik veya fazla bilgilerle dolu. Kur’an’ın nüzul ortamına ilişkin sağlıklı bir bilgilenme de ancak siyer bilgisi ile mümkündür.
Kur’an’ın kullandığı kavramlar ve bahsettiği olaylar hakkında bir ön bilgi sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu ancak geleneksel de olsa Müslüman bir ortamda yetişmeyen bir kimsenin Kur’an’ı okuyup anlama çabasına şahit olduğumuzda daha iyi anlıyoruz. Bu şahıs, Kur’an’ın dünyasına tamamen yabancı bir kişidir ve desteğe ihtiyaç vardır. Ama bu bilgi desteğini kim verirse onun anladığı şekilde Kur’an’ı anlama tuzağı da bu kişiyi beklemektedir. Burada nüzul sürecine göre okunan Kur’an meali ile paralel sağlıklı bir siyer okuması birçok soruya cevap verecektir. Kur’an mealini siyer destekli olarak okumadığımızda başımıza neler gelebileceğine birkaç örnek verelim:
* Duha, İnşirah, Tebbet, Maun, Abese, Fil, Kureyş surelerini siyer bilgisi olmadan tam anlayamayız.
* Bakara, 97’de “Cebrail’e kim, niçin düşman oluyor?” sorusunu siyer bilgisi olmadan cevaplamamız mümkün değildir.
* Âl-i İmran, 100-101’de Ehli Kitap’tan itaat edilmemesi gereken grubun kim olduğunu siyer bilgisi sayesinde anlayabiliriz.
* Bakara, 143’teki kıble değişimi olayını ancak bir siyer bilgisi sayesinde kavrarız.
* Âl-i İmran, 172’deki “Kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve elçisinin çağrısına icabet edenler”den kastın; Uhud Savaşında yaralananlar olduğunu ve niçin övüldüklerini ancak siyer bilgisine başvurarak kavrarız.
* Haşr, 11’deki Münafıkların Ehli Kitap’tan bazılarına yardım etme sözü vererek nifak çıkardıkları olayın “Kurayza Yahudileri Kuşatması” sırasında gerçekleştiğini ve olayın ayrıntılarını siyer sayesinde ulaşırız.
* Ahzab, 10-13’te bahsedilen alttan ve üstten gelen sıkıntının ne olduğunu ve münafıkların nerede, hangi olay üzerine Peygamber (s)’den izin istediklerini siyer bilgisi sayesinde öğrenebiliyoruz.
* Haşr, 5’te geçen hurma ağaçlarının nerede ve ne maksatla kesildiğini de ancak siyere başvurduğumuzda öğrenebiliyoruz.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Tüm bu türden belirli bir zamanda gerçekleşen belirli bir olaya atıf yapan ayetler hakkında bilgi ancak sağlıklı bir siyer okuması ile mümkündür.
Siyer, Kur’an’ı Uygulamada En Önemli Yardımcıdır!
“Andolsun ki, Allah Resulünde; sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı her daim ananlar için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)
Resulullah, bizim için en güzel örnektir. Kitabı veya Allah’ı örnek alamayız. Ancak bizim gibi bir insanı örnek alabiliriz. Bu yüzden Yüce Allah, her topluma mesajını gönderirken içlerinden birisini elçi olarak görevlendirdi. Bu elçilerin görevi, sadece Yüce Rabbin sözlerini toplumlarına iletmek değildi. Yüce Allah’ın sunduğu hayat programını ilk önce kendi hayatına geçirerek toplumlarına örnek olmaktı. Son resul olan Muhammed (s) de bu örnekliği en mükemmel bir şekilde yerine getirdi, müminlere her ortamda Rabbe teslim olmanın nasıl olacağını en güzel şekilde gösterdi. Kur’an’ı en güzel ve en doğru Resulullah anladı ve o yaşadı.
