Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları 3 – Mekân/Coğrafya
Giriş:
Muhammed Ahmed Halefullah, “el-Fennu'l Kasasi fi'l-Kur'an” “Kur’an’da anlatım sanatı” adlı kitabında, Kur’an kıssalarındaki Mekan/Coğrafya unsuru hakkında şöyle bir tespitte bulunmaktadır: “Kur’an, tarih biliminin temel unsurlarından (…..) Mekânı belirtmemiştir. (….) Şurada-burada dağınık durumda bulunan ve Kur’an’ın insan zihnini sadece arizî (kasıtsız) olarak yönelttiği az sayıdaki mekân isimleri bir tarafa bırakılacak olursa, Kur’an neredeyse mekân unsurunu da belirtmemiştir.”1
Kur’an kıssalarının tarihsel/vakiliği üzerinde sistematik tartışmayı başlatan M. Halefullah’ın mezkûr görüşlerinin aynıyla, Türkiye’deki İslami camiada gündemleşmesini sağlayan Hikmet Zeyveli ise Bilgi vakfı’nın, düzenlediği Kur’an sempozyumlarında yaptığı müzakere ve tebliğlerde, Kur’an kıssalarında aradığı tarihsel unsurlardan biri olan Mekân/Coğrafya unsuru hakkında şunları kaydetmektedir: “Bilindiği gibi tarihî olaylar sadedinde: 1- Zaman, 2- Mekân, 3-Şahıslar, 4- Kronoloji, 5- Olayların bütünlüğü önem arz etmektedir ki: (…) Kur’an’da öyle kıssalar vardır ki, ne zaman, ne mekân ve ne de şahıs isimleri yer almaz.”2
Her iki yazar da Kur’an kıssalarının vakiliği/tarihselliğinin kabulünde Mekân/Coğrafya unsurunun zaruri olduğu görüşündedirler. Dolayısıyla Kur’an kıssalarında aradıkları tarihsel unsurlar arasında, sıraladıkları Mekân unsurunun, yani kıssalara dair coğrafik malumatın, Kur’an’da yeterince yer almadığını bundan dolayı –en azından- bazı kıssaların tarihsel/vakii olmadığı iddiasındadırlar. Bu incelememizde Kur’an kıssalarında aranan tarihi unsurlardan biri olan Mekân/coğrafya unsuru üzerinde duracağız.
Halefullah ve Zeyveli’nin Kur’an kıssalarında Mekân/Coğrafya üzerine tezat görüşleri:
Kur’an kıssalarında Mekân/Coğrafya unsuruna neredeyse hiç yer verilmediğini iddia eden Halefullah, “el-Fennu'l Kasasi fi'l-Kur'an” isimli kitabının bir başka yerinde Kur’an’ın kıssalarına dair Mekân/Coğrafya malumatının kapsamı hakkında şu zıt tespitte bulunmaktadır. “Kur’an ilk olarak, veciz bir üslup kullanmaktadır. Bu Kur’an kıssaları ya bilinenlere işaret etme veya çevrenin bildiği ve hiçbir şekilde yabancısı olmadığı olaylara kısaca atıflar biçimindedir. (…..) Kur’an’daki bu kıssa öğelerinin, bilinenler üzerinde hareket ediyor olması bizim görüşümüzü desteklemektedir. Tanınan ve meşhur olan şahsiyetler ile o çevrede yaygın olan olaylar Kur’an’da en fazla kullanılan kıssa öğeleridir ve bunun aksine bilinmeyen olaylar ile tanınmayan şahsiyetler fazla kullanılmamıştır. (…..) Yukarıdaki olgulardan da açıkça anlaşılacağı üzere Kur’an’ın metodu; kıssayı Arap coğrafyasından veya Arap mantalitesinden aldığı unsurlar üzerine bina etmekten ibarettir. Bunun amacı, kıssaların muhataplar üzerinde derin etkiler bırakmasını sağlamak, bilinen ve tanınan, olağan olay ve kişilerden, bilinmeyen ve yabancı fikir ve düşüncelere varmaktır.”3
Benzer bir görüş ise H. Zeyveli’ye aittir. Zeyveli Kur’an’ın ve kıssalarının coğrafyaları hakkında şöyle demektedir: “Kur’an’ın hitap ettiği ümmî Arapların müte’arefini (arka planını) gözetmiş olduğunu kabul ettiğimizde, kıssaların serdedilişinde şu hususlara riayet edildiğini söyleyebiliriz: Kur’an, Araplar arasında yaygın olarak bilinen kıssaları kullanmıştır. Zira, vasıtalar bilinenlerden seçilmedikçe hedeflere yönlendirmek zorlaşır.”
Her iki yazarın görüşlerinin icmalini yaptığımızda şu sonuca ulaşmaktayız. Kur’an-ı Kerim, kıssalarını, cahiliye dönemi Arap toplumunun arka planı veya kültürel altyapısı olarak tanımlayabileceğimiz onların bildiği, aşina olduğu olay, kişi ve coğrafyalardan seçmiştir.
