Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları -1
1- Kur’an kıssalarında tarihsellik/vakiîliğin sorgulanmaya başlaması:
Kur’an kıssalarının tarihsel/vakiîliğinin aleyhindeki sistematize fikirler, ilk defa, 1947 yılında Mısır’da yayınlanan, Halefullah’ın, El-Fennu’l-Kasasi adıyla meşhur teziyle gündeme gelmiştir. Halefullah’ın, Kur’an kıssaları hakkındaki bu fikirlerinin Türkiye’deki sözcüsü konumundaki şahsiyet olan H. Zeyveli, Halefullah’ın bu konumunu şöyle tavsif etmektedir: “Bu konuyu ilk defa, ciddi bir şekilde tartışan kişi, Mısırlı âlim Muhammed Ahmed Halefullah olmuştur.”1
Ö. Mahir Alper, Kur’an kıssalarında tarihselliğin ilk defa ve sistematik olarak sorgulanmaya başlanması olgusunun altını şöyle çizmektedir. “Kur'an'daki kıssalara yönelik böyle bir “negatif” ve "eleştirel" yaklaşımı, İslam dünyasında ilk defa olarak, Mısır el-Ezher Üniversitesi'nde, 1950'li yıllarda M. Ahmet Halefullah tarafından hazırlanan el-Fennu'l Kasasi fi'l-Kur'an adlı doktora çalışmasında görmekteyiz.”2
Kur’an kıssalarının tarihselliğini sorgulamak amacıyla 1950’li yıllarda kaleme alınan bu doktora çalışmasıyla, İslam dünyasında başlayan sistematiğe dayalı bu fikri hareket; 90’lı yıllar Türkiye’sine gelindiğinde, Türkiye’deki İslami camiayı da etkilemeye başladığını gözlemlemekteyiz.3
90’lı yılların Türkiye’sinde bu olguyu; İslami camiada ilk defa dile getiren ve savunan kişinin H. Zeyveli olduğu görülmektedir. Zeyveli, bir Kur’an sempozyumunun müzakereleri esnasında yaptığı konuşmada konuyu İslami camianın (dar anlamda akademisyenlere) dikkatine şu sözlerle arz ettiği gözlemlenmektedir. “Bu iki değerli takdimcimizin, mesela bu konuda alternatif olarak yazılan ve gerçekten ilmî bir değer taşıyan Muhammed Ahmed Halefullah’ın el,Fennu’l-Qasasiyyu fi’l- Quran’il-Kerim adlı kitabını okuyup okumadıklarını ben şahsen merak ediyorum.”4
Akademisyenlerin sunduğu tebliğlerin müzakeresinde, dikkatleri, Halefullah’a ve onun Kur’an kıssalarının tarihselliğini sorgulayan tezine yönlendiren bu konuşma; Türkiye’deki İslami camiada bir ilk olması ve kıssaların aykırı bir bakışla sorgulanmasına tevcih etmesi açısından calibi dikkattir.
2- Kur’an kıssalarının tarihsel/vakiliği aleyhine iddialar:
1947 yılında Mısır’da yayınlanan, Halefullah’ın, El-Fennu’l-Kasasi adlı tezindeki Kur’an kıssalarının tarihselliğine dair iddiaları şöyledir: “Kur’an tarih biliminin temel unsurlarından zaman ve mekânı belirtmemiştir. Kur’an’da zaman belirten tek bir kıssa yoktur (...) Kur’an’ın insan zihnini sadece arızi (kasıtsız) olarak yönelttiği az sayıdaki mekân isimleri bir tarafa bırakılacak olursa, Kur’an neredeyse mekan unsurunu da belirtmemiştir (...) Kur’an kıssalarında, şahıs isimlerine hiç yer verilmemiştir (…) Kur’an olayların verilişi ve anlatımlarında kronolojik ve doğal sıralamaya dikkat etmemektedir. Sıralamaya aykırı davranmakta ve onu değiştirmektedir.”5
Türkiye’deki İslami camiada ise H. Zeyveli, Halefullah’tan etkilendiği anlaşılan ve Kur’an kıssalarının vakiîliğini sorgulayan iddialarını, iki ayrı tarihte yaptığı konuşmalarda farklı şekillerde şöyle dile getirmiştir. “Tarihi öğe dediğimiz zaman, önce tarihi, yani zamanın belirli ve muayyen bir tarihini ya da coğrafya ve şahıslarını kastediyoruz. Bunlar tarihin belli başlı öğeleri iken, Kur’an, ( Kur’anın, ) birçok yerinde bu üç öğeyi de tamamen ihmal ettiğini müşahede etmekteyiz.”6 H. Zeyveli’nin, 1994 yılında yaptığı bu konuşmasında, Kur’an-ı Kerim kıssalarında; Zaman, Coğrafya ve Şahıslar olmak üzere, üç adet tarihsel öğe belirtilmektedir.
Yine Bilgi vakfı tarafından 1996 yılında tertip edilen, II. Kur’an Sempozyumu’nda ise, ‘94 yılında Kur’an kıssalarındaki tarihsel öğeler olarak dile getirdiği üç ana öğeyi genişlettiğini ve Halefullah’ın tezindeki tasnifle aynılaştırdığını gözlemlemekteyiz. “Gerçekten tarihî olayların özelliklerini gözeterek Kur’an kıssalarını incelediğimizde, onların, tarihî olayların vazgeçilmez karakteristik öğelerinden mahrum oldukları görülür. Bilindiği gibi tarihî olaylar sadedinde:
1- Zaman,
2- Mekân,
3-Şahıslar,
4- Kronoloji,
5- Olayların bütünlüğü önem arz etmektedir ki:
* Kur’an’ı Kerim hiçbir kıssasında zaman verilmemiştir.
* Kur’an’da öyle kıssalar vardır ki, ne zaman, ne mekân ve ne de şahıs isimleri yer almaz.
* Kur’an’da ‘Yusuf kıssası’ istisna edilirse hiçbir kıssa bütün olarak verilmemiştir. Aksine parçalar (Fragmanlar) halinde serdedilmiştir. (...)
* Kur’an kıssalarında olayların meydana geliş sırası (kronoloji) da her zaman dikkate alınmamıştır. (...)