Resulullah’ın hayatını Kur’an-ı Kerim ile paralel okuduğumuzda “Allah’ın razı olduğu bir kul nasıl olunur?” sorusuna cevap bulmuş oluruz. Ahlaklı, ilkeli bir insan, koruyucu bir erkek, şefkatli bir baba, anlayışlı bir eş, sadık bir arkadaş, güven veren bir lider, cesur bir komutan, ne yaptığını bilen bir yönetici, anlayışlı bir komşu, bilge bir öğretmen nasıl olunur müşahede ederiz.
Kur’an’da özellikle toplumsal olaylar konusunda birden çok emir vardır. İşte bu gibi konularda “Hangi durumda, hangi ayetler bizim için yol göstericidir?” sorusuna ancak iyi bir siyer bilgisi ile cevap bulabiliriz.
Örneğin; kâfirlere karşı Kur’an’da birçok farklı tavır emredilmektedir:
“Onların söyledikleri şeylere sabırla katlan ve onlardan uygun şekilde uzaklaş. Ve nimet içinde oldukları halde (Allah'tan geldiğini umursamadan) hakikati yalanlayanları bana bırak; onlara bir süre daha dayan.” (Müzzemmil, 73/10-11)
“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı (Kur'an'la) büyük bir cihad ver.” (Furkan, 25/52)
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. Ancak vazgeçerlerse (siz de bırakın). Unutmayın ki, Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.” (Bakara, 2/190-192)
Kâfirlere karşı; hangi durumda, nasıl bir tavır geliştirileceğinin seçimi ancak doğru bir siyer bilgisi sayesinde mümkündür. Yani Resulullah ve müminler; ne zaman, hangi durumda hangi ayetler ile muhatap oldular sorusunun cevabını bilmek bize büyük yardım sağlayacaktır.
Siyer bilgileri Resulullah’ın sünnetini tespit etmede Kur’an’dan sonra bilgi kaynağı olarak bize hadislerden daha sağlıklı bilgiler sunar. Çünkü hadislerde Resulullah (s)’a atfedilen sözlerin ne zaman, nerede, hangi olay üzerine, kimlere, ne maksatla söylediğine (sebeb-i vürud) dair bilgiler yoktur. Ama siyerde bu bilgilerin çoğu bağlamı içerisinde mevcuttur. Ayıklanmış ve Kur’an ile sağlaması yapılmış bir siyer bilgisi bizlere Resulullah’ın söz, tavır ve davranışlarını tahlil edip günümüzde de bizlere yol gösterici esaslar olacak yaşayan sünneti tespit etmemizde yardımcı olabilir.
Kur’an ile sağlaması yapılmış bir siyer okuması bizlere; empati kurulabilen, beşer olan, ulaşılabilen, aramızda yaşasa arkadaşlığından büyük huzur duyacağımız, bizden biri olan bir resulü örnek almamızı sağlar.
Resulullah’ın Beşer Oluşunun Önemi
Bilindiği üzere Hz. Muhammed (s) 571 yılında doğdu. Doğmadan önce babası ve daha 6 yaşında iken annesi vefat etti. 8 yaşında iken onu himaye eden dedesi Abdulmuttalip öldü. Amcası Ebu Talib’in himayesinde yetişti. Bu himaye Kur’an’da şöyle anlatılır:
“O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duha, 93/5)
İlk dönem siyer kitaplarında (Siret-i İbni Hişam ve İbni Sa’d’ın Tabakat’ül Kübra) Resulullah’ın doğumu ve çocukluğu ile ilgili olağanüstü rivayetlere pek rastlanmıyor. (Bkz. İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, EkinYay.) Sonraki siyer kitaplarının yazarlarının önemli bir kısmı maalesef Hz. Muhammed (s)’in Allah tarafından seçilişine gerekçeler bulma yarışına girmişlerdir. Onlar, bu ilahi görev için bazı ön belirtiler ve müjdeler bulunması gerektiğini düşünmüşler: Doğumundaki mucizevî olaylar, kalbinin yarılarak temizlenmesi, başının üstünde gölgeleyen bir bulut, her gittiği yere mucizevî bir bolluk getirmesi, tüm yaratılmışların onun nurundan yaratılmış olması, vb.