Zeyveli bir diğer sempozyum müzakeresinde yaptığı konuşmasında bu duruma şöyle açık bir örnek vermektedir: “Kur’an’ı Kerim kıssaları hep Hicaz Yarımadası’nın, Hicaz çevresinin bildiği kıssalardır. Kur’an bir tarih bilgisi vermeye niyet etmiş olsaydı, herhalde Orta Asya’dan Amerika’dan Avrupa’dan da bahsetmesi çok büyük bir mucize niteliği taşırdı. Ama gördüğümüz kadarıyla, Kur’an-ı Kerim bunları hep bilinen coğrafyalardan ve bilinen kıssalardan seçmiştir.”4
Anlaşılacağı üzere Kur’an kıssalarının vakiliği/tarihselliğinin aleyhinde metodik yaklaşımlarda bulunan bu yazarlarımız, tarihsel unsurlar olarak kategorize ettikleri unsurlardan bir olan Mekân/Coğrafya unsurunun tamamen zıddına şeyler ifade etmektedirler. Şayet Kur’an-ı Kerim, beyan ettiği kıssalarında, hitabettiği Arap toplumunun bildiği şeylerden bahsediyorsa o halde kıssalardaki Mekân/Coğrafyaların, Kur’an’da detaylarıyla serdedilmemesi nasıl tarihsel bir eksiklik olarak açıklanabilir? Eğer Kur’an kıssaları Arap toplumunca hiç bilinmeyen olgular ise yazarların son ifadelerindeki kıssaların Arap toplumunca bilinenlerden seçildiği ifadeleri nasıl değerlendirilebilir. Eğer Kur’an kıssalarındaki anlatılan olay ve şahısların ilgili olduğu Mekân/Coğrafyalar, Arap toplumu tarafından bilinen olgular ise o halde bu durum Kur’an’da tarihsel bir eksiklik olarak nasıl ileri sürülebilir?
Yazarların iddiaları ile oluşan bu çelişkili durumun, yazarlar cephesinden izalesi hayli zor gözükmektedir. Kur’an, kıssalarını, Arap toplumunun bildiği unsurlara dayandırdığı için ve de kıssalardaki tevhidi ve hidayete dair mesajların anlaşılması açısından bu teferruatı gerekli görmediğinden, kıssalarında Mekân/Coğrafya unsuruna ait bilgiler vermemiş ya da mücmel tutmuştur, diyerek; Kur’an kıssalarındaki Mekân/Coğrafya eksikliğine makul bir cevap vermiş olsak bile; Halefullah ve Zeyveli’nin, Kur’an ve Kur’an kıssalarındaki Mekân/Coğrafya görüşlerinde oluşan tenakuzu onlar açısından gidermek mümkün gözükmemektedir.
Kur’an ve kıssalarının beyan ettikleri unsurların Arap toplumuna yabancı olmadığı hususunda bir başka meşhur yazardan daha alıntı yapalım. “Her şeyden önce, geçmiş toplumların yaşadıkları olaylarla ilgili haberler ve kıssalar, genel olarak Kur’an’a muhatap olan toplumlumun o güne kadar duymadığı, hakkında bilgi sahibi olmadığı şeyler değildi. Bunları ya duymuşlardı, ya tarihi kalıntılarını gözlemlemişlerdi yahut başka topluluklardan iktibas etmişlerdi. Daha önce inen ve Kur’an’da anlatılanların benzerini, eksiğini veya fazlasını içeren kitapları görmüşlerdi. ”5
Bir başka yazar ise bu konuda şu tespitlerde bulunmaktadır: “Kur’an’da geçen yer adlarının (Mekân/Coğrafya) öncelikle onun ilk muhataplarının üzerinde yaşadığı Hicaz bölgesi yahut onların çeşitli vesilelerle gidip gördüğü çevre ülkeler olduğu görülür. Yani bu noktada Kur’an yakın hitap tarzına uygun bir yol izlemiştir. Örneğin Kur’an’da Hicaz bölgesi, yerleşim merkezleri, dağları, vadileri, meraları, iklimi ve diğer özellikleri ile pek çok ayette işlenir. (…) Yanı sıra Hicaz insanının çeşitli seyahatlerde gördüğü deniz, deniz ürünleri, deniz ulaşımı ve deniz kıyısındaki yerleşim merkezlerinden de Kur’an söz eder.”6 “Kur’an’da geçen yer adları (Mekân/Coğrafya) genellikle Arab beldeleri, Mısır, Şam ve Irak topraklarında odaklaşır. Bu durum, Kur’an’ın belli bir bölgeye hitap eden yerel bir kitap olarak algılanmasına yol açmamalıdır. Zira bir kere Kur’an, ilk muhataplarının bildikleri, yaz ve kış seyahatlerinde gezip gördükleri ve konuşmalarına konu olan yerlerden bir kısmını öncelikle anmıştır.”7
Bütün bunlardan sonra yine denilirse ki, Kur’an, beyan ettiği kıssalarında, yeteri kadar Mekân/Coğrafyadan bahsetmemiştir, o takdirde M. Halefullah’ın eliyle şöyle cevap verebiliriz: “Defalarca açıkladık ki, Kur’an’daki kıssalar, tarihsel bilgi vermek veya okuyucuyu geçmiş toplumlarla ilgili detaylara sevk etmek için değil; öğüt ve ibret vermek için yer almıştır.”8 “Bundan dolayı kıssalar, tarihsel verilerin çıkarımı açısından elverişli değildir. Ayrıca bu tarihsel bilgiler, dinin bir parçası olmayıp ibadet etmemiz için ve içeriğine iman etmemiz için nazil olan, dinin asli unsurlarından birisi de değildir.”9 “…tarihsel bilgiler, tâbi olunan din (esasları) olmayıp, hiçbir şekilde Kur’an’ın amaçlarından biri değildir. Bundan ötürü Kur’an; zaman mekân ve olayların kronolojisini vermemiştir.”10