* Kur’an kıssalarında bir olayın bütün olarak anlatımı da hedeflenmemiştir. Bazen bir kıssanın bir bölümü ile diğer bölümü arasında büyük zaman atlamaları görülür. (…)”7
Yukarıda örneklendirdiğimiz, farklı coğrafya ve farklı zaman dilimlerindeki, farklı iki şahsiyet tarafından dillendirilen bu tasnifler incelendiğinde anlaşılacağı üzere; Kur’an kıssalarındaki tarihsellik unsurları hakkında Mısır ve Türkiye’de yayınlanan bu iddialar bir fotokopi gibi birbirinin aynısıdır. Yani H. Zeyveli, Mısır’lı akademisyen Muhammed Ahmed Halefullah’ın tezini aynen yansıtmaktadır. Nitekim bu olgu, II. Kur’an Sempozyumu’na katılan bir akademisyen tarafından şöyle vurgulanmaktadır: “İslam dünyasında Sayın Hikmet Zeyveli’nin sözünü ettiği Muhammed Halefullah’ın yorumları bu tür çalışmaların etkisinde kalınarak yapılmış yorumlar gibi görünüyor.”8
İddiaların hedefi bellidir. Kur’an kıssalarının vakiliği veya tarihselliğinin sorgulanması!.. Nitekim H. Zeyveli bunu şöyle ifade etmektedir: “Kur’an kıssaları hakkında söz konusu olan en önemli tartışma onların vakiîliği veya tarihselliği meselesidir.”9 H. Zeyveli bu tespiti ile, Kur’an kıssalarının anlaşılması ve yorumlanmasında, Tarihsel/vakîlik açısından sorunların oluştuğunu izhar etmektedir.
Halefullah ise, Kur’an kıssalarının anlaşılma ve yorumlanması üzerindeki problemi dile getirerek alternatif olarak hazırladığı tezinin amacını şöyle beyan etmektedir: “Bu tür iddiaların meydana çıkmasının nedeni, bizatihi Müslümanların, Kur’an kıssalarını, tarihsel temele göre anlama üzerindeki ısrarlarıdır. Şayet bu metodu bırakıp, Kur’an’ı sanatsal-edebî metoda göre anlamaya çabalasalardı… müşriklerin ve misyonerlerin yollarına engel koymuş olurlar, onların, peygamber (s) ve Kur’an’a saldırmalarına mani olmuş olurlardı.”10 Dolayısıyla Halefullah, bu ifadesi ile, İslam tarihi boyunca; müfessirlerce, kıssaların, tarihsel/vakiî olarak anlaşıp yorumlandığını açık olarak beyan etmektedir. Tezinin başka yerinde bu hususu bir şu şekilde beyan etmektedir. “Müslümanların bu ölçütü kabul etmeleri, Müslüman tefsircileri, Kur’an kıssalarını anlama ve tefsir etme hususunda kıssalara sanatsal-edebî açıdan değil, tarihsel açıdan bakmaya yöneltmiştir.”
Bu ifadesi ile aynı zamanda kendisi ve Kur’an kıssaları hakkındaki görüşünün, marjinal bir görüş olduğunu da ihsas eden Halefullah, kadim geleneğin karşıtı olarak, Kur’an kıssalarını, sanatsal-edebî açıdan anlama ve yorumlama tavrını da aşikâre olarak yansıtmış olmaktadır.
Bu yazımızda, M. Halefullah ve H. Zeyveli’nin dile getirdikleri, Kur’an kıssalarının tarihsel unsurları sistematiğinden ilki olan ’zaman’ unsuru üzerinde yoğunlaşacağız.
Kur’an kıssalarındaki ‘zaman’ unsuru hususunda Halefullah şöyle bir tespitte bulunmaktadır: “Kur’an, tarih biliminin temel unsurlarından zaman ve mekânı belirtmemiştir. Kur’an’da zaman belirten tek bir kıssa yoktur.”11 H. Zeyveli ise bu hususa şu şekilde vurgu yapmaktadır. “Kur’an’ı Kerim’in hiçbir kıssasında zaman verilmemiştir.”12
Dolayısıyla, her iki yazarın da Kur’an kıssalarının anlaşılma ve yorumlanmasında problemler olduğunu iddia ederek mevcut sorunu, modern Tarih bilimi nezdinde sorguladıklarını gözlemlemekteyiz.
Her iki yazarın kuvvetle vurgu yaptıkları Tarih Bilimi ve O’nun unsurlarının, hem Kur’an’ın nüzul dönemi ve hem de günümüz karşılıkları üzerinde durmadıklarını da ayrıca müşahede etmekteyiz. Yani, bu tarihsel unsur; ‘zaman’, neyi kapsamaktadır? Kur’an, nüzul sürecinde bunu nasıl ifade edebilirdi? Bu unsurun beyan edilmesinin muhataplara nasıl bir yararı olabilirdi, gibi detaylara değinilmemiştir. Dolayısıyla biz, öncelikle modern bir bilim dalı olarak “Tarih”’in tanımı ve kapsamı üzerinde durarak, “zaman” konusunu açmaya çalışalım.
3- Tarih’in tanımı:
Öncelikle Tarih’in bir bilim mi yoksa disiplin mi olduğunun tartışmalı olduğunu belirterek konuya başlayalım. “Tarihi bir ilim olarak değil; fakat, bir disiplin olarak adlandırdık. (...) Tarih, ilmin tanımına uymamaktadır; O matematik gibi soyut ispatlamalardan ibaret değildir. Tabiat ilimlerinde olduğu gibi uygulama yoluyla doğruluğu tahkik edilemez.“13 Buna göre yapılan tarih tanımı şu şekildedir: “Tarih, insanların geçmişini inceleyen ve onların sosyal kapsamlı eylemlerinin bir tablosunu takdim eden bir disiplin olmalıdır.”14
Tarihi bir bilim olarak kabul edenler açısından yapılan Tarih tanımı ise şöyledir: “Tarih, en basit ifadeyle ‘geçmişin bilimi’ olarak tarif edilir. Ancak tabii ki bu eksik bir tariftir. Tarih, insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan olayları; zaman ve yer göstererek anlatan, olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini gösteren bir bilim dalıdır. Tarih, geçmişin olaylarını, kaynak malzemelerin eleştirel bir incelemesine dayanarak, kronolojik bir tutarlılık içinde irdeler, genellikle bunların nedenleri konusunda açıklamalarda bulunur. Tarihçi, olayları bizzat görme imkânına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuarda gözlemleme imkânından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür. Geçmiş ise herkese farklı bir ışık altında görünür. Tarihçi, yazmış olduğu eserinde, kendi duygu ve düşüncelerine de yer vermiştir. Tarihin konusu, tabiatıyla, geçmiş zamandır.”15
Tarihin bu tanımı içerisinde dikkat çeken en önemli husus; “…Tarihçi, olayları bizzat görme imkânına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuarda gözlemleme imkânından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür…” diye ifade edilen kısmıdır. Dolayısıyla, Modern Tarih’i yazan bir insandır ve kaleme alınırken veya aktarılırken, yazan; kendi anlayışına göre indî ve izafi çeşitli tasnifler yaparak kaleme almakta ve böylece muhataplara aktarmaktadır.
