Kullanışlı bile olmayan bir aptallık üzerine…
1833 yılında Takvim-i Vekayi'de (şimdi Bulgaristan topraklarında olan) Tırnova Kadısı’nın bir mektubu yayınlandı. Mektup kasaba halkına dadanan yaratıklar hakkındaydı. İnsanlara saldırıyor, evlere girip erzakları talan ediyordu bu görünmez yaratıklar. Sonra halka çok zulmetmiş iki yeniçerinin mezarlarından "hortlayıp" bu işleri yaptığı ortaya çıktı. İki Yeniçeri’nin mezarı açıldı. Bir de ne görülsün! Cesetler büyümüş, tırnakları saçları uzamış iki vampir…
Kasaba halkı ancak cesetleri yakarak vampir Yeniçerilerden kurtulabilmişti.
Kadı’nın bu mektubunun 1833 yılında II. Mahmud’un resmî gazetesi Takvim-i Vekayi'de çıkması herhalde tesadüf değildi. Bundan 7 yıl önce Yeniçerileri kılıçtan geçirmiş padişahın gazetesinin yaptığı ilk millî kara propaganda haberi olarak geçmişti kayıtlara…
Daha sonra iktidarlar, bu kara propaganda işinde profesyonelleşti. Abdullah Cevdet’in veciz ifadesiyle “Bize ilim değil, faydalı ilim lazımdır” diyen entelektüellerin ülkesinde, hakikatlerin üzerine perde çekmek hep kolay oldu.
Enver Paşa, Sarıkamış’tan İstanbul’a döndüğünde havai fişeklerle karşılandı. Kimse sesini çıkarmadı. İttihatçılar kaçıp, 1921’de Sibirya’daki sürgünden İstanbul’a gelince orduya kabul edilmeyen öfkeli bir yarbay hatıralarını yazana kadar kimse Sarıkamış’ta ne olduğunu bilmedi.
Eğer, Halil Berktay 1970’te Paris’te yerleştiği pansiyonun Ermeni sahibesinden ilk kez o hikâyeleri duymasa, Türkiye 1915’i 80 yıl sonra bile konuşmaya başlayamayacaktı.
İstiklal Mahkemeleri’nin, Dersim Katliamı’nın resmî arşivleri daha birkaç yıl önce açılabildi. Ama hâlâ katliam için “Atatürk hastaydı, bilmiyordu” hikâyelerine inanan Dersimlilerden biri CHP Genel Başkanı.
Batı’daki beyaz Türkler ancak 2013’te polis şiddetiyle tanıştıklarında Kürtleri anlayabildiler.
1994’te daha sonra AİHM’de rekor tazminata çarptırılan Kürt köyü jetlerle bombalanırken, köyler yakılırken, binlerce faili meçhul cinayet işlenirken kullanışlı aptalları oynayan o günkü gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleri, köşe yazarları ancak bugün gerilla anılarını yayınlayıp, Kandil’e gitme planları yapıyorlar.
27 Mayısçı entelektüellerin bir kısmı ancak idamlarla uyanabildi. 12 Mart darbesini devrimciler yaptı sanıp destekleyen solcular ise ancak Balyoz Operasyonuyla uyanmışlardı. 9 Mart’ta darbeye teşebbüsten yargılananlar yıllarca darbe mağduru diye dolaştılar bu ülkede. Nazi mağduru Başkonsolos, üç teknisyeni İngiliz diye öldürenlerden, barış ve demokrasi kahramanı çıkaran karanlığı kimse sorgulamadı. Yıllar, yıllar sonra Mehmet Ali Birand yazmasa ordunun Kıbrıs Çıkarmasında kendi gemisini batırdığını bilmiyorduk. 1977 1 Mayıs’ında aslında ne olduğunu ise kimse soğulamaya cesaret edemedi. 12 Eylül’ün kullanışlı aptalları üzerine ise bizzat Kenan Evren tarafından yazılmış “12 Eylül'den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi?” diye kitap bile var.
Barışı yapmaya çalışan Özal’a karşı Emin Çölaşan’ı tutan kullanışlı aptalların hikâyeleri yazılmayı bekliyor. 28 Şubat’ın kullanışlı gazetecilerinin farkı aptal olmamalarıydı. Şeriat korkusuyla nasıl kullanıldıklarının farkına varanlardan nedamet getirenlerin sayısı hâlâ bir elin parmaklarını geçmez.
2000’lerin başındaki darbe planlarının, sonra Cumhuriyet Mitinglerinin, 27 Nisan’ın kullanışlı aptallarının, karargahlara gidip darbe dilenen profesörlerin, paşalarla darbe toplantısı yapan medya patronlarının, gazetecilerin zavallı hikâyeleri iddianamelerden, günlüklerden okunabilir.
Ama Türkiye’nin "Kullanışlı Aptal" tarihi burada bitmiyor. Bundan sonrası da tarihçiler tarafından yazılacak. Onlara torpil geçilmeyecek. Ve şu ana kadarki kısmını konforlu koltuklarından izleyenlere uzatılacak bu kez parmaklar.
Demokratikleşme, sivilleşme için, askerî vesayete karşı iyi niyetli duyguları, öfkeleri sömürülen liberal-sol-demokrat aydınların, gazetecilerin kullanışlılık hikâyeleri de eklenecek bu tarihe.