Zeyveli ise bu hususta şu ifadelerde bulunmaktadır: “Kur’an’ın ne bir tarih kitabı, ne bir coğrafya kitabı ve ne de bir teknoloji kitabı olmadığını hepimiz itiraf etmekteyiz de yine de zaman zaman zaaf gösterip Kur’an’da tarih ve coğrafya ararız.”11
Kur’an öncesi nazil olan kitaplardaki Mekân/Coğrafyalar ile Kur’an kıssaları ilişkisi:
Bu iki yazarın, Kur’an kıssalarında aradıkları tarihsel unsurlardan biri olan Mekân/Coğrafya hakkındaki tenakuz arz eden bu görüşlerini serdettikten sonra onların görmedikleri veya görmek istemedikleri bir diğer önemli olgu üzerinde duracağız.
“Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları 2 – Kronoloji” başlıklı bir evvelki yazımızda Kur’an-Tevrat ve İncil balamı hakkında şu tespitlerde bulunmuştuk. Kur'an, kendinden önce inmiş bulunan Tevrat, İncil gibi daha sonra muharref hale gelen kitapların; tahrif edilmeden önceki konumunu tanıyan destekleyen ve onlardaki tahrif edilmiş hususların tahrif edilmeden evvelki doğrularını tekrar açıklayarak, meydana gelen mesaj sapmalarını böylece düzelterek, insanlara hidayet kaynaklığını devam ettirme iddiasında olan bir kitap olmuştur. Kur’an’ın Tevrat ve İncil’i tasdik etmesi hususuna temas eden bazı ayetleri verelim: “Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitap’tır.”12"Sana kendinden öncekileri doğrulayan Kitap’ı hak ile indirdi. İnsanlara yol göstermek üzere daha önce de Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti."13 "Bu daha öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrailoğlu bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir belge değil miydi?"14
Kur'an aynı zamanda bu kitapların muharref hale getirildiğini de beyan etmiştir. "Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."15 "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi.."16 Hal böyle olunca Tevrat ve İncil’de serdedilen kıssaların da toptan reddedilmediği onların muharref taraflarının Kur’an’da anlatılan kıssalardaki doğrularla asli hale getirildiğini kabul etmemiz gerekmektedir.
İşte bu yüzden Kur’an-ı Kerim, kıssalarını vazederken, hem Arap toplumu arka planına göre onlara hitabetmekte hem de geçmiş kitaptaki anlatılan kıssaları kabul ederek, onlardaki muharref yerleri tashih etmektedir. Dolayısıyla Tevrat ve İncil’de bulunan tarihsel unsurlar, Kur’an tarafından tanındığı için Kur’an, kıssaları yeniden, Tevrat ve İncil’deki gibi tarihsel olgularla yüklü olarak aktarılmamaktadır. Bu tarihsel olgulardan biri olan Mekân/Coğrafyaların da Kur’an kıssalarında detaylıca yer almaması, kıssaların Kur’an-Tevrat ve İncil bağlamında anlaşılması gerekliliğindendir. Kur’an’da, Mekân/Coğrafya’ya dair detay verilmeyen çoğu kıssalar, zaten Tevrat ve İncil’de yer almaktadır. Dolayısıyla Kur’an, geçmiş kitaplarda sunulmuş olan bu tarihsel malumatın, yeniden Kur’an’da belirtilmesini gerekli görmediği için kıssalara dair tarihsel detaylar vermemiş onları mücmel olarak vazetmiştir.
Burada şu önemli hususun altını çizelim. Tevrat ve İncil’de yer alan ve özellikle konumuz açısından bakıldığında Mekân/Coğrafyalara dair tüm ifadelerin tam doğrular olduğunu iddia etmemiz doğru olmaz. Ancak yukarıda ifade ettiğimiz Halefullah’a ait şu görüş bu konunun önemini bize açıklamaktadır. “….Ayrıca bu tarihsel bilgiler, dinin bir parçası olmayıp ibadet etmemiz için ve içeriğine iman etmemiz için nazil olan, dinin asli unsurlarından birisi de değildir….”
Bu demek değildir ki, Kur’an, kıssalarında, Coğrafya/Mekân’a ait bilgileri es geçmiştir. Asla! Bu tafsili bilgiler ondan önce nazil olan Tevrat ve İncil’de mevcuttur. Bu yüzden Kadim tefsir kitapları Kur’an kıssalarındaki mücmel anlatımları, Tevrat ve İncil bilgileri ile mufassallaştırmışlardır.