Bu yüzden, ‘Tarih Tenkidi’nin geliştirilerek, Tarih yazanın, yazdıklarının da tetkik edilmesi ve bunlar muvacehesinde doğruluk testi yapılması gerektiği öne sürülmüştür. “Tarih Tenkidi, tarihte doğruyu yanlıştan ayırt etmeye tahsis edilmiş bir metoddur. (...) Tarih, ancak; metodu, Tarih Tenkidi sayesinde ve yardımcı ilimlerin müdahalesiyle bir ilimdir. Bunun içindir ki, araştırma, açıklama ve kontrol tarzının ciddiliği sebebiyle, geniş manada, Tarih’in bir ilim, -beşeri ilimlerin en beşerisi- , (ya da), olduğu müdafaa, (ya da), edilebilir.” 16
4- Zaman olgusunun tasnifi:
Milyon ya da milyarlarca yıla tekabül eden bir olgu olan Tarih’in geriye doğru incelenmesi oldukça zor veya hiç mümkün gözükmemektedir. Bu yüzden devasa ‘zaman’ olgusu; kaba tasniflerle, bölümler veya konular örnekliğinde daraltılarak, incelenen tarihsel alan, anlaşılabilir veya idrak edilebilir hale getirilmeye çalışılmıştır. Buna göre yapılan bir tarihsel zaman tasnifi şöyledir:
“1. Zamana göre sınıflandırma: (Ortaçağ Tarihi, 15. Yüzyıl tarihi gibi...)
2. Mekâna (Yere) göre sınıflandırma: (Türkiye Tarihi, Avrupa Tarihi gibi...)
3. Konuya göre sınıflandırma: (Tıp Tarihi, Sanat Tarihi gibi...)
Tarihin sınıflandırılmasının sebebi: Öğrenmeyi, öğretmeyi ve araştırmayı kolaylaştırmaktır.”17
Dolayısıyla, tarihi inceleyen ve kaleme alan tarihçi, belli sınıflandırmalara gitmek zorundadır. Hal böyle olunca; “…Tarihçi, olayları bizzat görme imkânına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuarda gözlemleme imkânından mahrumdur….” ifadesi gereği; binlerce, milyonlarca yıl geriden gelen bir zaman kesiti hakkında yapılan bu tasnifler tamamen indî ve izafi olmakta; kesinliği olmayıp, çoğunluğu tahmin veya varsayıma dayanmaktadır.
Bu indî ve izafilik olgusunu örneklendirelim. Bir başka açıdan tarihsel zaman şu şekilde tasnif edilmiştir:
“1)- Taş devri,
a)- Eski taş(Kabataş) Devri
b)- Orta taş (Yontma taş) Devri
c)- Yeni taş (Cilalı Taş) Devri
2)- Kalkolitik(Taş-Bakır) devri,
3)- Tunç Devri” 18
Bilinmeyen, idrak edilmesi veya doğrulanması mümkün olmayan binler, milyonlar yıla tekabül eden süreç, insani bir algılama ile takribi olarak zamansal bölümlere tabi tutulmaktadır. Örneklendirdiğimiz bu tasnif de tamamen indî ve izafidir. Neden? Hemen izah edelim. Tevrat’ın Tekvin babında; yeryüzünde yaşamaya başlayan ilk insan Âdem ile eşi Havva soyundan gelen insanların, maden işlediği anlatılmaktadır. “Silla Tuval-Kayin'i doğurdu. Tuval-Kayin, tunç ve demirden çeşitli kesici aletler yapardı. Tuval-Kayin'in kız kardeşi Naama'ydı.”19 Dini bir kaynak olan Tevrat’taki bu anlatımı kale almayan ve taşlara göre yapılan mezkûr tasnif; Tarih yazarına göre ve tamamen indî ve izafi olarak bölümlemiş ve Tevrat’ın bildirdiğinin aksi bir sınıflama ortaya atılmıştır. O halde, bu zamansal tasnif nasıl doğrulanacak veya neye göre bu tasniflere itibar edilecektir?
