Kur’an Tasavvuru - 2
Postmodernizmin bize yansıması
Yüzyılın başında eklektik bir kültür(süzlük) oluşturan Muhafazakâr, Sağcı ya da Rasyonalist düşünce ile oluşan son savrulma nihayetinde Postmodernizm ile buluştu. Bu etki Muhafazakâr ve Sağcılığa tepki olması Batı Dünyasındaki Rasyonel düşünceye tepki olarak postmodernizmin çıkışıyla da paralel. Mutlak bir doğrunun olmadığı, gelişmeci bir tarih anlayışının değerleri de kuşatıp örselediği Postmodernizme karşı Rasyonalist zihin, soyut akli planda mutlak bir doğru olacağı düşüncesindeydi. Burada Rasyonalizm Postmodernizmin yanında çok daha masum kalır.
Bizdeki yaygın anlayışın aksine Batı düşüncesinin orijinal köklerinde bireysel ve toplumsal ibadetlerin ve dini ritüeller önemlidir. Eflatun metafiziğinde bu dini formlar İdeler Âlemi tasavvuru ile dokunulmaz bir metafizik boyuta taşınırken, Aristo metafiziğinde ise nesnel hayata ve onların ifade tarzı olan kelimelere metafizik bir anlam katar. Her ne kadar panteist özellikler gösterse de bu seremoniler bir ön kabul olarak ele alınır. Batı düşünce tarzının materyalist form’a evirilmesi ile oluşan boşluk ta modern seremonilerle dolduruldu, zira insan fıtratı ibadette boşluk kabul etmez. Kapitalist yaşam tarzında mülkperestlik şeklinde ortaya çıkan bu davranış biçimleri Sosyalist yaşam tarzlarında ise mülkperestliğin diğer boyutu ile onunla kavga eden boyutu ile mülk kavgası üzerinden kendine özgü ibadet biçimleri oluşturur. Öyle ki idealist devrimci düşüncelerde bile ideolojik, iktidar eksenli mücadele tarzı ibadet formları üretir. Batı Dünyasında oluşan bu Materyalist düşünce yapısı, sadece duyulara dayalı bir algı olan Pozitivizm ile karışarak Dini düşünceyi yıkmaya çalışır. Yine gerçekte Batı dünyasındaki orijinal kökler ona bir nebze de olsa istikrar kazandırırken materyalistleşme toplum yapısını giderek bozmaktadır.
Bütün sürece karşı İslam Dünyasındaki tepki ise, bilginin duyum ve deneyimlerle değil düşünce ve zihinlerde temellendirileceği Rasyonel düşünceye dönüşür. Gayb (biraz benzerliği ile metafizik) ile müşahedeyi birbirinden ayrı ve mutlak algılayan Kartezyen felsefe, bize pek yabancı olmasa da Yeni Eflatunculuk gibi etkiler bu Muhafazakâr ve Sağcı zihnin de temellerini oluşturur. Bu eklektik tepkilerin doğal seyri yeni duruma yeni tepkilerin de oluşmasını doğurdu. Muhafazakâr ve Sağcı düşünce tarzına tepki olarak Postmodernizm, yeni eklektik bir düşünce tarzı olarak Tarihselcilik ve Sosyal(ist) İslam formuna girmekte gecikmedi.
Farklı kültürlerle temas ve etkileşim yeni bir şey değil
Kitap tasavvuru bir çeşit zihniyet meselesidir. Zihniyet bulunduğu farklı kültürlerde farklı şekillerde oluşur. Müslümanlar İslam’ın yayılışında bir takım kültürlerle karşılaştılar. Hindu Kast Kültürü, Bizans ve Mısır Şehir Kültürü, Orta Asya Göçer-Şaman Kültürü; bunlar yaşam ve örgütlenme biçimleri. Diğer yandan Budist Mistisizmi, Çin ahlak öğretileri, Hıristiyan teolojisi, İran Zerdüşt Varoluş Felsefeleri ve Yunan Panteist Aristo ya da Hermetik-İdealist Eflatun Felsefeleri; bunlar daha çok düşünme metodolojileri. Bu kültürler hiçbir şey bilmeyen daha önce vahiyle hiç karşılaşmamış kültürlerde değildi. Hemen hemen tümünde vahyi bir kök vardı. Yaşam ve örgütlenme biçimlerinde neler toplumsal işbirliğinin, neler bu toplumsal yapılanmaya sızmış müstekbir sınıfsal yapılardır? İslam toplumsal işbirliğine değil, bunları oluşturan değerlere müdahale eder.