Neden kadim tefsir ve tarih kitapları Tevrat ve İncil kıssalarında yer alan tarihsel bilgileri, hususen Mekân/Coğrafya’ya dair malumatı aktarmaktadırlar? Çünkü Halefullah ve Zeyveli’nin vurguladıkları gibi Kur’an kıssalarını, Araplar tarafından bilinen coğrafyalardan seçmiştir. Bu bilinen coğrafyaların kaynağı da öncelikle Tevrat ve İncil kaynaklıdır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan şu ayetler Kur’an ile Tevrat kıssalarını birlikte ele almamızda bize yol göstermektedir kanaatindeyiz. “(Sel beni israile….) İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini (âyetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.”17 “(…fes'el beni israile….) Haydi, İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!”18 Eğer Kur’an’da anlatılan kıssalar ile Tevrat’ta anlatılanlar arasında hiç alaka olmamış olsa idi Resule; “İsrailoğullarına sor….” Diye hitap edilir miydi?
Kur’an ve Tevrat kıssaları arasındaki Mekân/Coğrafyalar ilişkisine dair bir örnek verelim. Kur’an’ı Kerim’de en detaylı kıssa olarak vazedilen Yusuf kıssasında, kıssanın yaşandığı coğrafyalara dair sadece “Mısır” ismi dolayısıyla bilgisi verilmektedir. “(Ve kalellezişterahu mim misra…) Mısır 'da onu satın alan adam, karısına dedi ki…”19 “Yusuf’un yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, " (….ve kaledhulu misra in şaellahu aminîn.) Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır 'a girin!" dedi.”20
Oysa Tevrat’ta bu kıssa hakkında onlarca coğrafik bilgi verilmektedir. Buna göre Yusuf’un kuyuya atıldığı coğrafya Kenan diyarının Şekem şehridir. (bugünkü Filistin’deki Nablus şehri) “Bir gün Yusuf'un kardeşleri babalarının sürüsünü gütmek için Şekem'e gittiler. İsrail (Hz. Yakup) Yusuf'a, "Kardeşlerin Şekem'de sürü güdüyorlar" dedi, "Gel seni de onların yanına göndereyim." Yusuf, "Hazırım" diye yanıtladı.”21 Yusuf’u kuyudan çıkaran tacirler onu Mısır’a götürürler. “Midyanlı tüccarlar oradan geçerken, kardeşleri Yusuf'u kuyudan çekip çıkardılar, yirmi gümüşe İsmaililer'e sattılar. İsmaililer, Yusuf'u Mısır'a götürdüler.”22 “Yusuf Mısırlı efendisinin evinde kalıyordu.”23 Hz. Yusuf, Mısır’da yönetici olur. “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan başka senden üstünlüğüm olmayacak. Seni bütün Mısır'a yönetici atıyorum.”24 Hz. Yusuf’un köle olmadan önce, ailesinin ise Mısır’a hicret etmeden ikamet ettikleri diyar, “Kenan” memleketidir. “Kardeşleri, "Biz kulların on iki kardeşiz" dediler,"Hepimiz Kenan ülkesinde yaşayan aynı babanın çocuklarıyız. En küçüğümüz babamızın yanında kaldı, biri de kayboldu.”25 “Kenan ülkesine, babaları Yakup'un yanına varınca, başlarına gelenleri ona anlattılar…”26 Hz. Yusuf tarafından Kenan’dan Mısır’a davet edilen Hz. Yakup ve İsrailoğullarının yeni yurtları Mısır’ın Goşen bölgesidir. “Hemen babamın yanına gidin, ona oğlun Yusuf şöyle diyor deyin: 'Tanrı beni Mısır ülkesine yönetici yaptı. Durma, yanıma gel. Goşen bölgesine yerleşirsin; çocukların, torunların, davarların, sığırların ve sahip olduğun her şeyle birlikte yakınımda olursun.”27
Anlaşılacağı üzere Kur’an’da Hz. Yusuf’la ilgili sadece “Mısır” Mekân/Coğrafyası isim verilirken; Tevrat’ta ise Hz. Yusuf’un hayatına dair hemen hemen tüm Mekân/Coğrafyaların ismi verilmektedir. Yine anlaşılacağı üzere Hz. Yusuf’un kıssasında geçen çoğu olayların mekânı olarak Kur’an’da verilen coğrafya ile Tevrat’ta verilen coğrafya aynıdır. Kur’an’da verilmeyen, Tevrat’ta ise isimleri açıkça zikredilen coğrafya isimleri, Kur’an’ın reddetmediği en azından sessiz kaldığı bilgilerdir. Bu yüzden kadim tefsir ve tarih kitaplarında Kur’an’ın Yusuf kıssasının mufassallaştırılmasında yararlanılmıştır. Buna mümasil bu coğrafyalarda ticaret seferlerinde bulunan cahiliye dönemi Arap tacirleri mezkûr coğrafyalar hakkında hem şahsen hem de rivayet olarak bilgi sahibi olmuşlardır.