“Zamanı çağlara bölmek yapay bir bölme işlemidir. Mesela: İstanbul'un fethi, Avrupa ve Asya’yı etkileyen önemli bir tarihi olaydır. Ancak bu olay o sırada Amerika ve Afrika kıtasında yaşayan insanları doğrudan etkilememiştir. Yine Mısır ve Mezopatamya'daki insanlar yazıyı kullanırlarken, dünyanın diğer bölgelerindeki insanlar ancak yüzlerce yıl sonra kullanmışlardır. Tarih Öncesi devirler (Prehistorik devirler), insanların varoluşundan, yazının icadına kadar olan döneme denir. Tarih Öncesi devirlerin birbirinden ayrılmasında kullanılan araç ve gereçlerin niteliğine bakılmıştır. (...) Konumuz açısından irdelediğimizde, Tarih’in bir unsuru olan zaman; binlerce, milyonlarca yıl geriden gelen tarihçi için; ‘Zaman’, nasıl tasnif edilecektir? Buna tek cevap, insanlık birikimi vasıtasıyla; yani, ilmi birikimler muvacehesinde olacaktır. Tamamen indî ve izafi olan bu olgu, laboratuarda test edilemeyeceğine ve doğruluğu tasdik ettirilemeyeceğine göre, ne anlam ifade edecektir? “…tarih, kronolojik dilimlere ve çağlara ayrılır: ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ vs. Bu tip bölümleme; kullanışlı, hatta kaçınılmazdır. Fakat tartışmalıdır. Çünkü bütün dünyanın kabul ettiği zamana göre bölümleme ortaya konulabilmiş değildir. Sözgelimi, bugün, tarihte belirlenmiş çağlar, Akdeniz havzası ile Batı Avrupa'nın tarihsel gerçekliğine uygun düşmekte; fakat Hint, Japon veya Çin kültürleri için, bu bölümleme fazla bir şey ifade etmemektedir.”20
Tarihsel olarak zamanın tasnif edilmesi üzerine ilginç bir yorum da, Merhum Ali Şeriati’den gelmektedir. “Bazı dinler mitolojiktir; yani, tarihten önceki devirde (tarih öncesi) ortaya çıkmışlar ve tarihî devreye girmişlerdir. Dinlerden bazıları ise tarihîdir; yani, tarih devresinde meydana gelmişlerdir. Meselâ İslam dini, Yahudilik, Hıristiyanlık…”21 İşte size indî ve izafi bir tasnif daha. Zaman’ın içinde olması gereken tarih, Zaman’dan sıyrılarak Tarih öncesi olarak tasnif edilmektedir. Bunun bilimselliği neresindedir?
Haydi! Tarih’in tasnifi konusunda bir iki örnek daha verelim. “Zamana göre sınıflandırmada, tarihi olaylar çağlara ayrılarak, kronolojik dilimler halinde incelenir. Bu sınıflandırmada Tarih, tarih öncesi çağlar ve Tarih Çağları olarak iki sınıfa ayrılmış, bu sınıflar da kendi içlerinde alt sınıflara bölünmüştür. Zamanın yüzyıllara ayrılarak incelenmesi de mümkündür. On üçüncü yüzyıl (1200-1299) veya on beşinci yüzyıl (1400-1499) gibi tarihi; tarihe damgasını vuran kişilerin isimleri ile anılan bölümlere ayrılarak da değerlendirilir (Mete Han, Attila, Kanuni Dönemi gibi).”22
Son olarak bir başka değişik zamansal tasnif sunarak konuyu tamamlayalım.
“a) İlk Çağ (Eski Çağ): Yazının icadından, Kavimler Göçü’nün başlama tarihi olan M.S. 375 yılına kadar sürdü. Site devletlerinin imparatorluğa dönüşmesi, takas usulünden (değişimden) paralı ticarete geçiş, bu çağın karakteridir.
b) Orta Çağ: 375 yılında Kavimler Göçünün başlamasından, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u aldığı 1453 tarihine kadar devam etti. Bu çağda semavi dinlerin hâkimiyeti söz konusudur. Avrupa’da bu devrin en belirgin özelliği skolastik düşüncedir.
c) Yeni Çağ: İstanbul’un Fethi’nden (1453) Büyük Fransız ihtilali’ne (1789) kadar geçen süreyi içine alır. Keşifler, Rönesans, Reform ve müspet düşüncenin doğuşu, bu çağın özelliklerindendir.
ç) Yakın Çağ: Fransız Ihtilali’nden (1789) zamanımıza kadar olan dönemdir. Demokrasi, milliyet ve hürriyet fikirleri ile ağır endüstri, atom ve uzay çalışmaları bu çağda meydana gelmiştir. Şüphesiz, tarih devrinin başlaması, dünyanın çeşitli yerlerinde farklı zamanlarda olmuştur. Eski Çağ’ın bitimi kimine göre “Kavimler Göçü”, kimine göre de Batı Roma imparatorluğunun yıkılışı olan 476 yılıdır. Bütün tarihçiler aynı olayları başlangıç kabul etmeyebilirler. Bu sebeple, başlangıç ve bitim konularında kesinlik ve ilmi bir değer söz konusu değildir.”23
Tarihin tasniflendirilmesi olgusu hususunda Merhum Ali Şeraitinin vurgularını naklederek, konunun anlaşılmasına biraz daha yardımcı olalım. “Maddenin tarihi şekilsizliktir, tarihçinin görüşüne bağlılığı vardır. Her tarihi görüş ve anlayış açısından onun sınıflandırılması (tasnif) fark ediyor. Binaenaleyh; fiks bir tarihi devre mevcut değildir. Hangi görüş açısından tarihi inceleyelim ki tarihte kaç devrenin mevcut olduğunu görelim dememiz gerekir (...) O halde, tarihte mutlak olan bir devre yoktur. Yani bu gruplandırmalar aynı şekilde tarihte mevcut değildir. Tarihçi kolaylık olsun diye onları zihinsel bir şekilde meydana getiriyor. Âlim, mutlaka bir metoda meselesini yüklüyor ve kendi özel programının açıklığa kavuşması için gruplandırmayı, devrelere ayırmayı meydana getiriyor. “24
Modern Tarih Bilimi’nin, tarihi inceleme ve yazma hususunda gerçekleştirdiği tasniflemelerin doğrulanması veya kesinliğe kavuşturulmasının mümkün olmayan bir ameliye olduğunu gözlemledik; bundan sonrasında takvimsel manada tarih incelemesi ve yazımının durumu nasıldır bunu inceleyelim.
5- Zaman’ın takvimsel olarak izahı:
Tarihin unsurlarından kabul edilen ‘zaman’ unsuru hakkında yapılan bu kaba tasnifler, tarihsel bir öğe olan ‘zaman’ hakkında bize tam anlamıyla bilgi verememektedir. Kabaca yapılan zamansal tasniflerde, daha detay inceleme ve okumalar olan takvimsel anlamdaki bilgi, ayrıca bir sorundur.