Yeni ve Postmodernist Kültür Etkisi hangi sorunlara yol açıyor?
Batı düşünce tarzından etkilenen Müslüman kesimler için sorun iki yönlüydü:
Birincisi; her kültürün bir düşünce tarzı, mantık yapısı doğal ve iletişimsel bir şeydir. İkincisi ise hangi değerleri içeriğidir. Bu değerler eski Tevhidi kalıntılar ya da insani kazanımlar mı, yoksa bunlara sızmış cahili değerler mi? İnsani kazanımlar derken Vahyi kökenli olmasa da afaki ve enfüsi ayetleri okuyan insani değerleri kastediyorum. İkincisi bizim değerlendirebileceğimiz ve tashih edebileceğimiz sorunlardır.
Kültürlerin mantık yapıları ile karşılaştığımızda yine iki problem ortaya çıkıyor. İlk problem; o insanlara aktarmak istediğimiz mesajımız için o kültürün jargonunu(terminolojilerini; kelime ve kavramlarını ve nihayetinde dil mantığını) ve olanaklarını kullanmak. İkinci ve asıl sorun kendi değerlerimizin hükümlerini, ibadet tarzlarını ve davranış biçimlerini o mantık üzerinden oluşturmak. Bu Epistomoloji denilen bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilidir. İşte tam burada eklektizm denilen cahili sızmalar, Postmodernizm de olduğu gibi kendi köklerinden kopmak devreye giriyor. Kitabın indiği dönemin, toplumsal yapının ve kültürün mantık yapısına göre dile getirilmiş yargıların başka bir döneme uyarlanmasında yine o dönemin şartları göz önüne alınır. Ama tamamen yargıların değişebilirliği ve başka bir paradigma (düşünce tarzı ve değerler bütünlüğü) ile değerlendirilmesi Postmodernizm ve Tarihselcilik dediğimiz noktaya geliyor.
Postmodernizmin meşruiyet arayışı ve argümanlar
Özellikle Halife Ömer döneminde bazı uygulamalarla hükmün değiştirildiği şeklinde delillendirme yapılıyor. Bu da Hükmün mü değiştiği, yoksa hükmü ortaya çıkaran şartların değişmesi ile tanımın mı değiştiği göz önüne alınmadan çalakalem yapılan değerlendirmeler sığ kalır. Ganimetlerin bölüştürülmesi gibi bir uygulama ile farklı paradigma ve hayat tarzında kişisel ibadetlere kadar bir çok ritüelin değişebileceği ya da İnsanoğlu toplum yaşamının fıtratına uygun sosyal kaidelerin üzerinde oynanması yine oldukça tehlikeli zihin kaymalarıdır. Nihayetinde Kuran’ın oluşturacağı bir paradigma yerine Cahili paradigmaya uyan, form değiştiren bir Kuran söz konusu. Tam bu noktada Reformist tanımlaması olumsuz ve kabul edemeyeceğimiz kavram olarak karşımıza çıkıyor. Yine Lafız üzerindeki oynamalar Kuran tarafından tehlikeli bir ifade olarak eleştirilir.