Bunun yanı sıra onların Mekân/Coğrafya bilgileri, ticaret kervanları yolculukları esnasında bilfiil gördükleri veya bu olay veya şahısların yaşadıkları coğrafyalara dair sözlü olarak duydukları bilgilerden oluşmaktaydı. Kur’an bu olguya dair şunları beyan eder: “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.”28 “Âd ve Semûd'u da (helâk ettik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır.”29 “İşte bu, helâk olmuş memleketlerin haberlerindendir ki, onu sana anlatıyoruz. O memleketlerin bazısının izi kalmıştır, bazısı da ekin gibi biçilmiş yok olmuştur. ”30
Son olarak şu örneği verelim. Hz. Lut’un yaşadığı Mekân/Coğrafya’ya dair Kur’an-ı Kerim’de yazılı hiçbir bilgi olmamasına rağmen Hz. Lut’un yaşadığı Mekân/Coğrafya’nın Cahiliye Arap toplumunca bilindiği, Kur’an-ı Kerim tarafından şöyle ifade edilmektedir. “Hani biz Lût'u ve ailesinin hepsini kurtardık. Ancak geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Sonra diğerlerini yok ettik. (Ey insanlar!) Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin Ve geceleyin. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”31 Kur’an’ın “….onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin Ve geceleyin…” diye dikkat çektiği mahal Mekke ve Medineli tüccarlara ait kervanların geçtiği güzergah üzerinde olan Tevrat’ta “Sodom” ve “Gomora” olarak isimlendirilen yerdir. Bakınız, Lut’un ve kavminin yaşadığı bu mevki Araplarca bizatihi bilinirken; Yahudi ve Hıristiyanların, Tevrat ve İncil kitapları aracılığıyla da ayrıca mufassallaştırabilmekteyiz. Tevrat bu hususta ne diyor bakalım: “İki melek akşamleyin Sodom 'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı.”32 “RAB Sodom ve Gomora'nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.”33 İncil ise şöyle açıklama yapar: “Size doğrusunu söyleyeyim, yargı günü o kentin hali Sodom'la Gomora bölgesinin halinden beter olacaktır.”34
Görülüyor ki, Kur’an, kıssalarını beyan ederken, bu kıssalara ait yer, şahıs ve diğer tarihsel unsurlara ait –tam manada olmasa bile- Arap toplumunca bilinen tarihsel olgular üzerinden hareket etmektedir. Lut kıssası ile verdiğimiz örnekte olduğu gibi Kur’an’ın ilk muhatap toplumu, çifte malumat! –hem şifahi veya bizatihi kendilerince edindikleri bilgi, hem de kutsal kitaplardaki malumat- sahibidirler. Ki, bu yüzden Kur’an, kıssalarında, tarihsel unsurlar üzerinde mücmel olarak durmuş asıl gayretini! Tevhid ve hidayet nitelikli mesajını önceleyen bir tarzda kıssalarını vazetmiştir. O halde Kur’an’da, Mekân/Coğrafya eksikliği arayarak, Kur’an kıssalarında tarihsel/vakiilik eksiklik/zafiyeti! öne sürmek mümkün müdür?
Sonuç:
Kur’an-ı Kerim, kıssalarını beyan ederken onların tarihsel öğelerini, konumuz açısından vurgularsak Mekân/Coğrafya’ya dair bilgileri çoğunlukla hazfetmiştir. Bunun bir sebebi Kur’an kıssalarının, Kur’an’ın nazil olmasından önce inmiş olan Tevrat ve İncil gibi kitaplarda da yer almasındandır. Çünkü bu kadim kitaplarda da Kur’an’da vazedilen çoğu kıssa, benzer şekilde yer almaktadır. Üstelik Tevrat ve İncil kitaplarında anlatılan kıssalarda tarihsel öğelere detaylıca yer verilmiştir. Bu nedenle Kur’an’ı Kerim, bunlarda yer alan tarihsel öğeleri aynen tekrar etmemiş bilakis tevhid ve hidayetle ilgili konulardaki muharref unsurları tashih etmekle yetinmiştir.
İkinci sebep ise Kur’an’da anlatılan kıssalara ait coğrafyaların Arap toplumunun yaşadığı Hicaz Yarımadası ve çevresi coğrafyalardan seçilmiş olmasıdır. Kur’an’ın muhatabı olan gerek Mekke gerekse Medine’de yaşayan Araplar ticari veya diğer seyahatleri ya da bura halklarına dair sözlü rivayetlerle, Kur’an kıssalarında bahsedilen Mekân/Coğrafyalardan haberdar olmuşlardı. Bu yüzden Kur’an vazettiği kıssalarında tarihsel öğeleri değil, tevhid ve hidayete yönelik unsurlara ağırlık vererek, mesajlarını ulaştırmıştır.