“Zaman soyut bir kavramdır. Genel olarak olay ve olguların geçtiği, geçmekte olduğu ve geçeceği süre zaman olarak tanımlanmaktadır. İnsanlar zaman kavramını algılamaya başladıkları andan itibaren geçmişli, şimdiki zamanı ve geleceği daha iyi değerlendirebilmek amacıyla zamanı çeşitli bölümlere ayırmışlar, böylece takvimler ortaya çıkmıştır.”25
Kullanılan takvimlerin en eski ve meşhurları ise Jülyen, Gregoryen, Rumi ve Hicri takvimlerdir. Modern Tarih biliminin itibar ettiği ve “Batı”da kullanılan ilk takvim Jülyen’dir ve başlangıcı Milat’ın biraz öncesine gider. “Jülyen takvimi, Jül Sezar tarafından M.Ö. 46 yılında kabul edilen ve Batı Dünyası’nda, 16. yüzyıla kadar kullanılan takvim. Artık yıl hesaplamasındaki ufak bir fark sonucu, yaklaşık her 128 yılda bir günlük bir kayma oluşturduğu için, yerini Gregoryen takvimi almıştır.”26 “Gregoryen Takvim ya da Miladî Takvim, Jülyen Takvimi’nin yerine, Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı, "1 yıl" olarak kabul eder.”27 Yine Modern Tarih Bilimi’nin itibar ettiği ikinci takvim olan Gregoryen Takvimi’nin kullanılmaya başlanması ise, on beşinci yüzyıl sonlarıdır.
Kullanılan takvim sistemlerindeki ‘zaman’, dünyanın varoluşu ile alakalı tüm tarihi süreci kapsadığı halde her olaya doğru ve kesin uygulanması mümkün dahi olamamaktadır.
O halde, kendi kendimize soralım: Yukarıda üzerinde durduğumuz tarihin unsurlarından olan ‘zaman’ kavramı; Modern Tarih Bilimi’nin çok yakın olan oluşumu ve kullandığı metodik araçlar açısından değerlendirdiğimizde, tam ve kesin tarih olarak nasıl sunulabilecektir?
Modern Tarih Bilimi açısından hal böyle iken, Kur’an-ı Kerim’de anlatılan ve Dünya Tarihi’nin başlangıcı kabul edilebilecek olan Hz. Âdem’in yeryüzünde iskânından başlayarak, Kur’an kıssalarında anlatılan tüm olaylar ve kişilerin yaşandığı/yaşadıkları takvimsel ‘zaman’, Kur’an tarafından nasıl verilebilecek ve muhatapların bunları algılaması nasıl sağlanacaktı.
Yalnız başına bir bilim olan Tarih’in, malzemesi (!) çok daha bol, ulaşabileceği imkânları çok daha geniş iken, Modern Tarih Bilimi’nin bile tam ve kesin olarak sunamadığı, tarihsel unsurlardan biri olan ‘zaman’ı; Kur’an nasıl verebilecekti? Hedefi, “tarih anlatmak” olmayan Kur’an; üstelik mücmel anlatımlarla vazettiği kıssalarındaki tarihsel olay ve şahsiyetlerde, o dönem bile mevcut olamayan zamansal hangi malzeme ile bu olguyu muhataplarına sunabilirdi?
6- Arap Arkaplanı açısından takvimsel veya dönemsel ‘zaman’ kavramı:
Kur’an kıssalarında tarihsel unsurlar arayan H. Zeyveli, genelde Kur’an’ın, özelde Kur’an kıssalarının anlaşılmasında Arap Arkaplanı’nın önemine dikkat çekmektedir. “Dinin anlaşılmasında; dilleriyle Kur’an’ın nazil olduğu Arap toplumunun (ümmiler’in) ma’hudunun (örfünün, arkaplanının) gözetilmesi gerekmektedir.”28
Zeyveli’nin dikkat çektiği Arap arkaplanındaki ‘zaman’ kavramını ise M. Watt şöyle tasvir etmektedir: “Arapların tarihsel perspektifini anlamak için, onların insanlarla ve insan ilişkileriyle çok ilgilendikleri; fakat, bunu, olayların birbirini takip ettiği yarı matematiksel düz bir çizgi şeklinde tasarlanmış düzenli bir zaman çerçevesinde algılamadıklarını tespit etmek durumundayız.”29
Binaenaleyh Kur’an’ın nüzul döneminde ve onun öncesindeki Arap Arkaplanı’nda, günümüz Tarih anlayışındaki ‘zaman’ kavramı bulunmamaktaydı. Kabile düzeninde yaşayan Cahiliye Arapları’nın; Jülyen Takvimi’ni kullanan Romalılar’dan bu olguyu alıp, tarih anlayışlarına adapte etmeleri de mümkün olmadığına göre; Arap Arkaplanı’na hitap eden Kur’an’ın; kıssalarında tarihsel bir olgu olarak ‘Zaman’ unsurunu kullanması mümkün gözükmemektedir. Kur’an, tamamen Cahiliye Arapları’nın bildikleri, anladıkları somut veriler üzerinden onlara hitap etmiştir. Dolayısıyla, onların arkaplanında mevcut olmayan tarihsel ‘zaman’ unsuru ile onlara hitap etmesi de mümkün değildir.
Hal böyle iken, Halefullah ve H. Zeyveli’nin; Kur’an Kıssaları’nda tarihsel bir unsur olarak ‘zaman’ unsuru ve onun yansımaları olan takvimsel ve tasnifsel olgular aramaları anlamsızdır. Tüm bu tarihsel mekanizmalar modern çağın yapılanma ve yansımaları olarak çok yakın tarihte gerçekleşen olgulardır ki, bu yüzden; sistematize edilen bu çağdaş olgular, binlerce yıl gerideki olayları anlamak için bir şart olarak aranmaktadır.
Sonuç:
Kur’an-ı Kerim, nazil olduğu dönem muhatapları olan Arap Cahiliye Toplumu’nun dil, kültür ve sosyal anlayışı üzerinden onlara hitab etmiştir. Bu yüzden kıssalarında, Arapların algılarında olmayan ve onlara pratik olarak fayda sağlamayacak tarihsel bir öğe olan ‘zaman’ unsurunu kullanmamıştır. Kur’an Kıssaları’ndaki var olmayan bu olgu, Kur’an öncesi nazil olan Tevrat ve İncil’de de yoktur. Bunun anlamı; Tarih’in bir bilim/disiplin olarak oluşturulduğu yakın döneme kadar, pratik olarak, geçmiş toplumlarda tarihsel bir unsur olarak ‘zaman’ unsuru tesis edilmemiş veya kullanılmamış olduğudur. Bundan dolayı, Tevrat, İncil ve Kur’an; anlattıkları kıssaların içeriğinde, ‘zaman’ unsuruna yer vermemişlerdir.