“Kimi yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler.” 4/46
Tarihselcilik yerine Kuran’ın kendi içerisinde Nasih-Mensuh yaklaşımı bu tip uygulamaları daha iyi açıklar. Bunlar hükümlerin zeminleri, hangi koşullarda oluştuğu ile ilgili. Yani şartlar ortadan kalktığında hükümde kalkıyor ama şartlar yeniden oluştuğunda hüküm geri geliyor. Hükmün kalkması gibi bir durum yok. Bazen de şartlar doğrudan tanımlamayı etkiliyor. Örneğin hırsızlık gibi “Bir başkasının malını ondan izinsiz alma” gibi genel bir tanım, kaos, kıtlık vs gibi toplumsal yapının aksadığı zamanlarda tanım değiştiriyor. Halife Ömer’in kıtlık zamanlarında had cezalarını uygulamaması bu minvalde değerlendirilmelidir. Yoksa açık bir Kuran beyan’ının inkârı değil.
Tarihi süreçteki dayanaklar ve yeni bir fıkıh usulü ile meşrulaşarak İslam kültürü içerisinde bir ekol olarak yer bulması mümkün mü?
Farklı toplumsal yapılarla karşılaştığımızdaki birinci problem olan iletişim sorunu, zaten Vahyin İnsanlık tarihinde şekillenmiş bir form. Eski kitaplara bakalım; Zebur/Mezmurlar ilahi aşkla söylenmiş şiirler, tahrif edildiyse bile ilk olarak Davut(as) tarafından İlahi aşkla-vahiyle söylenen şiirler bunlar. Tevrat İsrail oğullarının tarihçilerinin yazdığı bir kitap, ayet ayet inmemiş. Şimdi, insan anlatımı Kitap haline getirilmiş. Yine tahrif edildiğini varsayalım, ama tahriften öncede öyle, aralarda bazı ilahi sözler aktarılmış ama genel anlatım tarih anlatımı. Hatta Kuran'ın onayladığı okuyup durduğunuz Tevrat'a uyun deniliyor. Elçi zamanındaki Tevrat, şimdiki ile aynı. Keza İncil; İsa'ya beşikte öğretiliyor(Maide 110), yine ayet ayet yazılmış değil, İsa'nın yaşantısının ta kendisi, daha İsa yaşarken böyle, ortada Mushaf yok, Allah tarafından inzal olmuş ayetler yok, ama İsa'nın öğretisi Kitap olarak adlandırılıyor. Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Son Kitabın Elçisi 23 yıllık bir süreçte ayetlere muhatap olmuş. Ve Kendisine vahyedilen ayetleri insanlara beyan etmenin yanında, bunları doğrudan yaşamış. Rivayet edilen diğer Kitaplardan farklı olarak ayet ayet belirlenmiş. Bu Kuran’ın, Son Din’in İnsanlık tarihinin son halkası olduğu süreç ile ilgili bir durum.
Kitapların aynı öz ve aynı mesajı farklı tarzlarda sunmasının bizdeki karşılığı var elbette. Şimdi 12 yy Anadolu’sunda Yörüklerin arasında yaşıyorsun diyelim. Okul yok cami yok, Kuranı anlatan bir hafız bile yok. Bilindiği gibi yerleşik hayata geçmeden öncekin ilk Yahudi kabilelerin de yazılı lüteratür ve sabit ibadethaneler, medreseler yok. Zebur’un metnindeki şiirsel anlatımın bir çeşidini yaşıyor Yunus Emre. Kuranla bir çeşit tarikatvari ilişkiye girmiş, şiirlerine döküyor bu anlayışı ve göçerler arasında yayılıyor. Buyur sana tahrif olmuş, Şamanist adetler karışmış, tasavvuf inançları sızmış bir İslam, tıpkı Ehli Kitap gibi bir anlayış. Ama Yunus Emre kötü bir şey yapmıyor elinden gelen bu ve göçerlerin İslam’a yönelmesine vesile oluyor, güzel bir uygulama, birden karşı çıkmayalım. Hatta üslup olarak Davut(as), Zebur üslubu var. Ama zamanla göçerler arasında imkân buldukça Kuran'ın İslam’ın hakiki membaına ulaşabilecek kişiler olacak bunlar ne yapacak? Atalar dini haline gelmiş özdeyişleri Din mi sayacak, yoksa Allah razı olsun Yunus Emre bize bir şeyler aktardı, biz onun aldığı kaynağa yönelim mi diyecek?