Dolayısıyla inanç açısından çok şey değiştirmeyecek, Mekân/Coğrafya bilgisini; hitabettiği Arap toplumu arka planında bulunmasından dolayı hazfetmesi, Kur’an kıssalarının tarihsel/vakilik olgusuna halel getirmez. Israrla Kur’an kıssalarında böyle bir eksiklik veya zafiyet oluşturmaya çalışarak, Kur’an kıssalarındaki eksiklikleri tamir kasdıyla, Hıristiyan teolojisinin icat ettiği İncil’i anlama menşeli çeşitli ilmi metotlarla, yorumlar getirerek, İslam’ı modern algıya modifiye etmeye çalışmak beyhude bir uğraş olacaktır kanaatindeyiz.
Dipnotlar:
1- Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.83, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
2- Hikmet Zeyveli, II. Kur’an sempozyumu, s. 98, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
3- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.265-266, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
4- Hikmet Zeyveli, I. Kur’an sempozyumu, Müzakereler I, s. 142, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1994.
5- İzzet Derveze, Kur’an’ı Anlamada Usul, s.135,Ekin yayınları, İstanbul-2008.
6- Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 105, Fecr yayınları, Ankara-2002.
7- Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 112-113, Fecr yayınları, Ankara-2002.
8- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.207, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
9- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.94, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
10- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.76, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
11- Hikmet Zeyveli, I. Kur’an sempozyumu, Müzakereler I, s. 142, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1994.
12- Kur'an/2Bakara /91.
13- Kur'an/3Ali İmran /3-4.
14- Kur'an/26Şuara/196-197.
15- Kur'an/2Bakara /75.
16- Kur'an/5Maide /15.
17- Kur'an/2Bakara /211.
18- Kur'an/17Isra /101.
19- Kur'an/12Yusuf /21.
20- Kur'an/12Yusuf /99.
21- Tevrat/Yaratılış37/12-13.
22- Tevrat/Yaratılış37/28.
23- Tevrat/Yaratılış39/12.
24- Tevrat/Yaratılış41/40-41.
25- Tevrat/Yaratılış42/13.
26- Tevrat/Yaratılış42/29.
27- Tevrat/Yaratılış45/9-10.
28- Kur'an/30Rum/9.
29- Kur’an/29Ankebut/38.
30- Kur'an/11Hud/100.
31- Kur'an/37Saffat/134-138
32- Tevrat/Yaratılış19/1.
33- Tevrat/Yaratılış19/24.
34- İncil/10Matta/15.
YAZIYA YORUM KAT
Selamün aleyküm, katılımınızı sonradan gördüm. Bu yüzden gecikmeli cevap veriyorum. Evet İsyan edene kadar Şeytan, Melek'lerden idi İsyan ettikten sonra İblis/Şeytan vasfını aldı ontolojik olarak meleklerden farkı yoktur. "Hani biz meleklere Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu." "Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn" 2/bakara/34 Adem için secde edilme emri verilenler, Meleklerdir. Her ne kadar meallerde parantez içi dolgularla, tefsirlerde yorumlarla bir takım varlıklar yazılsa da, bu yaratılış sahnesinde sadece Allah, Melekler ve Adem vardır. Meleklerin asi olanı İblis vasfını kazanır ancak yapısal mahiyeti (ateş)"Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi." (7/araf/12) yani Meleklerle aynı olan mahiyeti değişmez. Allah'a emanet olun.
Yanıtla (0) (0)Cengiz Bey bu yazı ile ilgili son yorumunda Şeytanın meleklerden olduğunu yazıyor, acaba öylemi? Ceva verirseniz sevinirim. Saygılar
Yanıtla (0) (0)Dördüncü sorunuzda; "Keza Tanrının insanı yaratırken meleklere danışması kıssası da sembolik değil midir.Melekler daha yaratılmamış insanın kan dökücü olacağı hakkında nasıl fikir beyan edebilirler." demektesiniz.
Yanıtla (0) (0)Meleklerin bilgi sahibi oldukları şu ayetle sabittir: "Allah da onlara(meleklere): Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi."(Bakara/30) Dolayısıyla Meleklerin bir bilgisi olduğu muhakkaktır. Ancak, Kur’an-ı Kerim’deki, yaratılış/Âdem sahnesindeki Meleklerin, Cenabı Hakk’a, yarattığı insan hakkında sordukları olumsuz soru, müfessirler tarafından yanlış değerlendirilerek; gaybi bir konu olan Adem'den önce gelen "Adem nesil"leri faraziyesi ile cevaplandırılmıştır.Kur'an'daki gayb kavramını aşan bir tez geliştiren müfessirler, hakkında hiç bir bilgi sahibi olmadıkları Adem öncesi "Adem nesiller" faraziyesini ortaya atmışlardır. Oysa “(Melekler)....yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? Dediler…” ayetindeki
"...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı...." ifadesi; Yaratılıştan "önceki geçmişe" değil, Yaratılıştan sonraki "geleceğe" teşmil edilerek anlaşılması gereklidir. Çünkü Meleklerden biri olan Şeytan'ın da gelecek hakkında bir bilgisi olduğu ve buna istinaden şöyle bir istekte bulunduğu anlaşılmalıdır. "İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu." (Araf/14-15)
Yaratılış kıssasını sembolik addetmek için elimizde sahih bir delil yoktur. Kur'an'ın
Gayb sınırları içersinde kalarak kıssayı anlamak; yeryüzündeki tevhid ve küfür mücadelesi ve taraflarının metodlarını anlamamız açısından önem arzetmektedir. Allah'ın, Meleklerin, Adem'in konuşmalarını temel alan muhavere ortamını; Allah'ın eli, istivası v.b diğer anlatımlarda olduğu gibi tevil ederek anlamak gerekmektedir. Hiçbir şeye benzemeyen Allah ve vasıfları belirsiz olan meleklerin konuşmaları, Cenabı Hakk tarafından nasıl insan algısına sunulacaktı?