Kur’an Kıssaları’ndaki mesajların muhatabı sadece nüzul sürecindeki Cahiliye dönemi bireyleri ve toplumu değil, aynı zamanda; kıyamete kadarki tüm birey ve toplumlardır. Bu mühim husus dikkate alındığında, çok nazik bir espri ile karşılaşırız. Söz konusu olan; Hal’den, Ati’nin son anına kadar, bütün bir zaman aralığı ise, ‘zaman’ kavramının askıya alınması, bir gereklilik olarak gözükmektedir.
Görünen odur ki, Kur’an kıssalarının anlaşılmasında illa bir problem tesis ederek bu husus üzerinden alternatif anlayışlar sunmak isteyenler; 20. yüzyıl tecrübe ve birikimleri üzerinden, bin dört elli yüz yıl öncesi toplum algısına hitabeden Kur’an Kıssaları’nı sorgulayarak, geçmiş insanların arkaplanını yok saymaktadırlar. Hal böyle olunca; onların bilmedikleri bir malzeme ile Kur’an onlara nasıl hitap edecek, onlar da; Kur’an’ın bu hitabını nasıl algılayabilecekler di? “Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça(anlaşılabilir/sizin anladığınız) bir Kur'an olarak indirdik.”30, “Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve O’nun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle, Arapça (anlaşılabilir/sizin anladığınız) bir Kur'an vahyettik.”31, “Apaçık Kitab'a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, O’nu, Arapça(anlaşılabilir/sizin anladığınız) bir Kur'an yaptık.”32, “Eğer biz O’nu, yabancı(anlaşılmayan) bir Kur’an yapsaydık, derlerdi ki; ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı (anlaşılmayan) bir söz mü?”33
Yazımıza merhum Seyyid Kutup’tan Tarih ilmine genel yaklaşımımız nasıl olmalı sorusunun cevabı olarak yapacağımız bir alıntı ile son vereceğiz. “İki açık nedenden dolayı Kur'an'da yer alan hikâyeleri(kıssalar) tarih ilmine göre değerlendirmeye tabi tutmanın doğru olmayacağı kesindir. Birincisi, tarih ilmi yeni doğmuştur. Tarih ilmi doğmadan önce insanlık tarihinde, hakkında herhangi bir şey bilinmeyen sayısız olaylar yaşanmıştır. Kur'an-ı Kerim'de tarihte izine rastlanmayan bu tür olayları zaman zaman anlatır. İkincisi; tarih -bu olayların bazısını kapsamına alsa bile- her yönüyle yetersiz bir varlık olan insanoğlunun ürünüdür. Bu yüzden insanın ortaya koyduğu her üründe kendini gösteren eksiklik, yanlışlık ve tahrif ona da yansıyacaktır. İletişim araçlarının ve araştırma yöntemlerinin bunca gelişme kaydettiği günümüzde bile bir tek haber ya da olayın değişik şekillerde anlatıldığına tanık olabiliyoruz. Bu bir tek haber ya da olaya farklı açılardan bakıldığını, hakkında birbiriyle çelişen yorumlar yapıldığını görebiliyoruz. İşte tarih dediğimiz ilim bu dedikodulardan, birbiriyle uyuşmayan çelişkili bilgilerden meydana gelmiştir. Bundan sonra incelemeye ve ayıklamaya tabi tutulduğu söylense de. Kur'an-ı Kerim'de yer alan hikâyeler hakkında tarih ilminin görüşüne başvurmaktan söz etmek, Kur'anın her konuda gerçek ve kesin hükmü belirlediğini vurgulayan inanç sisteminden önce, insanların kabul ettikleri bilimsel kurallara da ters düşmektedir. Dolayısıyla Kur'an’a inanan aynı şekilde bilimsel araştırma yöntemlerine inanan birisi böyle saçma bir söz söyleyemez.”34
Dipnotlar:
1- Hikmet Zeyveli, II. Kur’an sempozyumu, s. 97, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
2- Ömer Mahir Alper, Kur’an-ı Kerim ve kıssalar, Haksöz Dergisi - Sayı: 50 - Mayıs 95
3- Bu savunuya Türkiye örneğinde Hikmet Zeyveli ve Salih Akdemir gösterilebilir. Ömer Mahir Alper, Kur’an-ı Kerim ve kıssalar, Haksöz Dergisi - Sayı: 50 - Mayıs 95
4- Hikmet Zeyveli, I. Kur’an sempozyumu, Müzakereler I, s. 142, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1994.
5- Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.83, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
6- Hikmet Zeyveli, A.g.e, Müzakereler I, s. 142, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1994.
7- Hikmet Zeyveli, A.g.e, II. Kur’an sempozyumu, s. 98 -99, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
8- Hikmet Zeyveli, A.g.e, II. Kur’an sempozyumu, s. 137, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
9- Hikmet Zeyveli, A.g.e, II. Kur’an sempozyumu, s. 97, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
10- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.59, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
11- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.83, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
12- Hikmet Zeyveli, A.g.e, II. Kur’an sempozyumu, s. 98, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
13- Léon-E.Halkın, Tarih tenkidinin unsurları, s.5-6, T.T.K yayınları, Ankara-1989.
14- Léon-E.Halkın, A.g.e, s. 4, T.T.K yayınları, Ankara-1989.
15- Mübahat S.Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 1998, s.1-35 – özet; http://turkleronline.net/turkler/tarih_tarih_bilimi/tarih_tarih_bilimi.htm
16- Léon-E.Halkın, A.g.e, s. 3, T.T.K yayınları, Ankara-1989; Tarih kelimesi, bir sosyal olayın oluş açısının ve zamanının belirtilmesini ifade eder. Bu bilim dalı, toplumları etkileyen olayları, yer ve zaman göstererek incelemekte ve bu olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini ortaya koymaktadır. Mehmet Aydın, Dinler Tarihine giriş, s. 15.