Çok ilginçtir ki bazı müşrikler onun peygamberliğini reddederken onda bu tür insanüstülük olmamasını eleştirmişlerdir. Kendileri gibi normal bir insanın, peygamber olamayacağını iddia etmişlerdir:
“Dediler ki: ‘Yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça sana inanmayız! Yahut Allah’ı ve meleklerini karşımıza getirmelisin yahut altından bir evin olmalı ya da göğe yükselmelisin.’ De ki: ‘Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece elçi olarak gönderilen bir insan değil miyim?’ Zaten kendilerine hidayet geldiği zaman insanları alıkoyan şey hep ‘Allah normal bir insanı mı elçi olarak gönderdi?’ demeleridir.” (İsra, 17/90-94)
Üstün meziyetleri sayesinde Mekke’de temizliği, ahlakı ile tanınan zengin bir kadın olan Hatice ile tanıştı. Onun ticari işlerini yürüttü. Bir süre sonra da evlendiler. Maddi durumundaki iyileşme Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Fakir iken seni zengin etmedi mi?” (Duha, 93/8)
Şu önemli bir gerçektir ki, Hz. Muhammed’in kendisi dâhil ailesi, akrabaları ve Mekke halkından herhangi bir kimse ona vahiy gelmeden önce kesinlikle resul olacağını bilmiyorlardı:
“Sen kitabın sana bırakılacağını da ummazdın. Ancak Rabbinden bir rahmet indi.” (Kasas, 28/86)
“Seni şaşkın bulup doğru yola iletmedi mi?” (Duha, 93/7)
“Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun.” (Şuara, 26/52)
“De ki: Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdim. Bundan önce aranızda uzun süre yaşamıştım, düşünmüyor musunuz?” (Yunus, 10/16)
Hz. Muhammed (s), toplumunda emin, dürüst, üstün ahlaklı, saygın biri olarak tanınmasına rağmen açıkça liderlik pozisyonunda olan biri değildi.
“Ve dediler ki: Bu Kur’an, iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf, 43/31)
Bu tespitleri şöyle özetleyebiliriz: Resulullah’ın doğumunda, çocukluğunda, gençliğinde ve kırk yaşına kadar hayatının hiçbir evresinde bir olağanüstülük, sıra dışılık yoktur. Bunu bizzat Kur’an-ı Kerim’den öğrenmekteyiz. Resulullah’ın vahiy öncesi hayatı normal bir Mekkeli gibi geçmiştir. Çevresindeki insanlardan bir farkı vardı; o da üstün ahlakı. Bunu Kur’an şöyle ifade ediyor:
“Şüphesiz sen üstün bir ahlaka sahipsin.” (Kalem, 68/4)
Resulullah’ın vahiy inmeye başlamadan önceki hayatında ve sonrasında herhangi bir olağanüstülüğün olmadığını söylemek bize ne kazandırır?
1-Kur’an’ın anlattığı Resulullah ile rivayetlerin anlattığı Resulullah arasındaki farkı tespit etmiş oluruz.
2-Yüce Allah, normal, bizim gibi doğan, büyüyen, evlenen, toplum içinde onlar gibi yaşayan bir insanı seçip elçi olarak görevlendirmiştir. Bu görevin, Allah’ın kelamını insanlara iletmenin yanında yaşayarak en güzel örneklik olduğu gerçeğini kavramamıza yarar.
3-Vahyin dışında herhangi bir olağanüstü özelliğe sahip olan bir kimseye saygı duyulur, hayran olunur, hatta ondan korkulabilir ama o kimse örnek alınamaz. Kendimizden biri olarak görmediğimiz, anlamaya çalışmadığımız bir peygamber, görevini yapmış ve gitmiş kutsal bir kişidir artık.
4-Herkes gibi olan ama farkı “vahiy alan” ve “muazzam bir ahlakı” olan peygamberin örnekliği; ne halde olursak olalım, hayatımızın değerli hale gelmesi, şahsiyet kazanmamız, Allah katında yükselebilmemiz için gereken reçetenin “Kur’an’ın okunması, anlaşılması ve hayata uygulanması” olduğunu kavramamızı sağlar. Çünkü Resulullah (s) ve onu örnek alan sahabe böyle yaptılar ve değerli oldular.