Bundan kimse kaçamaz. Burası öz eleştiri sevmeyen bir ülke. Öyle olmasa Sarıkamış’ı 90, 1915’i 85, Dersim’i 70 yıl sonra konuşur muydu? İlk öz eleştiri veren bütün suçları üstlenmiş olur.
Bugüne kadar haklı olarak herkesi geçmişiyle yüzleşmeye çağıranlar, herkesi parmaklarını uzatıp öz eleştiriye davet edenler bu kez yüzleşmeye ve öz eleştiriye çağrılıyor ve çağrılacak.
Gelmek istemeyecekler, “ama ben” diye tarihi tersten yazmaya çalışacaklar, tıpkı diğerlerinin yaptığı gibi.
Tıpkı birkaç gün önce Taraf’ın sürmanşetten yaptığı gibi.
Hatırlatırım, çalıştığım yıllarda Taraf’ın yayınladığı Kafes Planı haberinin sonradan düzmece olduğunun ortaya çıktığını yazdığım yazıda kendi öz eleştirimi verirken “Kullanışlı Aptal” sözünü bizzat kendim için kullandım. Aynı sözü bana karşı hakaret olarak kullanmak gibi "buluş"lara tevessül edenlerin "kullanışsız kurnazlıkları" insanda cevap verme isteği bile uyandırmıyor o yüzden.
Tam da Kafes’in de içine atıldığı Poyrazköy Davası’nda kalan beş tutuklu sanığın da tahliye edilmesinden sonra, somut iddiaların olduğu bir yazıya verilecek cevap “Hayır yanılıyorsun yine, o dava şöyle şöyle haklıydı ve o haber doğruydu” olmalıydı.
Yoksa içim sızlayarak baktığım eski ve bir zamanlar çok sevdiğim gazetem Taraf’ın sürmanşetindeki yazı gibi “salak sensin taaam mı” gibi ergen liseli atarları değil.
Haklılar onlar kullanışlı aptal değil. O yazıda kullanışlı bile olamayacak saf bir aptallık var sadece. Ama bu çeşit bir aptallığı bile kullanışlı bulanlar var demek ki. Haki renkli üniformalıların vesayetine kafayı takıp, kendini lacivert renkli üniformalarının vesayetinin şefkatli kollarına terk etmiş bir kullanışlılık bu. Yani bir tane iddianamenin tek bir sayfasını okumamışların gerçek karşısında sarımsaklar çıkarmasının sebebi bağnazlık olmasa gerek. Bu gayet gözü açık, kullanışlı bir ahlaksızlık.
“Kartaca yıkılmalı, Erdoğan gitmeli” diyenlerin her şeyi mubah buldukları bir kullanışlı ahlaksızlık bu. Polis radyosuna dönmüş gazetede sosyalist ütopya pazarlamacılığının, barış karşıtı paralel devletle paralel hattan hükümeti barıştan vurmaların başka bir açıklaması zor bulunur.
Balyoz’da Taraf’ın haberinden sonra çıkmış Gölcük cd'lerinden birini şüpheli hale getiren bilirkişi raporunu bile “Polislerimiz, savcılarımız en iyisini bilir” diye karşılamanın gönüllü kullanışlılık dışına bir açıklaması zor bulunur.
Zor olacak. Öz eleştiriye cesaret edenleri entelektüel bir cadı avı bekliyor. Başlarında dönek, satılık diyen zamane Emin Çölaşanlarını bulacaklar. Kaça satıldığın sorulacak, geçmiş kafana vurulacak. “Niye şimdi” diye sigaya çekileceksin.
Hanefi Avcı’nın bile 2009’a kadar şüphelenmedim dediğini, hükümetin çok safmışız dediğini o kadar erken görmemiş olmanın utancı bizim olsun. Mezarlardan ölüleri, Kamboçya’dan öğretmenleri kaldırıp oy vermeye çağıran bir cemaatin bütün bunları yapabileceğini, düğmeye bastığında harekete geçen bir paralel devlete sahip olduğunu, Koç’a bir ananas, Haberal’a cuma namazında bir omuz mesafesine kadar geldiğini görmemek de.
Taraf’ta Sri Lanka’daki kolejdeki bir öğretmen maaşından az alırken göremediğimizi, Türkiye’de ABD’deki charter okulundaki öğretmenin maaşından az alırken görmek de.
Ama hiçbiri sizi kendi hesabınızı vermekten kurtaramayacak. Bilmem farkında mısınız; Berlin Duvarı’nın çöküşünü kabul etmeyen komünistlere benziyorsunuz.
Türkiye 60 yıllık askeri vesayeti tasfiye etti. Her tasfiye süreci kirlidir. Biz de temizlenirken kirlendik. Şimdi bir inşa sürecindeyiz. Ve her inşa süreci işe önce tasfiye kirliliğini temizleyerek başlar. Bugün yeniyi inşa etmeden önce ilk yüzleşmemiz gereken gerçek şudur: Derin devleti tasfiye ederken bir paralel devletimiz oldu. Dün demokratlık o derin devlete karşı çıkmaktı, bugün ise onun mirasçısı paralel devlete. İsyan ahlakıyla hesap sorduktan sonra şimdi sorumluluk ahlakıyla hesap vermenin zamanı geldi. Yeni ve temiz bir Türkiye; belki herkes biraz kirlendikten sonra kurulacak ancak…
Kullanışlı aptallık köprüden önceki belki son çıkışınız olabilir. Bundan sonraki tek yol kullanışlı ahlaksızlığa gidiyor çünkü...
Türkiye
YAZIYA YORUM KAT