Burada Postmodernist zihin etkisinden ayrı, eklektik dahi olsa kendi usulünü oluşturmuş, yine kendi bütünselliği içerisinde bir ekol ortaya çıkması mümkün mü? Söylemin ötesinde insan hayatının toplumsal ve bireysel yaşam tarzında etkisi olan ibadet ve hukuk yapısının temellerini etkileyecek ve üretecek bir ekol’den söz ediyorum. Kitapların zaman içerisindeki özü ve dayandığı değerler aynı olmasına karşı farklı tezahürleri hangi sebeplerden kaynaklanıyor. Bu farklılaşma vahye özgü bir şey midir, yoksa insanoğlunun halifelik misyonunun bir parçası olarak yorumlanabilecek bir özellik mi? Tarihselcilerin bunun fıkhını ve çerçevesini çizmeleri gerek. Şer’i uygulamalardan ibadet formlarına kadar uzanabilecek bir serbesti var mıdır? Özellikle usule oturmamış bir fıkıh anlayışı değerleri de örselemeyecek mi? Bu farklılaşma insan doğasına/fıtratına uygun mudur? Zihin dünyasında oluşacak önemli bir problem de değerleri değiştirecek bir süreç anlayışı ne kadar Sünnetullah’a uygundur? Acaba değişen şartlar sürekli ilerleme midir? Tarih boyunca değerlerinde geliştiği, değiştiği ve mutlak olmadığı düşüncesi bizi ne kadar etkiliyor? Özellikle Tarih boyunca süren zalim-mazlum savaşımında yanlış konumlanma bize bu soruların önemini hissettiriyor. Zalim tanımını daraltıp anlamsızlaştırmadan, tepkisel yapıdan uzak kendi fıkhını oluşturacak bir duruşgerçekleşmedikçe bizim de haklı itirazlarımız oluşuyor.
Muhakkak hatası olacak ama toplumsal bir kültür olarak kendisi gibi düşünmeyenlere bile bir konsensüs/birliktelik sağlayacak bir ekol kabul edilebilir bir ekoldür. Kuran tasavvurundaki üçüncü etki olan İslam içi düşünce ekolleri, bu iç dinamikleri oluşturmuştur. Ayrı bir konu olarak ele alınması gereken bu üçüncü etkiye girmeyeceğiz. Sadece; İslam içi ekoller bu etkilerin formlarını etkileyerek eleştirilen kalıntılarına rağmen kendi düşünce tarzını koruduğunu söylemekle yetineceğiz. Bizim asıl konumuz Müslüman zihinlerdeki yıkıcı etki olan Postmodernizm.
İnsan sosyal davranışlarını, ibadet ve hukuk yapılarını oluşturan, uygulayan ve boşlukları yeni şeylerle dolduran bir yaşam tarzından söz ediyoruz.
Batı Sosyalist düşünce içerisindeki arayışın son halkasında İslam’a yönelen Garaudy; Kuran’ın öncelikle dinî-ahlâkî bir çağrı olduğunu ve bu düşünce temelinde ilâhî hitabın kesinlikle hukuki bir kanun metni olmadığı düşüncesindedir. Bu tarihselci süreç Rasyonel düşünce içerisinde ve Seküler baskı altındaki birçok kimseye çekici gelir. Oluşturulmuş mantalite içerisinde Şeriat/hukuk uygulamalarının sert ve somut yönlerine karşı toplumsal ve bireysel uyumsuzluk bu çekiciliği arttırır. Öyle ki Söz konusu olan değer olarak hırsızlığın engellenmesi ve hukuki bazda cezalandırılmasıdır. Bunun formu değişebilir söylemi o zihnin yaşadığı reel gerçekliğe ve oluşturulan sanal korkulara ilaç gibi gelir. Kuvvetli argümanlarla desteklenen ve gelenekselleşmiş uygulamalar karşısına konulan bu teoremler yeni bir fıkıh oluşturması belki mümkün. Ama kendi paradigmasını ve toplum modelini oluşturması kaydı ile. Eklektik etkiler ve sakıncalar konusunda bütün reddiyeleri oluşturmamıza karşın, bu yeni fıkıh normu kendine bir meşruiyet alanı bulabilir.