Siyer’in Kaynakları
Sahih ve abartısız siyer bilgileri mevcut mu? Kur’an ayetleriyle, Resul’ün yaşadığı çağın gerçekleriyle, akıl ve mantıkla çelişmeyen bir siyer anlatımı mümkün müdür?
İlk siyer müellifi olan İbni İshak’ın ölüm tarihi Hicri 151. Bu şu anlama geliyor: Resulullah’ın hayatına dair bilgiler, ilk defa vefatından 140 yıl sonra yazılmış. 140 yıl zaman süresince bu bilgiler nasıl muhafaza edilmiş? Sonraki nesillere nasıl aktarılmış? Tabi ki şifahi olarak. Yani aynı hadisler gibi sözlü olarak aktarılmış.
Kur’an-ı Kerim’in pratiği olan Resulullah’ın hayatının 23 yıllık bölümü, onun vefat etmesinden sonra 140 yıl sözlü olarak aktarılması; beraberinde birçok hatalı, eksik, yanlış, yanlı yorum ve anlayışları da üretecektir. Bu tespit, elbette ki, siyer bilgilerinin aktarıcıları olan sahabe, tabiin ve onların talebeleri hakkında suizan içermemektedir. Bu, insan hafızasının zayıflığına bir vurgudur. Bir saat önce yaşamış olduğumuz bir olayı ve dinlemiş olduğumuz konuşmaları dahi aynen aktarmamız nasıl zor ise aradan çok yıllar geçmiş bir olayı aynen aktarabilmek çok zor hatta imkânsızdır. Bu yüzden tüm siyer ve hadis aktarımları aynen, motamot değil; ravilerin (rivayet aktarımcıları) hafızalarında kalanlardır. Ve bu yüzden bu anlatımlarda olayların ortamı, öncesi ve sonrası yaşananların bilgisi az ya da çok eksiktir.
Tüm tarihî anlatımlar için geçerli olan zannilik, tartışılabilirlik, yorum mahsulü olma, abartı, tarafgirlilik gibi durumlar siyer bilgileri için de geçerlidir.
Sahih bir siyer anlatımı için sahih bir metot belirlenmelidir. Bu konuda en belirgin ve iddialı çalışma İzzet Derveze tarafından yapılmıştır. Derveze, 1947 yılında yapmış olduğu Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı isimli çalışmasında siyer bilgilerini büyük oranda Kur’an süzgecinden geçirmiştir.
Resulullah’ın hayatı konusunda Kur’an’da ayrıntılı bir bilgi bulamazsak da mevcut siyer anlatımlarının Kur’an ile çelişip çelişmediğini kontrol edebiliriz. Bunun yanında bu siyer anlatımlarının Resulullah’ın yaşadığı yıllarda Mekke, Medine ve çevresinin siyasi, kültürel, ekonomik şartları ile kıyaslaması da yapılabilir. Son zamanlarda özellikle ilahiyat fakültelerinde bu alanda aydınlatıcı araştırmalar yapılmaktadır.
Allah Resulü’nün hayatını bu gözle okuduğumuzda, Resulullah’ın örnek alınabilirliği öne çıkacak; Kur’an-ı Kerim’in değiştirici, dönüştürücü, arındırıcı yönünü keşfetmemizi sağlayacaktır.
Bu tür bir siyer okumasında; elinde Yüce Allah tarafından vahyedilen ayetlerin dışında hiçbir gücü, tılsımı, mucizesi, zenginliği olmayan bir insanın destansı davasına tanık oluruz. O büyük insanın elinde kitap ve muazzam ahlakı ile (sadece bu ikisi ile) tarihin akışını nasıl değiştirdiğine şahit oluruz. Yüce Rabbimizin yol göstericiliğinin (hidayet), hakikatin bilgisinin (vahiy), Resulullah’ın örnek karakterinin (ahlak), sahabesinin teslimiyetinin (adanmışlık) değerini daha iyi anlarız.
HABERE YORUM KAT