Selamün aleyküm, Birinci sorunuz olan; “Kuran'da geçen "akleden kalpler" ifadesi hakiki mi, mecazi midir? Yani gerçekten insan kalbi ile mi düşünür, düşüncenin merkezi kalp mıdır? Yoksa bu ifade o zamanki Arapların anlayışına uygun olarak gelmiş mecazi bir ifade midir?” in açıklaması olarak; 1986 yılına ait Kelime dergisinde yayınlanmış olan, Muhammed Tevfiq Sıdqı’ya ait “Kalb kelimesinin Kur’an’da kullanımı” başlıklı yazısından alıntılar sunuyorum.
Yanıtla (0) (0)Filan adam mecnun’dur denir. Bununla adamın “akıl hastası” olduğu anlatılır. Oysaki başlangıçta bu kelime böyle bir adamın cin etkisinde kaldığı şeklinde batıl bir inançtan kaynaklanarak konmuştur. (…..) “Abqar” kelimesi Arapların inancına göre cinler ülkesinin ismidir. Fakat giderek harikulade her şeye o ülkeye nispet edilmiştir. Kur’an’daki “Yeşil yastıklara ve harikulade güzel halılara yaslanırlar.” (55Rahman/76) ayetinde geçen; “…Ve abqarriyyin hisan”; ve Abqar’lı halılar” ibaresi “harikulade , nefis halılar” manasınadır. Oysaki Abqar ülkesi hayallerin dışında var olmamıştır.
“Kalb” kelimesi bir şeyin ortası özü demektir. Bundan dolayı “yürek”e de kalb denmiştir. Çünkü Araplar yüreği (kalbi) düşünce ve tefekkürün merkezi olarak bilmekteydiler. Giderek akla da kalb demeye başladılar Bu kullanım bir şeyin mahallini o şeyle isimlendirmek şeklindeki bir mecâz-ı mürsel sanatıydı. Bazı kullanımlarda akıl ve kalb kelimeleri eşanlamlı isimler olarak görülmeye başlandı. Eskiler ve yeniler, artık bu kullanımın doğru bir temele dayanıp dayanmadığına aldırış etmemişlerdir. “Güneş battı” ve “güneşin doğdu” sözleriyle de güneşin bize nazaran ufukta kaybolması ve ufkun üzerine çıkması kasdedilir. Bu olaylar ister güneşin, ister dünyanın hareketi sonucu meydana gelmiş olsun, önemli değildir. Çünkü dünya ve ya güneşin dönmesi gibi konular, halkın kelime türetme geleneğinden veya konuşma ve tabirlerindeki terimlerden uzak şeyler olmalıdır.
Bu örneklerde olduğu gibi, her dilde, aslında doğru olmayan inanç ve düşüncelerden kaynaklanan kelime türemeleri vuku bulmuştur. (….) Orta Amerika’nın doğusundaki adalara “West İndies” Yani Batı Hind adaları denir. Buna sebep Amerika’nın ilk kaşifi “Kristof Kolomb”un bu adalara vardığında Hindistaná ulaştığını sanması ve adalara bu ismi vermesidir. İnsanlar bu yanlışı bildikleri halde günümüze kadar aynı ismi kullanabilmişlerdir. (….) Tıpta bir Tenya türüne “Taenia Solivm” denilmektedir. Bunun manası tek şerit demektir. Bugün bir insan bağırsağında bu Tenya’dan çok sayıda bulunduğu bilinmesine rağmen tıp otoriteleri aynı kelimeyi kullanmakta ısrar etmektedirler. (….) Bugün bir tür sinir hastalığına Hysteria” denmektedir. Bunun Yunanca’daki manası “Rahim” demektir. Eskiden bu hastalığın rahimdeki bir illetten kaynaklandığına inanılıyordu. Tıp otoriteleri, yanlışlığını bildikleri halde hastalığın ismini değiştirmemişlerdir.