Aslında sorun daha sistematik ve derinde olmazsa olmaz bir toplumsal yapı olan seramonik hareket tarzları olan ibadetlerde bir boşluk ortaya çıkar. Bu boşluk felsefi tartışmalarda; bir uçta Aristo mantığının kullandığı lafza yüklenen somut mana olarak metafizik ve diğer uçta Eflatunculuğun lafızdan soyut ideleştirilmiş metafizik boyut arasında doldurulur. Bu boşluğu doldurmazsanız Garaudy’nin aynı sorgulamasını ibadet tarzlarına ve toplum yaşamını ilgilendiren bütün alanlara yansıtırsınız. Tarih içerisinde bu tip eklektik yaklaşımlar biri Bâtıni-Batıl diğeri İrfani-Meşru şekillerde ortaya çıkmıştır. Yine bu boşluk Garaudy de mutasavvuf bir irfan anlayışı ile doldurulmaktadır. Fazurrahman ve onun ardılı Ankara Okulu tarihe gömülmeye çalışılmış Hanefi ekolü üzerinden bu form’u üretmeye çalışır. Yine tarihi dönemlerde Beyani lafızların manaları üzerinden oluşturulmuş klasik fıkıh usulleri de bu boşluğu doldururlar. Ya da Abülkerim Suruş’ta bu gelenekçi, bir irfan ekolü ile ve nihayet bazı ekollerde teamül olarak kabul edilen Örfi uygulamalarla temellendirilir. Toplumsal yapımız içerisinde üretilecek uygulama safhasının pratikleri ile tamamlanacak, çeşitli toplumsal istişari kanallarla meşruiyet kazanacak yeni ekoler toplumsal düzenleme yapabilir. Noksanlarına ya da sakıncalarına şerh düşerek muhalefet edebiliriz ama sonuçta bunlar bizim iç sorunlarımız olarak kalır.
Postmodern-Batınilik; tamamen devre dışı bırakılan formlar; usulsüz ve hatta fıkıhsız özentiler
Asıl problem ve günümüzde gayri meşru görülen yaklaşım; metafizik boyutu tamamen devre dışı bırakan Postmodern-Batıniliktir. Yüzyıllardır sadece nesnel şekillere indirgenen bireysel ve toplumsal ibadet formları bir çeşit içerik boşalmasıydı. Ama Batıni yorumlarla bu formların tamamen terk edilmesi yaşam biçimi olan bir Din’in tam olarak raydan çıkmasıydı. Günümüzde bu söylemler davranış formları olan ibadetleri ve toplumsal zemini mecazlara dönüştürerek tamamen kopartır. Bu nedenle Postmodern-Batınilik kavramı seçildi. Bu akım toplumsal alanda durduğu yeri de pragmatikleştirir. Kullanılan Seküler Rasyonalist Muhafazakâr ya da Sol-Sosyalist argümanlar, İstikbar sistemine karşı birbirlerine sahte karşıtlık üzerinden diyalektik-sinerjik sahte mevziler oluşturur. Postmodernist etkileşimde Muhafazakâr, Kapitalist, Sosyalist ve diğer Batı düşünce akımları her kadar kendi içlerinde kısmi anlamlılıklar ve fıtri çıkışlar barındırsa da, ortak bir özellik gösterirler; hızlı ya da yavaş bir dönüşlümle ibadet tarzlarının altının boşaltılması, bireysel ve toplumsal hayattan uzaklaştırılması. Nevzuhur özentici ve kompleks sahibi türedi Müslüman ekolcükler, Batı Modernizmi’nin ve ondan etkilenen Postmodernist tarihselcilik gibi akımların kötü birer kopyası olarak toplumdan, ibadet formlarından ve kopuşlarını ve oluşturamadıkları fıkhi zeminlerini sosyalleşme zannetmektedirler. Bireysel yaşamlarındaki ve sosyal ilişkilerindeki yeni seramonik ve kültürel yapılanmaları hemen fark edebilirsiniz.
