Kudüs, Mescid-i Aksa ve Edebiyatımız
Beşir Ayvazoğlu, edebiyatımızda Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin temasının nasıl işlendiğini yorumlamış.
Beşir Ayvazoğlu’nun Karar gazetesindeki yazısı:
Geçenlerde Kudüs’te olup bitenlere dair haberleri içim kan ağlayarak seyrederken Sezai Karakoç’un 1969 yılında Yahudiler tarafından Mescid-i Aksa’nın yakılması üzerine yazdığı “Nihayet Mescid-i Aksa’yı da yaktın / ey Yahudi” mısralarıyla başlayan meşhur şiirini hatırladım. Bildiğim kadarıyla modern şiirimize Mescid-i Aksa ve Kudüs, dolayısıyla Filistin meselesi bu şiirle birlikte girdi ve “İslâmcı Şiir”in başlıca temalarından biri oldu. Nuri Pakdil, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, Arif Ay gibi şairler, Filistin meselesini derinliğine hissederek şiirlerine taşıdılar.
“Ey Yahudi” şiirini hatırlayınca ister istemez “Edebiyatımızda Sezai Karakoç’tan önce Kudüs ve Mescid-i Aksa var mı?” sorusu takıldı aklıma. Hayatını edebiyata adamış bir olduğum halde tek mısra bile hatırlamayınca hayretler içinde kaldım. Ama Mescid-i Aksa, peygamberimizin Mirac’ının başlangıç noktası ve ilk kıblemiz olduğuna göre, eski şairlerin Kudüs’e bigâne kalmış olmaları düşünülemezdi. En azından Miraciyelerde Kudüs’ten ve Mescid-i Aksa’dan söz ediliyor olmalıydı. Metin Akar’ın bu köşedeki yazılarımdan birinde de söz ettiğim Türk Edebiyatında Manzum Mi’racnameler isimli kitabı elimin altındaydı, ona bakardım. Fakat divan sahibi şairler?
***
Bu mesele elbette başkalarının da kafalarını kurcalamıştır diye düşünerek internette bir araştırma yaptım, karşıma Mustafa Öztürk adında genç bir akademisyenin “Türk Edebiyatında Kudüs Teması” başlıklı bir makalesinin pdf’si çıktı. Journal of Islamic jerusalem Studies isimli derginin geçen yıl yıl yayımlanan ikinci sayısında çıkmış. Uzun bir makale…
Meseleyi enine boyuna kurcalayan Mustafa Öztürk’ün tespitlerine göre, eski şiirimizin coğrafyasında Kudüs neredeyse yok… Divan şairleri, ülkeleri ve şehirleri belli başlı özellikleriyle anarlar. Mesela Bedehşan’dan la’linin, Nişabur’dan firuzesinin, Yemen’den akikinin meşhur olması dolayısıyla bahsedilir. Bağdat hilafet makamı, Kudüs de elbette Miraç, Mescid-i Aksa ve İsra demektir. Ancak tesbit edebildiği az sayıda örnekten hareket ederek “Kudüs’ün klasik şiirde Şam, Halep, Mısır, Hind ve Hatâ gibi örneklerde olduğu gibi bir mazmun hâline gelerek şairler arasında geleneksel bir kullanım formuna dönüşemediğini” söyleyen Mustafa Öztürk, istisnai örnekler olarak Allâme Şeyhî Efendi’nin üç manzumesine dikkatimizi çekiyor. 1622 yılı sonlarında gittiği Kudüs’te kadı olarak bir yıl görev yapan Şeyhî’nin Kudüs konulu yirmi dört beyitlik bir kasidesi ve “Kudüs” redifli iki gazeli varmış.