17- http://www.tarihportali.net/tarih/tarih_bilimine_giris-t11.0.html;wap2=
18- Mübahat S.Kütükoğlu, A.g.e, 1998, s.1-35 – özet; http://turkleronline.net/turkler/tarih_tarih_bilimi/tarih_tarih_bilimi.htm
19- Tevrat/Tekvin4/22.
20- Mübahat S.Kütükoğlu, A.g.e, 1998, s.1-35 – özet; http://turkleronline.net/turkler/tarih_tarih_bilimi/tarih_tarih_bilimi.htm
21- Ali Şeraiti, Medeniyet tarihi, c. I, s.115.
22- http://egitek.meb.gov.tr/aok/aok_kitaplar/AolKitaplar/Tarih_1/1.pdf
23- http://www.turkvedunyatarihi.com/kategorisiz/tarih-devirleri.html
24- Ali Şeraiti, Medeniyet tarihi, c. I, s.123-124.
25- http://egitek.meb.gov.tr/aok/aok_kitaplar/AolKitaplar/Tarih_1/1.pdf
26- http://tr.wikipedia.org/wiki/J%C3%BClyen_takvimi
27- http://tr.wikipedia.org/wiki/Gregoryen_takvim
28- Hikmet Zeyveli, A.g.e, II. Kur’an sempozyumu, s. 97, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1996.
29- W. Montgomery Watt, İslam nedir, s. 99, Birleşik yayıncılık, İstanbul-1993.
30- Kur’an/Yusuf12/2.
31- Kur’an/Şura42/7.
32- Kur’an/Zuhruf43/2-3.
33- Kur’an/Fussilet41/44.
34- Seyyid Kutup, Fi Zilal’il Kur’an
YAZIYA YORUM KAT
Değerli kardeşim, sizin çok doğru bir istikamette ve olgun vasıflı bir analiz ve araştırma dolayısıyla idrak içerisinde olduğunuzu gözlemlemekteyim. Belki sorunuzu tam anlamı ile cevaplandıramamış olabilirim ancak ileriki yazılarımızda bu konuları açacağız. Mesela yayınlanmakta olan mezkur yazımızın devamı olacak Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları -2 (Mekan) / -3 (Şahıslar)/ -4 (Kronoloji) "Tevrat İncil ve Kuran Kıssalardaki inanç standardizasyonu" "ZÜLKARNEYN KISSASININ KUR’AN PERSPEKTİFİNDE ANLAŞILMASI VE MESAJLARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 1/2/3 " gibi inceleme yazılarımız Kur'an kıssaları hakkındaki bu husustaki problemlere temas edecektir. İnşaallah. Selamün aleyküm.
Yanıtla (0) (0)Selamün aleyküm, Kur'an kıssalarının varlığı, Kur'an inmezden evvel Arap cahiliyye toplumu içerisinde mevcuttu. Bunun kaynağı Tevrat ve İncil ve bunun paralelinde Talmud ve sonradan oluşan Hristiyan teolojisidir. Cahiliyye Arapları çok fazla Tevrat ve İncil peygamberleri ve hayatları ile ilgilenmeseler bile; dünyanın varoluşu ile alakalı olan Adem kıssası ve putlar ile Allah arasındaki cinler, periler, şeytan, melekler, v.s gibi bazı kıssa ve malumata ilgi duydukları anlaşılmaktadır. Ancak edindikleri bu malumat Tevrat ve İncil kaynaklı disipliner bir inanışa değil, bu semavi kitaplardaki anlatımların üzerine efsane/mitoloji vasıflı beşeri dolgudan geçmiş inanışlaradır. Meleklerin varlığını kabul etmektedirler bu İslam inancının onlarda süregelen inanışıdır. Ancak onların Allah'ın kızları,şekilleri v.s gibi inanışları ise tamamen beşeri saptırmaların ürünü efsane/mitoloji vasıflı dolgulardır.Dikkat edilirse Meleklerin varlığı/yokluğu üzerine değil, onların vasıfları üzerine yoğunlaşan Kur'an anlatımları vardır. Kıssalar ile ilgili Kur'an anlatımları daha ziyade Yahudi ve Hristiyanlarla vaki sorunlar üzerine ve de Cahiliyye toplumundaki bazı olaylara karşılık olarak örneklik olması açısından nazil olmuştur. Kur'an'daki kıssa anlatımları, Tevrat ve İncil anlatımları ile uyum halindedir. Bu da olayların gerçekliğinin üzerinden kıssa anlatımlarının paralelliğini ihsas etmektedir. Arada nüans farklılıkları olsa da Kur'an'ın bu nüanslarda yanlış olanlar varsa tashih ettiğini Kur'an zaten beyan etmektedir. Eksik kalanlarda veya geçmiş kitaplarda anlatılmayanlarda ise mesela İbrahim ile (Nemrud)toplumu arasındaki kıssa, Alim kul-Musa kıssası, Salih ve Hud kıssaları gibi kıssaları, Kur'an ayrıca ve fazladan beyan ettiği kıssalar olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla Kur'an'ın, Arap arkaplanında olan kıssaların ana temalarında değişiklikten ziyade efsane/mitoloji dolgularını tashih ederek, tevhid ve hidayet rayına oturttuğunun kabulü uygun anlayış olacaktır kanaatindeyiz.
Yanıtla (0) (0)sanki kuran olayların gerçekleniş şekilleriyle üzerinde arap bilgisi haricinde değiştirme yapmadan var olan bu bilgiyi Allah-insan dinamik ilişkisine sokmaktadır. Yani adem kıssası, habil-kabil kıssası, nuh tufanı ya da musa kıssası, o gün araplar tarafından başka şekillerde bilinir ve anlatılır olsaydı Kuran yine bunları alıp Allahla ilişkili bir temelde inanılan vakayı bozmadan anlatırdı gibi bir anlam çıkmakta. Diğer türlü tarihin nasıl olduğuna dair sahih bilginin Kuran'dan önce Mekke-çevresi arap toplumunda var olduğunu kabul etmiş oluruz ki bunu savunmak pek mümkün değil. Yani Kuran (sanki) kıssaların nasıl gerçekleştiği ile ilgili bir tartışmaya mahal vermeden onların da bildiği şekliyle olayları anlatmaktadır ki müşriklerin bu konuda (öyle değil böyle olmuştur) itirazı bilinmemektedir. İşte böyle bir sinir bozucu bir ikilemdeyim deyip soru yerine derdimi anlatmış oldum hocam?