Yanıtla (0) (0)Bütün bunlardan sonra şu ayete bakalım: “Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki akleden kalbler’e, işiten kulaklar’a sahip olsunlar. Aslında kör olan gözler değil fakat göğüslerdeki kalblerdir.” (22Hacc/46)
Ayetin ilk bölümündeki kalbler aslında “akıllar” anlamındadır.Fakat ayette “akleden akıllar” demiyor, çünkü ifade düşük olurdu: “akleden beyinler” de demiyor, çünkü Araplar beynin bu özelliğini bilmiyorlardı ve dolayısıyla böyle bir ifade de onlarca yadırganırdı. Kur’an da bu tür fizyolojik bilgileri öğretmeyi hedeflemiyordu, önemsemiyordu da. (…..) Ayetin son bölümündeki ”kalb” kelimesine gelince, bununla insanın göğüs kafesinde bilinen uzvu (yani yüreği) kasdedilmiştir. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: “…Onların öğüt ve ibretlere karşı körlüğü (duyarsızlığı) gözlerinin körlüğünden değil, göğüslerindeki kalblerinin körlüğündendir.”(….)
İki konuda fikrinizi almak istiyorum. Cevap verirseniz memnun olurum.1.Kuran'da geçen "akleden kalpler" ifadesi hakiki mi, mecazi midir? Yani gerçekten insan kalbi ile mi düşünür, düşüncenin merkezi kalp mıdır? Yoksa bu ifade o zamanki arapların anlayışına uygun olarak gelmiş mecazi bir şifade midir?2.Kuran'da sembolik kıssalar var mı? Mesela İbrahim Peygamberin Tanrının varlığına ve birliğine olan istidlali sembolik değil midir? Bir hakikati bir temsil ile anlatmıştır yani bir istiaredir. Hiç kimse yıldızları, ayı, güneşi ne zaman ilk gördüğünü bilmez.Keza Tanrının insanı yaratırken meleklere danışması kıssası da sembolik değil midir.Melekler daha yaratılmamış insanın kan dökücü olacağı hakkında nasıl fikir beyan edebilirler.Selam ve saygılarımla.
Yanıtla (0) (0)gördüğüm kadarı ile yapılan eleştirilerden fazla incinmişsiniz. önem vermeyin. yazılarınız gayet makul ve doyurucudur. yolunuza devam edin. selam ve saygılar.
Yanıtla (0) (0)Cengiz kardeş e çalışmaları için teşekkür eder gayretlerinin devamını dilerim.Kur'an kıssaları mevzuundaki bu makalelerin kitaplaştırılacağı ümidiyle,Allaha emanet olunuz.
Yanıtla (0) (0)Selamün aleyküm, değerli Hocam, yazılarımıza ilginize teşekkür ediyorum. Tespitleriniz çok doğru. Yayınlanan mezkur çalışmalarımız haricinde "İsrailiyat nedir" "Kıssalarda İsrailiyat olgusu" "Kur'an'daki Tevrat tanımları üzerine" "Kur'an-Tevrat-İncil bağlamı nasıl anlaşılmalıdır" başlıklı nice çalışmalar bizi bekliyor. Ancak, ne vaktimiz ne de kapasitemiz buna yetişebilmekte... Bence yazılarımızda, bizi anlayan kardeşlerimizi baz alıp onlara Kur'an kıssalarının anlaşılmasına dair metodolojiyi benimsetebilir ve bunu bir sistem olarak otutturabilirsek, belki bu aşamayı yaymayı onlara devrederek diğer konuları işlemeye başlayabiliriz. Dolayısıyla bize gelen subjektif eleştirileri kale almadan yolumuza devam edeceğiz. Bizim hedefimiz, bugünü baz alarak, gelecekteki Kur'an kıssalarının doğru anlaşılması anlayışına egemen olmak, bu yolda çığır açmak olmalıdır. Şimdi kasıtlı ya da kasıtsız olarak, çalışmalarımızın anlaşılmadığı, ya da uygun olmadığı eleştirileri yapılsa da gelecekte bu gayretimiz, tam istenilen yere oturtturulacaktır. İnşaallah. Allah'a emanet olun.
Yanıtla (0) (0)Değerli kardeşim, ağabeyim Cengiz Duman.
Yanıtla (0) (0)Kur'anın teyid ettiği Eski Kitabların bir arka plan olduğu konusundaki fikirler bir çok kimse tarafından İsrailiyat olarak Değerlendiriliyor. Özellikle İbadet, muamelat, hüküm mercii olmadığı vurgusuna, ve tevhid konusundaki bozulmaların Kuran tarafından düzeltilip, açıklandığını vurgulamamıza rağmen yine de aşırı karşı reaksiyoner tavırlarla Tevrat ve İncil'in okunmasına bile karşı çıkılıyor. İsrailiyat'ın kaynakça olarak, ancak Tevrat harici metinler olarak değerlendirileceğini ama özellikle bie mentalite olduğunu kavramamız gerek. Aksi halde kelimelerin anlamının saptırılmasının, birtakım Kuran meal ve tefsirlerinde de gerçekleştiğini göremeyeceğiz.
Eski Kitapların okunmasının yasak edildiği rivayetlere, hadis yazımının yasak edildiği rivayetler ve en nihayetinde, kim Kuranı aklına göre tefsir ederse rivayeti eklenerek döngü tamamlanıyor. Sonuçta ne zemin, ne de zemini değerlendirecek akıl kalıyor. Mufassallaştırma çalışmalarınızı önemsiyor ve bu mantığın sünnet dahil konularda da çıkış noktası olacağına inanıyorum.
Selam ve dua ile.