Türk Batıcılarının, özellikle sosyalistlerinin Batıni-tasavvufi akımları fıkıh usülleri üzerinden şekillenmiş diğer akımlar ve selefiliğe nazaran daha ilerici görmelerini burada hatırlatmakta yarar var. Bunun nedeni sufizm’i kalıplara takılmadan değil yorumlanarak ilerlediğini düşünmeleridir. Üstelik sufizm’in Batıni yorumlarla örselediği şeri, ibadi ve siyasal esneklik(gevşeklik) iştahlarını daha da kabartmaktadır. Bu modernist yaşam tarzlarına tehdit olarak görmedikleri bir form’dur. Sufizm’e karşı görünen ama onunla aynı Batıni yorumlamalar düşünsel temellerde benzerlik oluşturur.
Zihinsel tahrifat nasıl gerçekleşiyor?
Aslında biz Müslümanları ilgilendiren asıl konu bu; Kitaptaki tahrifat değil anlayışlardaki, zihinlerdeki tahrifat. Buna ilk kısımda kısmen değindik Kendi paradigmamızın ve kaynaklarımızın ötesinde Muhatap toplumsal kesimlerin mantık yapılarını çözmek onlara ulaşmak için o kimselerin jargonlarını, literatürlerini ve terminolojilerini kullanmak ayrıdır, o paradigma üzerinden kendi kaynaklarını değerlendirmek ve hükümler ihdas etmek ayrıdır.
Tarih boyunca insanlık bu üç yönlü ayetlerle muhatap oldu; Afaki, Enfüsi ve Kitabi ayetler. İnsan Doğayı okudu, kendi nefsini okudu ve Kitabi ayetler ona okumasında yardımcı oldu. Yine dünya üzerindeki büyük medeniyetlerin kökeninde Kitabi bilgiler var. Kitabı yeterince ve sağlıklı okuyunca bir medeniyet hamlesi de oluşur, bunlar ayrı bir konuda incelenebilir.
En önemli sorunlardan birisi de; Afaki ve Enfüsi ayetler diyebileceğimiz Doğanın Fıtratı, Toplumların Fıtratı ve Bireylerin Fıtratından kaynaklanan işaretleri okumak, İnsani değerler diyebileceğimiz bu fıtratın işaretlerini okuyayım derken yapılan cahili sızıntıların fark edilmemesidir. Allah’ın ayetleri arasında uyumsuzluk göremeyiz. Fıtrat ile okunan Kitap çatışıyorsa ya o kişinin fıtratı bozuktur ya da Kitabı yanlış okuyordur. Benim kanaatim; kişilik sorunlu insanlarda bu etkiler de yüksektir. Kuran ancak takva sahiplerine fayda verecek, yani kişilikleri temizlemek diye bir şey var.
Diğer yandan Kitabi ayetler insanların Allah’a olan ibadet ve muamelatlarını belirliyor, bu şekilde ortak bir kıble oluşturuyor, aramızdaki ihtilafları gideriyor. Toplumsal yönden de bazı ortak ilişkiler oluşturuyor. Toplumun genelinden kopuk, İnsan doğasının-fıtratının bir parçası olan bu ritüelleri yok etmek yine zihin sorunu.
“Kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük akıllılar kendileridir; ama bilmezler.” (Bakara 13)
Kitabı Rasyonel bir zihinle okursanız Kitapta namazın vakitlerini, rekatlarını ararsınız, kani olmayınca, ya inkar edersiniz ya da Kitap harici kaynakları kutsamaya başlarsınız ya da bazı Hurufi yorumlarla, ebced vs gibi hesaplarla mucizevi spekülatif yollara saparsınız. İslam’da namazımızda ve muamelatımızda yaşayan bir İslam’dır. Kuran’ın onayladığı, yapıla gelen şeylerdir. Bunların detaylı araştırması yapılır, ilmihal’i belirlenmeye çalışılır o ayrı bir konu.
