Kudüs’ü Ziyaret Edecek Olanlara Öneriler
Kudüs’e yönelik düzenlenen ziyaretler sırasında yaşanan ve yanlış olarak gördüğü bazı hususları ele aldığı bugünkü yazısında Taha Kılınç, gezinin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için birkaç öneride bulunuyor.
Taha Kılınç tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “Kudüs Nasıl Gezilmez?” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
Rakamlar henüz çok mütevazı seviyelerde olsa da, Türkiye’den Kudüs’e ziyaretlerde ciddi bir artış gözleniyor. Siyasi partiler, üniversiteler, dernekler, vakıflar, dinî cemaatler derken, toplumun her kesiminden insanı Kudüs’te görmek artık mümkün. Vakit namazlarında, Mescid-i Aksâ’da birkaç yüz Türk’ün saf tutması işten bile değil. Bu sayı, hafta sonlarında binleri buluyor. Kudüs’ün ve Aksâ’nın karşı karşıya bulunduğu tehditleri düşününce, oraların yalnız bırakılmaması, hiç şüphesiz çok önemli bir vazife. Bu vazifenin yerine getiriliyor olduğunu görmek de çok güzel.
Her mühim iş gibi, Kudüs ziyaretlerinin de ihmal edilmemesi gereken, bazı olmazsa olmazları var. Kendi kişisel gözlemlerimden hareketle, bunları şöyle sıralayabilirim:
Kudüs, -olumlu ya da olumsuz- önyargılarla gezilmez: Kudüs, her yönüyle sıra dışı bir şehir. Oraya gidenlerin, Ortadoğu ya da Arap coğrafyasıyla ilgili zihinlerinde var olan bütün önyargılardan ve peşin hükümlerden sıyrılması şart. Şehre teslim olmalı ve size sunduklarını sünger gibi emmelisiniz. İşgalin olumsuz tezahürlerinin bile, size vereceği bir mesaj vardır Kudüs’te. Uykuyu en aza indirip, mümkün olduğunca sokaklarda, yollarda olmalısınız. Zihniniz, bir fotoğraf makinesi gibi her bir kareyi kaydetmeli, sonra ayrıntılı okumalarla bu karelerin altını teker teker doldurmalısınız.
Kudüs, eleştirerek gezilmez: “Sokaklarda bir koku var”, “Bu felafeli nasıl yiyorlar?”, “Yerlerde çöp gördüm” gibi cümleleri sık sık duyarım Kudüs’ü ziyaret eden bizim kafilelerde. Bunlara başka sorular da eklenebilir. Kudüs’ü (diğer bütün İslâm şehirlerini de aslında) gezerken, oradaki hayatı, alışkanlıkları, gelenek-görenekleri, bir takım yanlışlık ve aksaklıkları durmaksızın eleştirmeyi adet edinirseniz, ciddi bir nasipsizliğe duçar olmuşsunuz demektir. İşgal gerçeğini de düşünerek, Kudüs’e bu anlamda ayrı bir ihtimam ve iltimas göstermeli.
Kudüs, sosyal medya hesaplarımıza malzeme toplamak için gezilmez: Elbette bu muhteşem şehirde bol bol fotoğraf ve video çekeceğiz, bu gayet normal bir durum. Ama Filistinli kardeşlerimize “Sosyal medya hesaplarımızda bize beğeni getirecek kobaylar” muamelesi yapmaktan da kaçınmamız gerekiyor. Bir fotoğrafın samimi bir hatıra mı yoksa paylaşılacak bir malzeme mi olduğu, dışarıdan bakınca çok çabuk anlaşılıyor. Çatur-çutur fotoğraf çekerken, biz memleketimize dönüp geldikten sonra orada işgalle yaşamaya devam edecek olan kardeşlerimizin hassas kalplerini de düşünmemiz gerekiyor.
Kudüs, halkıyla hemhal olunmadan gezilmez: Kudüs’te dört-beş gün kalıp, Filistinlilerle iki çift laf etmeden, onların bir çayını yudumlamadan, günlük rutinlerine iştirak etmeden, evlerine misafir olmadan dönüp gelen çok maalesef. Kudüs’teki günlerini sadece otel-Aksâ-çarşı üçgeninde geçirmek de, galiba bir başka nasipsizlik türü. Biz genelde yabancılarla sohbetten çekinen bir milletiz, lakin bu huyumuzu Kudüs’te askıya alsak çok yerinde olacak. Çünkü kadınıyla-erkeğiyle-çocuğuyla Kudüslüler, bizimle samimi sohbetler etmeye çoktan hazır şekilde bekliyor.
Kudüs, sadece Osmanlı’yı aramak için gezilmez: Yurtdışında ayak bastığımız her yerde ecdâdımızı aramak da milli sporlarımızdan. Osmanlı’dan kalan eserler, bizi heyecanlandırıyor ve hamdımızı artırıyor, bu harika bir durum. Lâkin İslâm tarihi Osmanlı’dan ibaret değil. Osmanlı İmparatorluğu, 1400 yıllık uzun medeniyet yürüyüşümüzün bir parçası ve Osmanlı’yı anlayabilmek, ancak bütünün diğer parçalarını da tanımakla mümkün. Kudüs’ü gezerken sadece Osmanlı eserlerinin peşine düşerseniz, hem şehirde epey az malzeme bulursunuz hem de diğer İslâm imparatorluklarının yaptığı unutulmaz katkıları gözden kaçırırsınız.
***
İslâm medeniyeti açısından Kudüs’ün derinliğini kavramaya bir giriş olması için, küçük bir tavsiye:
Mescid-i Aksâ avlusunda, Silsile Kapısı ile Kattânîn Kapısı arasında bir noktaya oturup, yüzünüzü Emevîler’in hatırası olan Kubbetu’s-Sahra’ya çevirin. Karşınızdaki süslü sebil, Memlûk sultanı Eşref Kayıtbay tarafından yaptırıldığı için onun adını taşıyan bir mimari şaheseridir. Kayıtbay Sebili’nin sağındaki musalla, Osmanlılardan kalmadır. Musallanın biraz daha güneyinde, Osmanlı’nın Kudüs’teki ilk eseri olan Kasım Paşa Şadırvanı’nı göreceksiniz. Sebilin arkasında ise, merdivenlerin başında Fâtımîler’in mührünü taşıyan taş kemerler vardır. Sırtınızı dönük oturduğunuz revaklar da, Eyyûbilerin Kudüs’teki imzasıdır.
Tam bu noktadan bir fotoğraf çektiğinizde, İslâm tarihindeki bütün büyük imparatorlukların, bu küçücük alanda aynı kareye sığdığını fark edeceksiniz. Kudüs tam da budur işte. Müslümanların ortak hafızası, ortak mirası, ortak emeğidir.
Tarih içinde taş taş oluşan bu birikimin derinliğine nüfuz edebilmek için, Kudüs’e, başka hiçbir şehirde yapmadığınız biçimde dikkatli ve derinlemesine odaklanmalısınız. Bunun için, Kudüs’e tek bir sefer yapmanın kâfi gelmeyeceği de açık, üstünkörü okumaların ufkumuzu açmaya yetmeyeceği de…
HABERE YORUM KAT