Yanıtla (0) (0)sayın Hocam sorumu sorarken pek çok önkabulden hareket ettiğimin farkına varmama rağmen bunlarda ne gibi bir tutarsızlığa girdiğimi çözebilmiş değilim. Açıkçası ben Kuran kıssalarının belki mesel sayılabilecek bir kaçı haricinde anlatıldığı gibi yaşanmış olduğuna inanmaktayım. Çünkü Kuran'ı okuyan objektif her insan (iman etmese bile) Kuran'ın anlatımındaki ciddiyeti ve yaşanmışlığında asla şüphe bulunmayan bir uslupla olayları anlattığına şahit olacaktır. Öyle bir hitapla karşılaşırsınız ki anlatıcı(Kuran) anlattığı olayların gerçekliğinden hiç şüphe duymamaktadır. Yani kıssadan hisse tarzı kesinlikle değil bu. elbette kıssadan hisse alınacaktır. Ama bu kıssa yaşanmışlığı kesin bir dille anlatılmıştır. Dolayısıyla Kuran kıssaları ile ilgili "Kuran, bu kıssaların yaşanmışlığı ile ilgelenmedi, onlardan ders çıkartılması için anlattı" iddiası içime sinmemektedir. Çünkü kıssaları heyecan verici, kimi zaman dramatik, kimi zaman korku verici pek çok duyguyu yaşayarak okursunuz. Aynı bir filmi izlerken gibi. Yani anlatılanı siz de birebir yaşamalısınız. Yoksa tesir etmemekte. Soğumaktasınız. Birden kıssa artık hissesini taramaya çalıştığımız bir nesne haline gelmekte, canlılığını kaybetmektedir. Bu benim kanaatim, öncelikle bunu belirtmeliyim. tekrar sormaya çalışırsam.
Yanıtla (0) (0)Adem kıssası, habil-kabil kıssası, ashabı kehf kıssası, nuh tufanı gibi farlı kültür ve coğrafyalarda farklı şekillerde anlatıldığı bilinmektedir. Ancak Kuran (sanki) arap kültüründe anlattıldığının aksine olayları değiştirmemekte yalnızca Allah ile ilişkili temele sokmaktadır. Yani müşriklerin "eskilerin masalları" sözü sanki zımmen "bu anlatılan şeyler eskiden beri söylenegelen kocakarı hikayeleri, bunları bilmekteyiz zaten. sen de bunları gerçekmiş gibi anlatmaktasın" demektedir. yani anlatılan olaylar onlar tarafından bilinmektedir. Ama bu anlatılan olayların farklı kültürlerdeki varyantları hep yanlışken Arap dağarcığındaki doğru olmuş oluyor.
Selamün aleyküm, değerli kardeşim, çok ilginç bir soru sormuşsun; ancak biraz daha "açarak" yeniden sorman, hem benim anlamam ve kavramam, hem diğer ziyaretçilerin anlaması ve kavraması açısından yararlı olacaktır kanaatindeyim. Dolayısıyla sorunuz üzerinde detaylıca düşünmeye ve gücümüz yeterse cevaplamaya çalışalım. Allah'a emanet olun.
Yanıtla (0) (0)Hocam açıklanması gereken bir sual de neden aynı kıssaların farklı çağ ve toplumlarda farklı varyantlarla anlatılagelen kıssaların nasıl olur da gerçeği hep Arap toplumunda anlatılan şekilde oluyor? Yani Kuran'ın indiği dönemde kıssaların Arap toplumunun bildiği ve söylediğinin aksine bir anlatım olmaması Kuran'ın bunların vakiliği ile ilgilenmediği gibi bir izlenime yol açmıyor mu?
Yanıtla (0) (0)mesaj yerine ulaşsın
Yanıtla (0) (0)murad-ı ilahi anlaşılsın yeter
gerisi teferruat...
zaman,mekan,şahıslar...
sanırım kafaların takılacağı en son şey...
kuran akademisyen yetiştirmek için inmemiştir...
kalpler de somut bilgilerle inşa olmayacağına göre...
bunların peşine düşmek abesle iştigaldir..
yazılarınızı beğenerek okuyorum. Allah razı olsun. Dikkatle üzerinde durulması gereken bir konu.
Yanıtla (0) (0)Cengiz kardesin bu faydali ve anlasilir calismasindan dolayi tebrik ediyorum. Ellerine/zihnine saglik, tesekkürler.
Yanıtla (0) (0)cengiz bey benden bir cevap bekliyor, yazdigim yorum neden onaylanmadi ?
Editör:Kaynak olarak gösterdiğiniz kişi ve kişilerin isimlerini bu siteye almayı düşünmüyoruz. Söz konusu kişilerin kendi yayın organları var gidip ordan değerlendirmelerinizi yapsanız daha iyi olacak. Çok önemli görüyorsanız Yazar kardeşimizle iletişime maille geçebilirsiniz. cdmn06@gmail.com
Yanıtla (0) (0)Cengiz Hoca'ya ufuk açıcı bu güzel yazısından ötürü teşekkür ederim. Modern paradigmanın zaman algısını 7 yy'a uygulamadaki yanlışlığın tespitini çok iyi gözler önüne sermişsiniz. Kuran'da geçen kıssalardaki zaman vurgusunun olmamasından ötürü (ki olmasını bile düşünemeyiz/bu mümkün değil) Kuran'ın bunların yaşanmışlıkları ilgelenmediği iddiasını bana göre tam olarak çürütmüşsünüz. Allah razı olsun...
Yanıtla (0) (0)Selamün aleyküm, Mezkur konuda malumatım bulunmamaktadır. Bu konuyu detaylandıran bilgiler, ulaşabileceğim kaynaklar sunarsanız gereğini yapmaya çalışalım. İnşaallah.
Yanıtla (0) (0)hz. musa kissasini teknik olarak ele alan yazinizi okudum ; bunun disinda Müslüman Kürtlerden bazilari "islami kurdistanin" kurulmasi icin bu kissayi bir nass olarak ele alip isliyorlar. Siz bizim icin onlarin delillerini kritize eder misiniz ?
Yanıtla (0) (0)