Tarih boyunca şaman gelenekleri ile sentezlenen akımlar biliyoruz. Yunan panteist felsefesi ile sentezlenen, Hermetik mistisizm’i ile şekillenen, Hıristiyan teolojisi (İncil değil) ile münzevileşen, İsrailiyat ile tahrif olan akımları da gördük. Son yüzyılların Muhafazakârlık, Ulusalcılık/milliyetçilik sentezlerinden çok çektik. Yıllardır ”Öze Dönüş” ya da “Tecdidi” akımlar İslam’ın bu sızmalardan kurtarılması kastedildi. Ve nihayet Rasyonel Paradigma ile oluşturulan yeni sentezci-eklektik etkiler de gözlüyoruz. Bütün bunlar cahili düşünce sistemleri ile yeniden şekillenen Reformist akımlardır. Biz “Reformist” tanımlamasını da kabul etmiyoruz. Reformizm; şartlar değiştikçe değerlerin de değiştiğini söyler. Mutlak gerçeğin olmadığı Postmodernizmin ürünü olarak.
Hele hele postmodernizm, insan yaşamında hangi içeriği boşaltıyor? Yaşamın doğrudan içerisinde yer alan, her kelimenin, her kavramın anlam ve manasının yanında hedefini belirleyen metafizik (Gaybi desek daha doğru olur) boyutu vardır. Varlık felsefesi olarak varlığın mahiyetine ilişkin Ontolojik bir tanımlama yapmazsanız, hayat anlamsızlaşır. Toplumsal davranış biçimleri olan ritüeller, toplu seramoniler bizde ibadet formları olarak karşılığını bulur. Hayat metafizik boşluk kabul etmez. Bu nedenle coşkun, idealist bir ideolojik formatla sloganlara dönüşür. Postmodern-Batınilik; Mecazi anlatımlara İslami ibadet ve muamelatın içinin boşaltılmasını ve reel hayattan uzaklaştırılmasıdır. Bir münâsebet, ilgi sebebiyle konulduğu asıl mânâdan başka bir mânâda kullanılan lafız, dolaylı anlatım olan mecazı Lafızdan ve reel hayattan kopartırsanız, yaygın bir kanaat olarak, bütün İslami ekoller tarafından; Lâfzî olmayan hermenötik yorumlarla oluşturulan Din anlayışı, Bâtınilik olarak İslam anlayışı dışında değerlendirilir.
“Lafızlardan hakikatleri arayan belki de lafızlar çok olduğunda şaşırır, manaların da çok olduğunu (yani her birinin farklı anlamlar ifade ettiğini) hayal eder. Hakikatler kendisine açılan kişi ise, manaları asıl, lafızları tabi' kılar. Zayıf kişinin hali ise onun tersidir. Çünkü hakikatleri lafızlardan ister. Hakk'ın şu sözü her iki fırkaya işaret etmektedir. ‘Yüzüstü kapanarak giden mi daha doğru, yoksa dosdoğru bir cadde üzerinde düpedüz giden mi?’ Mülk 22” (Gazali’den)
“Anlaşılmaktadır ki, bizim kullandığımız, etkiler, etkilemez, etkin, etkin değil, gibi sözcükler, mecazın tanımına göre ve âdet olduğu üzere kullanılmaktadır; gerçek anlamalarıyla değil.” (Sicistânî)
Yaşatan Kuran kavramı, çağlara, coğrafyalara ve farklı kültürlere hükmeden kendi paradigmasını oluşturan/üreten Kurandır.
Cahili değerlerden etkilenen değil, hayatı etkileyen bir Kuran’dan söz ediyoruz.
Postmodern etki altındaki kesimler şuna dikkat etmelidirler; klasik ve örfileşmiş anlamları ile Kıblenizi saptırmadıkça bir anlam kazanabilirsiniz.
YAZIYA YORUM KAT