Mustafa Öztürk, Miraciye ve Fetihnameleri de gözden geçirmiş. Miracı konu edinen çok sayıda Miraciye’de, Öztürk’ün de belirttiği gibi, Kudüs yoktur; sadece Miraç hadisesinden ve bu hadisenin cereyan ettiği mekânlardan söz edilir. Fetihnameleri gelince… Öztürk, Abdullah Figanîzâde 1793 yılında kaleme aldığıFetihnâme-i Kudüs’le Silahşor Tarihi olarak da bilinen Fetihnâme-i Diyâr-ı Arab’ı hatırlatıyor. İkinci eseri dikkat çekici kılan, Öztürk’e göre, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne giderken Kudüs’ü ziyaret ederek Mescid-i Aksa’da akşam namazı kıldığından genişçe bahsetmiş olmasıdır.
***
Dedim ya, eski şiirimizde Kudüs yok gibidir. Ama edebiyatımız şiirden ibaret değil, seyahatnamelere de bakmak lâzım. Mustafa Öztürk, Kudüs’ten bahsedilen en eski tarihli Türkçe seyahatnamenin XIII. yüzyıl şairlerinden Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâf-ı mesâcidi’ş-şerîfe adlı eseri olduğunu söylüyor. Ahmed Fakih, bu eserinde hacca giderken uğradığı şehirlerden biri olan Kudüs’teki kutsal mekânlardan söz etmiş. Ve tabii Evliya Çelebi… Kudüs hakkında ayrıntılı bilgi veren kadim Osmanlılardan biri cânım Evliya Çelebi, diğeri de Şair Nâbî’dir. Nâbî, hac yolculuğunu anlattığı Tuhfetü’l-Haremeyn isimli eserinde üç gün konakladığı Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı uzun uzun tasvir eder.
Mustafa Öztürk’ün bahsetmediği önemli bir seyahatname de Hüseyin Vassaf’ın Hicaz Hâtırası isimli eseridir. Birkaç yıl önce Kubbealtı Neşriyatı tarafından yayımlanan bu önemli eserde, çok kültürlü bir adam olan Vassaf, 1913 yılında, hac yolculuğu sırasında uğradığı Kudüs hakkında Mescid-i Aksa’dan başlayarak anlattıkları önemlidir.
***
Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı’nda anlattığı Kudüs ise artık Siyonistlerin hâkim olmaya başladığı şehirdi. Cemal Paşa’nın özel kalemi olarak 1915 yılında gittiği Kudüs’te üç yıl kalan Falih Rıfkı’nın gözlemlerini çok önemli buluyorum. Yahudiler daha o tarihte Filistin’de adeta gizli bir hükümet kurmuşlar; hatta bayrakları ve postaları varmış, kendi pullarını yapıştırdıkları mektuplarını kendi memurlarıyla gönderiyorlarmış. Falih Rıfkı, Filistin’in yeni meselesinin Yahudi meselesi olduğunu, bir avuç Siyonist Yahudi’nin Arapları nasıl çöle sürmeye başladığını anlatıyor ve diyor ki:
“Paranın ne büyük kuvvet olduğunu anlamak için, Filistin kıyılarını ve içlerini, Yahudileri ve büyük Arap adedini çöle doğru süren Siyonist müstemlekeciliğini görün. Yüzlerce senelik gözyaşı bir külçe altına değmez. Balfour’un bir nutku Davud’un bütün mezmurarından daha müessirdir.”
Falih Rıfkı, Zeytindağı’nın “Allahaısmarladık” başlıklı bölümünde, bir sabah odasına girdiği zaman Cemal Paşa’nın gözlerini ağlamaktan yorulmuş olarak görür. Kudüs artık İngilizlerin elindedir. Son Türklerin nasıl kahramanca savaştıklarını masanın üstündeki şifreli telgraftan okuyan Falih Rıfkı, Kudüs’ü İsrailoğulları gibi değil, Türk gibi terk ettiklerini, “Kudüs düştü!” haberinin Karargâhta ölüm haberi gibi yayıldığını söyledikten sonra, “Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Haleb’e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı!” diyor.
O zaman dökmeye başladığımız gözyaşları hiç dinmeyecek galiba.
***
Merhum Akif İnan, “Mescid-i Aksa” şiirinin ilk kıtasında şöyle diyordu:
Ve Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yer altı nehri çağlıyordu
HABERE YORUM KAT